2 Ağustos 2017 Çarşamba

B.BEKDİL: TÜRKİYE’NİN BAŞARISIZLIĞA UĞRAYAN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ



TÜRKİYE’NİN BAŞARISIZLIĞA UĞRAYAN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

Burak Bekdil (Gatestone Enstitüsü ve Defense News için düzenli olarak yazılar kaleme alan Ankara’da yaşayan gazeteci ve Middle East Forum üyesi)
BESA Center, Perspectives Paper No. 499, 16.6.2017 

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Somut bilgi hatalarıyla dolu aşağıdaki ibretlik yazı, bir Türk gazetecinin kaleminden çıkmış olmakla birlikte İsrail’in önemli düşünce kuruluşlarından birinde yayınlandığı ve tam da İsraillilerin önemli bir kısmının görüşlerini yansıttığı için tercüme etme ihtiyacı hissettim. Normalde tercüme yaparken parantez açıp bilgi hatalarını düzeltsem de bunda o kadar çok vardı ki olduğu gibi bırakmayı tercih ettim.

Katar ve onun Körfez ve diğer Müslüman “dostlar”ıyla arasındaki son kriz, birçok bakımdan, Türkiye’nin “büyük Ortadoğu projesi”nin tabutuna son çiviyi çakacak. Bir kez daha Türkiye’nin liderleri, kendi ideolojik sığlıklarının tuzağına düşerek kaybeden ata oynadılar.
Takım elbiseli çok önemli Türkler, Arap Baharı’nın başlangıcını, kendi yeni-Osmanlıcı ihtiraslarını hayata geçirmek için altın bir fırsat olarak gördüler. Tunus’taki İslamcı kardeşleri Nahda Partisi, iktidara gelip “laik kafirler”in köküne kibrit suyu dökecekti. Nahda’nın baş ideologu Raşid Gannuşi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halkoyuyla gizli İslamlaştırma politikasına hayranlığını hiçbir zaman saklamadı.
Erdoğan, Beyrut ve Mısır’a ziyaretlerinde bir rock yıldızı gibi karşılandı. Ancak Lübnanlı Müslümanların beslediği duygusal bağın, sadece onun İsrail’e açıkça nefretinden kaynaklandığını anlayamadı. Yine elindeki bütün siyasi kaynaklarını Müslüman Kardeşler’e yatırarak Mısır’da siyasi olayların beklenmedik yönde gelişmesini de tahminde başarısız oldu. Irak’ta Batı’nın biraz desteğini alarak Bağdat’taki Şii yönetimi sona erdirip yerine Sünni bir rejim kurabileceğinin hesabını yaptı. Gazze’deki HAMAS, hala daha Erdoğan’ın ideolojik olarak en yakın akrabası konumunda.
Suriye’de Sünni olmayan Nusayri cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Erdoğan’ın en baş bölgesel düşmanı. Erdoğan’ın beklentisi, göründüğü üzere, Esed’in devrilip yerine bir Sünni cihatçılar koalisyonu kurulmasıydı. Böylelikle sonunda Ortadoğu’da yeni filizlenen Türk imparatorluğuna ve onun halifesi Erdoğan’a tamamen hizmet edecek Sünni yanlısı bir kuşak şekillenecekti.
Bu, Erdoğan’ın Ortadoğu için büyük projesiydi. Katar, sadece Türkiye’nin kırılgan ekonomisinin “yağlayıcı”sı değil, aynı zamanda Erdoğan’ın baş ideolojik ortağıydı.
Ancak hikâye senaryoya göre ilerlemedi. Lübnan’daki Hizbullah, Erdoğan’ın -kin dolu İsrail karşıtı söylemine ve ideolojisine rağmen- kendisine kıyasla “oldukça Sünni” olduğuna karar verdi. Tunus’ta Nahda Partisi, Erdoğan’ı hayal kırıklığına uğratarak, ülkenin laik bloğunu yok etmek yerine onunla tarihi bir uzlaşmaya vardı. Mısır’da Müslüman Kardeşler, sadece iktidarı değil, örgütün şiddetle bağlantısı kabul edilmek suretiyle uluslararası baskı arttıkça meşruiyetini de kaybetti. Bağdat’ta yöneticiler hala daha Şii olup Tahran’ın kontrolündeler. Suriye’de Esed, İran ve Rusya’nın desteğini alarak hala daha iktidarda ve Erdoğan’ın cihatçı yoldaşları neredeyse tamamen stratejik önemlerini yitirmiş durumdalar. Üstelik Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan Kürt kuşağı Türkiye’nin kâbusuna dönüştü. HAMAS, tıpkı Müslüman Kardeşler gibi, hem bölgesel hem de uluslararası bağlamda günbegün köşeye sıkıştırılıyor. Erdoğan’ın Gazze’ye yönelik deniz ablukasını sonlandırma hevesi çoktan unutulup gitmiş bir vaat. Ve şimdi de Erdoğan’ın bizzat kendisinin yanısıra Katar’ın da başı dertte.
Cezalandırıcı bir tecritle Katar’ı şu anda boğan, sadece Erdoğan’ın Körfez’deki ve Müslüman dünyadaki diğer arkadaşları değil. Erdoğan bir de –Türkiye’nin sadık müttefiki- Katar’ı “üst düzey terör destekçisi” ilan eden Amerikan Başkanı Donald Trump’la da mücadele etmek zorunda.
Hala daha dış politikada ideolojiye sıkıca inanan Erdoğan, gerçekliğe hiç yaklaşamamış durumda. Körfez’in ve diğer Müslümanların Katar’a yaptırım ilan etmesinin hemen ardından Türkiye’nin cumhurbaşkanı Doha’yla iki anlaşma imzaladı: Birincisi, Katar’daki ortak Türk-Katar üssüne askeri birlik gönderme; ikincisi, Katar’ın jandarma birliklerini eğitme. Türkiye, İran’la birlikte, yaptırımları hafifletme girişimi çerçevesinde Katar’a yiyecek yollamak üzere hemen harekete geçti.
Erdoğan, yaptırımların yanlış olduğunu, Ankara’nın Doha’yla zaten iyi olan ilişkilerini geliştirmeye devam edeceğini ve “Katarlı kardeşlerimizi asla bırakmayacağımız”ı söyledi. Bir halifenin özgüveni içinde, krizin Müslümanlar için mübarek olan Ramazan ayı sona ermeden, yani haziran ayı sonuna kadar çözülmesini emretti. Katar’ın terörle bağlantısına gelince, ne bağlantısı? Erdoğan, Katar’ın terörizme destek verdiğini hiç görmediğini söyledi. Bu açıklaması, onun geçmişte, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından insanlığa karşı suç işleme ve soykırım suçlamasıyla aranan “yakın dost”u Ömer Beşir’e destek amacıyla “Sudan’a gittim ve orada hiçbir soykırım görmedim” şeklindeki açıklamasını hatırlattı. 
Körfez draması oyuncuların ideolojik yakınlıklarını da ele veriyor. Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır, Katar karşıtı kampanyanın bir parçası olarak 59 kişiyi ve 12 yardım kuruluşunu terörle irtibatlıyor. Suçlananlardan biri de Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nin Mısır başkanı Yusuf el-Karadavi. Peki Karadavi kim?
2004’te Karadavi, “Bizim (yani Yahudilerle Müslümanlar) aramızda kılıç ve silahtan başka bir diyalog olamaz” demişti. 2005’te Yahudi ceninlerin öldürülmesine cevaz veren bir fetva yayınlamıştı. Ve 2013’te milyonlarca laik Türk Erdoğan’ın İslamcı politikalarını protesto maksadıyla sokaklara döküldüğünde Karadavi, “Türk protestocular Allah’ın rızasına karşı hareket ediyorlar” diyerek hemen Erdoğan’ın yardımına koşmuştu.
Bir kez daha Erdoğan’ın Türkiye’si yanlış bir zamanda yanlış bir safta duruyor. Adamlarından bazıları, Washington’ın üst düzey terör destekçisi olarak gördüğü Katar’la dayanışma göstermesi nedeniyle Türkiye’nin de bir sonraki adımda uluslararası yaptırımlara maruz kalabileceğinden korkuyor. Bu belki muhtemel olmayabilir, ama Erdoğan iki potansiyel tehlikeyi görmezden geliyor. Birincisi, Körfez Krizi her nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, işlerin eski yoluna gireceğine ve Türk-Katar ittifakının aynı idealler çerçevesinde sorunsuz işleyeceğine dair yanlış bir varsayıma göre hareket ediyor. İkincisi, Batı’nın Türkiye’ye siyasi veya iktisadi yaptırım uygulayamayacak kadar zayıf olduğuna inanıyor, dolayısıyla bu cephede korkacağı pek bir şey yok.
Oysaki her iki hesabında da yanlış. Körfez’in Arapları krizlerine bir çıkış yolu bulduklarında Doha artık aynı yer olmayabilir. Türkiye’ye daha az dost bir Katar ortaya çıkabilir. Türkiye’nin en sadık iki ideolojik müttefiki olan Müslüman Kardeşler ve HAMAS’ın, kendi Arap dünyasında daha da kolunun kanadının budanması ve Arap olmayan Türkiye’nin muhtemelen lafını esirgemez tek destekçisi olarak kalması muhtemel. Ankara’nın görmezden geldiği eli kulağındaki “tokat”, Washington’dan değil, Erdoğan’ın Körfez’deki Müslüman arkadaşlarından gelebilir.

Katar kampanyasından kısa süre evvel Türkiye’nin savunma bürokrasisi, Suudilerin –bugüne kadarki tek seferde en büyük savunma sanayi ihracatı olacak- 4 Türk fırkateyni alımına ilişkin 2 milyar dolarlık anlaşmanın imza törenini niçin geciktirdiğini merak edip duruyordu. Şimdi artık bunun nedenini anlıyorlardır. Bu anlaşma, eğer ki rafa kaldırılırsa, zengin menüde sadece bir başlangıç olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder