12 Kasım 2017 Pazar

D.IGNATIUS: SUUD, MODERN ORTADOĞU SİYASETİNİN İLK GÜNAHINI İŞLİYOR





David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 9.11.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız. 

Suudi Arabistan modern Ortadoğu siyasetinin ilk günahını işliyor: Bölgesel savaşlarını Lübnan üzerinden vermek ve bu kırılgan ülkeyi bir kez daha iç savaşa sürüklemek.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Lübnan’daki hedefi, Suudilerin ezeli düşmanı İran’ın destek verdiği, ülkenin baskın siyasi gücü olan Hizbullah. Tahran’la doğrudan çatışma riskini göze almak istemeyen Veliaht Prens, İran’ın Beyrut’taki vekil güçlerini hedef alıyor.
Vekâlet savaşı geçen hafta tırmandı. Önce geçen cumartesi günü Suudiler, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’ye istifa etmesi için baskı yaptı; saatler sonra (…) Muhammed bin Selman, rakip prenslere ve işadamlarına karşı Riyad’da çok kapsamlı bir tutuklama dalgası başlattı. Perşembe günü Suudi hükümeti vatandaşlarından Lübnan’ı terk etmelerini istedi ve seyahat uyarısında bulundu.
Muhammed bin Selman’ın bu adımı, İran’dan korkup lanet okuyan Sünni Arap dünyasında belki revaç bulabilir. Veliaht Prens, gerek yurtiçinde gerekse –Irak’ın Saddam Hüseyin’inden bu yana hiç görülmemiş şekilde– bölgede, kaba kuvvet uygulayan son on yılların en güçlü (aynı zamanda fevri) Sünni lideri olarak ortaya çıkıyor.
Suudilerin adımları, Lübnan siyasi kadrosunu sarsıyor ama finans sektörünü panikletmiş değil. 25 yıldır Lübnan Merkez Bankası başkanlığını yürüten Riad Selame, bankaların 44 milyar doları aşkın rezervleri bulunduğunu, bunun da istikrarı tesis için yeterli olduğunu söyledi. Bu da piyasaları yatıştırdı.
Lübnanlı yetkililer, bir sonraki adımın Katar’a yapıldığı gibi daha geniş çaplı bir iktisadi tecrit olmasından korkuyorlar. Perşembe günü telefonla görüştüğüm Lübnanlı kaynaklara göre, Suudiler Hizbullah’ı hükümetten ve meclisten ayrılmaya zorlamak istiyorlar. Bu, Riyad için anlaşılabilir olmakla birlikte gerçekçi değil.
Suudi Arabistan’ın asıl kozu, Körfez’de çalışan yaklaşık 500.000 Lübnanlı işçinin her sene ülkesine kabaca 3 milyar dolar yollaması, ki Lübnan’ın finans ve emlak piyasasını ayakta tutan da bu işçi dövizleri. Eğer ki Körfez’deki Lübnanlılar kovulursa anavatanlarında dramatik bir aşağıya doğru sürekli düşüş başlayacaktır. [Z.T.K. Aynısı 1990-91’de Körfez Savaşı’na karşı çıkan ülkelerin vatandaşlarına da yapılmış; 1 milyon Yemenli ve 400 Filistinli Körfez’deki işlerinde çıkartılarak sınırdışı edilmiş ve bu durum Yemen’i de FKÖ’yü de Ürdün’ü de ciddi bir krize sürüklemişti.]
Lübnan için bu aşina oldukları bir hikâye. 1950’lerden bu yana bölgesel ve küresel güçler, ülkenin son derece esnek/itilip çekilebilir mezheplerini kendi menfaatlerine göre manipüle ettiler.
Lübnan Sünnilerini önce Mısır’ın Cemal Abdünnâsır’ı, daha sonra da Filistin lideri Yaser Arafat manipüle etti ki Arafat’ın merkezî hükümete meydan okuması 1975-76 iç savaşını tetikleyerek felaketvari sonuçlar doğurdu [Z.T.K. Abdünnâsır’ın etkisi de kısa süren 1958 iç savaşını tetiklemişti]. İsrailliler de Hristiyan ve Şii Müslümanları vekil güç olarak kullanarak ve sonunda 1982’de bütünüyle işgale girişerek Lübnan’daki Filistinlilerle savaştı. Suriye rejimi Lübnan’ı 1976’dan 2005’e kadar rehin aldı; ta ki öfkeli Lübnanlılar, Saad Hariri’nin babası Refik Hariri’nin suikasta uğramasının ardından Şam’ın geri çekilmelerini isteyene kadar.
Hizbullah, kısmen İsrail’in mantıksızca işgalinin yol açtığı istikrarsızlıkta Lübnan’da hâkim güç olarak ortaya çıktı. İran destekli milisler Lübnan demokrasisini çökerttiler ve Tahran’ın tehlikeli bir ileri karakoluna dönüştüler. Suriye İç Savaşı 2011’de başladığında birçok uzman kırılgan Lübnan’ın bir kez daha kaosa sürükleneceği tahmininde bulunmuştu [Z.T.K. Lübnan’da yaygın bir söz vardır, “Suriye hapşırırsa Lübnan grip olur” diye…]. Ama Hizbullah huzursuzluğu kontrol altında tutmak için sessiz sedasız Saad Hariri ve diğer Lübnanlı liderlerle çalıştığından bu gerçekleşmedi, en azından şimdiye kadar.
Peki, bu sessiz işbirliği devam edebilir mi? Suudiler –Hizbullah’ı cezalandırma girişimi olarak niteledikleri– Lübnan ekonomisini sabote etmezlerse devam edebilir.
ABD için Lübnan tekerrür eden bir meydan okuma: Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan’ı ve bölgeyi uçuruma sürüklemeden kraliyeti modernleştirme çabaları nasıl teşvik edilecek?
Buna Muhammed bin Selman açmazı da denebilir: Dik başlı veliaht prens, Amerikalı yetkililerin deyimiyle Yemen’de akılsızca bir savaşa atladı; ABD’nin çözüm bulma çabalarına rağmen hala çatışmalar kontrol edilemiyor.
Muhammed bin Selman, işgüzar/her işe karışan komşusu Katar’la kan davasını daha da tırmandırdı; Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın taraflar arasında arabulma çabası başarısız oldu. Bu hafta Lübnan’da ABD, Büyükelçi Elizabeth Richard’ın Lübnan ordusuna 42 milyar dolar verme ve “istikrarlı, güvenli, demokratik ve müreffeh bir Lübnan”a destek sözüyle yine bir hasar kontrol politikası yürütüyordu.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki rekabet, terör örgütleri ve iki ülkenin Şii ve Sünni müttefikleri arasında vekâlet savaşları üreterek, 1979 İran Devrimi’nden bu yana Ortadoğu’nun yapısını paramparça ediyor. Bu mezhepçi kan döküş, güçlü ve kibirli İran’ın zayıf ve karmakarışık bir Suudi Arabistan’la karşı karşıya kaldığında durdurulmaz görünüyor.
Muhammed bin Selman, sonunda bölgeyi dengeleyebilecek –ve istikrarı getirecek büyük pazarlığın yolunu açabilecek– güçlü bir Sünni lider olacağını ümit edebilir. Bu makbul bir sonuç. Ama kısa vadede Washington için temel meydan okuma, bu sözde diktatörün kendisini ve komşularını havaya uçurmasını engellemektir.

Ortadoğu’da yeni bir çökmüş devlet ABD’nin menfaatine değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder