6 Aralık 2016 Salı

R.KAPLAN: DONALD TRUMP DIŞ POLİTİKADA REALİST DEĞİL



DONALD TRUMP DIŞ POLİTİKADA REALİST DEĞİL

Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Washington Post, 11.11.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Yeni Amerikan başkanı seçilen Donald Trump’ın dış politikada bir “realist” olduğu dillendiriliyor. Buna inanmayın. Bazı ham realist içgüdüleri olabilir; ancak bu onu sadece realizmin berbat bir taşıyıcısı kılar. Benim gibi realistler onun seçilmesine son derece sinirlenmiş olmalı.
Realizm bir hassasiyet, önsezi yeteneğidir; her krizde ne yapılması gerektiğine dair özel bir talimatname değildir. Ve yine realizm, trajik olana, yani dış politikada yanlış gidebilecek her şeye karşı olgun bir sezme yetisidir; bu nedenle basiret ve tarih bilgisi realist zihniyete iyice yerleşiktir. Realizm, en azından MÖ 5. yüzyılda Thucydides’in insan doğasını korku, şahsi çıkar ve gururla hareket eden şey olarak tanımladığı Peloponez Savaşları eserini kaleme aldığından bu yana bizimle. Realistler, bu temel güçlere karşı çıkmak yerine onlarla birlikte hareket edilmesi gerektiğini, mesela düzenin özgürlükten ve çıkarların değerlerden evvel geldiğini bilirler. Nihayetinde düzen tesis edilmeden hiç kimse özgür olamaz ve çıkarlar olmadan da bir devletin kendi değerlerini yansıtma ve yayma hevesi olmaz.
Trump, bunların herhangi biri üzerinde kafa yormuş, herhangi bir tarih bilincine sahipmiş gibi görünmüyor; bu nedenle trajik olana dair olgunlaşmış bir önsezisi de yok. Tarih bilinci büyük ölçüde okumalar yaparak şekillenir. Müttefiklerimize karşı yükümlülüklerimizin ve Batı’nın savunucusu olma rolümüzün işte bu sayede bilincindeyiz. Modern dönemdeki gelmiş geçmiş tüm Amerikan başkanları, birer entelektüel olmasalar da belli ölçülerde okuyan insanlardı. Ancak Trump, hiçbir şeyin ince elenip sık dokunmadığı, her şeyin bağlamından yoksun olduğu ve yalanların hızla çoğaldığı dijital çağa doğrudan zıplayarak kitaplar konusunda kestirmeden sonuca varmış bir elektronik medya okur-yazarına (post-literate) benziyor.
Realistler hakikate taparlar; tarihin verdiği en temel ders ise “şartların hakikati çoğunlukla nahoştur”. Ancak Trump’ın kampanya boyunca yaptığı açıklamalar, olguları göz ardı ettiği gerçeğini tekrar tekrar ortaya döktü.
Realistler, güç dengesinin her derde deva olmadığını, ama rakiplere karşı avantajlı bir güç dengesini sürdürmenin genellikle ülke çıkarına olduğunu bilirler. Rusya lideri Vladimir Putin, Orta Avrupa’dan Ortadoğu’ya güç dengesini altüst ediyor ve bizim, hiç olmazsa Rusya’ya karşı daha güçlü bir müzakere pozisyonu elde edebilmek için güç dengesini acilen düzeltmemiz lazım. Ama Trump bunu anlamışa hiç benzemiyor; Putin hakkındaki yumuşak açıklamaları tehlikeli bir şekilde naif.
Realistler, değerler çıkarları takip ettiğinden, Asya’da serbest ticaret rejiminin bölgede bize daha büyük bir pay verdiğini ve bu sayede burada değerlerimizi yansıtmak için elimizde daha fazla teşvik biriktiğini bilirler. Müttefiklerimizle aramızda bir serbest ticaret rejiminin tesisi, -Trump’ın da engellemek istediği, ancak kendisi bir realist olmadığından bunu nasıl yapacağı konusunda sağlam bir fikre sahip olmadığı-  Çin’in ezici nüfuzuna karşı da bir direnç gösterir.
Realizm ölçülülük demektir. İdealistler sadece statükodaki sorunları/sakıncaları görürken realistler statükodaki değeri görürler. Bu yüzden realistler değişimden sakınırlar. Trump ise, tam aksine, ticaret savaşlarının fitilini ateşlemekten Meksika’yla gerginliği artırmaya ve NATO’nun altını oymaya kadar uluslararası sistemde bir büyük değişim istiyor. Baltık ülkelerini NATO’ya kabul etmek realist perspektiften bakıldığında çok da akıllıca bir şey olmayabilir. Ancak şu anda ittifak içinde olduklarına göre NATO’nun (ve Batı’nın) inandırıcılığı ve itibarı onları savunmaya bağlı. Trump ve destekçileri işte bunu idrak edemiyor.
Realizm, bir strateji değil de bir hassasiyet, bir önsezi yeteneği olduğundan, dünyada Amerika’nın konumuna dair tarihsel açıdan tam doğru bir vizyonla birleşmesi gerekir. ABD’nin konumunu, Washington D.C.’deki Holokost Anıt Müzesi’nin Milli Park’a bitişik olmasından daha iyi hiçbir şey tanımlayamaz; zira Avrupa’daki Yahudilere karşı yapılan soykırım, mutabakatla milli bilincimize girmişti. Bu demek değil ki ABD, her ne zaman bir yerlerde insan hakları ihlalleri baş gösterse oralara müdahale etmeli – bu gerçekçi de olmaz. Ama bu tür olayları mutlaka dikkate alıp uygun olduğunda bir karşılık vermeli; zira İkinci Dünya Savaşı’nın ve Soğuk Savaş’ın potasında şekillenen ABD’nin görevi, dünya çapında -her nerede mümkün olursa- sivil toplumun sınırlarını genişletmeye çalışmak olageldi. Bu konuyu bir saplantı haline getirenler idealistler; realistler değil. Realistler ulusal çıkarın herhangi bir küresel çıkardan evvel geldiğini bilirler. Ancak realistlerin de en azından hatırı sayılır bir kısmı uluslararası bir vizyona sahiptir.
Tarih akıp gidiyor. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş çoktan bitti. Ancak ABD yeryüzündeki en zengin ve coğrafi bakımdan en avantajlı konumdaki büyük devlet. Bu talihli olma hali, kendi sınırlarımızı aşan sorumluklarla birlikte gelmiş durumda. Sadece bizim 300 savaş gemisinden müteşekkil Donanmamıza ve uçak gemilerimizin bulundukları yerlere bakmak yeterli. Realizm, bu gücü müttefiklerimizi çatışmaya girmeksizin korumak demektir. Yoksa onları kendi hallerine terk etmek ve bunun sonucunda çatışmaya girmek değildir. Ümit edelim Trump bir realiste dönüşsün, ama bunun için gidecek daha çok yolu var.


1 yorum:

  1. Bu konu ile alakadar okuduğum en net yazı ellerinize sağlık teşekkür ederim

    YanıtlaSil