2 Ağustos 2017 Çarşamba

Z.CHAFETS: ORTADOĞU’NUN YENİ ARABULUCUSU İSRAİL



ORTADOĞU’NUN YENİ ARABULUCUSU İSRAİL

Zev Chafets (Gazeteci-yazar; daha evvel eski İsrail başbakanlarından Menachem Begin’in üst düzey yardımcılarındandı ve Jerusalem Report dergisinin kurucu sorumlu yazı işleri müdürüydü)
Bloomberg, 17.7.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Musul’un kurtarılması ve Rakka’da İslam Devleti’nin çökmek üzere olması Amerikan Başkanı Donald Trump’ın zaferleri. (…) O, kaba kuvvete inanan biri; zaten Ortadoğu’da işe yarar tek yöntem de kaba kuvvettir.
Başkan Trump, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yürüttüğü müzakereler sonucu Suriye’nin güneybatısında varılan kısmi bir ateşkesle bir zafer daha kazanmış oldu. Bu ateşkes fazla uzun sürmeyecektir, ama yine de önemli bir ana işaret etmektedir.
(...)
(...) ABD’yle Rusya hakiki düşman değiller, ama rakipler ve her iki taraf da (...) işbirliğinin daha tercihe şayan olduğunun farkında.
Bu yüzden bir anlaşma yapılması lazım. Bunun için de bir arabulucuya ihtiyaç var.
Çin bununla ilgilenmiyor. Batı Avrupalılar ise aşırı derecede ilgileniyorlar. Suudiler ve İranlılar ortaçağ dünyasından kalma kan davalarıyla meşguller. Arap Birliği bir şaka. BM hep işe yaramazdı.
Böyle bir ortamda Benyamin Netanyahu arabulucu olarak devreye giriyor.
İsrail Başbakanı her iki taraf için de kabul edilebilir bir oyuncu. (…)
Tıpkı Trump gibi Putin de aynı nedenlerle İsrail’e saygı duyuyor. Suriye’ye müdahalesi sırasında gerek Başbakan Netanyahu gerekse Savunma Bakanı Avigdor Lieberman’la Moskova arasında kurulan bir açık hatla bunu gösterdi.
(…)
Başbakan Netanyahu, “Arap Baharı”nın medya coşkusundan öte bir şey olmadığını, demokrasi getirmeyip bölgeyi bir felakete sürükleyeceğinin farkındaydı. Obama yönetiminin Kahire’de Müslüman Kardeşler yönetimini desteklemesinin yanlış yönlendirilmiş bir politika olduğunu yüksek sesle dillendirmişti (ki bugün Suudiler bile Müslüman Kardeşler’in bir terör örgütü olduğunu kabul ediyor).
Keza Netanyahu, İran’ın saldırganlığının Ortadoğu’daki en akut problem olduğunda ısrar ederken de haklıydı. Suudiler ve diğer Sünni Arap devletleri aynı sonuca vardıklarında Netanyahu, Tahran’a karşı bir de facto cephe kurmak için perde gerisinden onlarla iletişime geçti.
Tabii ki Başbakan, hiçbir menfaati bulunmayan, tarafsız bir taraf değil. Kendi gündemi var:
Ürdün Nehri’nin batısındaki topraklarda [yani Batı Şeria’da], Golan Tepeleri’nde ve Doğu Kudüs’te İsrail kontrolünü sürdürmek; Arap ülkeleriyle tam anlamıyla egemen bir Filistin devletinin kurulmasını içermeyen bir barış anlaşması imzalamak; İran’ı Suriye ve Lübnan’dan çıkarmak; İranlılar Lübnanlı terör örgütü Hizbullah’a silah teminini sonlandırana, Yahudilere karşı soykırımvari söylemlerinden vazgeçene ve İsrail’i vurabilecek füzeler ve konvansiyonel olmayan savaş başlıkları üretme çabalarından cayana kadar güçlü yaptırımları yeniden yürürlüğe sokturmak.
Bu gündem, Amerikan ve Rus politikasıyla aynen örtüşmüyor, ama her iki gücün temel menfaatleriyle de çatışmıyor. Beyaz Saray’da her kim olursa olsun ABD, müttefiklerini ve petrol sahalarını korumak, terör örgütlerinin köküne kibrit suyu dökmek ve bölgeyi kontrolü altında tutmak istiyor ki bütün bu hedeflerini İsrail de aynen paylaşıyor.
Ruslar kendilerini bir süper güçmüş gibi dünyaya sunmak, Suriye’nin yönetimindeki (50 yıldır yatırım yaptıkları) Esed ailesini desteklemek, Irak’taki petrolden kendi paylarını almak, kıpır kıpır haldeki kendi Müslüman nüfusuna ilham kaynağı olabileceğini düşündüğü terörizmle savaşmak ve en önemlisi Suriye/Tartus’taki Akdeniz donanma üssünü korumak istiyorlar.
(…) İsrail, bu hedeflerini başarmış bir Rusya’yla yaşayabilir, özellikle eğer ki Suriye bağımsız nüfuz alanlarına bölünürse ve Esed’in egemenliği Suriye’nin kuzeybatısında bir derebeylikle sınırlı kalırsa.
Dolayısıyla Netanyahu, bir makbul adam, –Putin’in de Trump’ın da (veya Amerikan başkanı için işler hepten kötüleşirse Başkan Yardımcısı Mike Pence’in de) saygı duyduğu– bir arabulucu rolünde buldu kendisini. O artık tek kelimeyle vazgeçilmez biri.
Bu, dünyanın dikkatinden de kaçmadı. Temmuz ayı başlarında Hindistan Başbakanı Narendra Modi Kudüs’ü ziyaret etti, teröre karşı ittifak çağrısı yaptı, dikkat çekici bir şekilde Batı Şeria’da bir Filistin devletine hiç değinmedi (ki bu, dünyanın en büyük ikinci Müslüman nüfusuna sahip Hindistan’ın on yıllardır ateşli bir şekilde desteklediği bir davaydı) ve ülkesini ziyaret etmesi için Netanyahu’ya “sıcak bir davet” yaptı. Böyle bir davet, bundan sadece birkaç yıl öncesine kadar ancak ve ancak jeopolitik bir bilim-kurgu olabilirdi.
Benzer bir değişim yeni Fransız hükümetinden de geldi. (…)

Ortadoğu’nun [kaderini tayin edecek] karar vericiler Washington ve Moskova olacak; işlerin yürüme şekli böyle. Ancak hiç kimse, yüzyılda bir yaşanabilecek böyle bir kartların yeniden karılma sürecinin dışında kalmak istemez – ve eğer ki İsrailli arabulucunun suyuna gitmek anlamına geliyorsa bu, dünyanın ikinci lig güçlerinin kuvvetle muhtemeldir ki gönüllü olarak ödemek isteyecekleri bir bedel olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder