11 Haziran 2017 Pazar

Z.JILANI & R.GRIM: BAE BÜYÜKELÇİSİNİN HACKLENEN E-POSTALARI



HACKLENEN E-POSTALAR, BAE BÜYÜKELÇİSİNİN İRAN’A KARŞI İSRAİL YANLISI DÜŞÜNCE KURULUŞUYLA KOORDİNASYONUNU GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR

Zaid Jilani ve Ryan Grim
The Intercept, 3.6.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Washington’daki en etkili ve sıkı bağlantıları olan dış görevlilerden birinin, yani Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin ABD Büyükelçisi Yususf el-Uteybe’nin e-posta hesabı hacklendi. (...)
(…)
Uteybe’nin nüfuzu büyük ölçüde cüzdanından kaynaklanıyor; zira büyükelçi savurganca akşam yemeği partileri, galalar ve abartılı gezilerde önemli şahsiyetleri ağırlamasıyla meşhur. Geçtiğimiz Noellerden birinde gazetecilere ve Washington’daki diğer güçlü aktörlere hediye olarak birer iPad hediye etmişti. Gelen kutusunda ne türden mesajların yer aldığını tahmin etmek mümkün değil.
(...)
Şimdiye kadar the Intercept’e ulaşan e-postalar, BAE ile İsrail yanlısı neocon bir düşünce kuruluşu olan Demokrasileri Savunma Vakfı (FDD) arasında gelişen ilişkileri gözler önüne seriyor.
BAE İsrail’i [diplomatik olarak] tanımadığından bu ittifak görünüşte bir sürpriz olmalı. Ancak iki ülke, ortak düşmanları olan İran’a karşı geçmişte birlikte iş tuttu.
Bu yılın 10 Mart’ında Vakfın CEO’su Mark Dubowitz, hem Büyükelçi Yusuf el-Uteybe’ye hem de Vakfın kıdemli danışmanı –daha evvel Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin milli güvenlik müsteşar yardımcısı olarak görev yapmış– John Hannah’a “İran, BAE ve Suudi Arabistan’da yatırım yapan şirketleri hedef listesi” başlıklı bir e-posta yolladı. [Hannah'ın Katar'la ilgili makalesinin tercümesi için TIKLAYINIZ]
Dubowitz “Sayın Büyükelçi” diye başladığı e-postayı şöyle sürdürmüş: “Ekteki belge, İran’la iş yapan ve aynı zamanda BAE ve Suudi Arabistan’la da iş bağlantıları bulunan şirketlerin ülkelerine göre ayrıntılı dökümünü sunuyor. Konuştuğumuz üzere bu, adı geçen şirketleri bir tercihte bulunmaya [zorlamaya dönük] bir hedef listesi.”
Dubowitz’in ekteki belgesinde “İran’da yatırım yapma arayışındaki Suudi Arabistan veya BAE’de faaliyette bulunan ABD’li olmayan şirketler”in uzunca bir listesi var. Liste, Fransa’nın Airbus’ı ve Rusya’nın Lukoil’i gibi bir dizi büyük uluslararası şirketi de içeriyor.
Şirketlerin listeye konma nedeni, büyük bir ihtimalle, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın akabinde giderek daha fazla yabancı yatırımcı çeken İran’da yatırımı düşünen şirketlere BAE’nin ve Suudi Arabistan’ın baskı yapmasını sağlamak.
İran’ın Batı’yla ilişkilerini normalleştirmesi ve böylelikle bölgede etkisini ve gücünü artırmasından endişe duyan İsrail ve Körfez monarşileri son yıllarda giderek birbirlerine yakınlaşıyor. Ama iki taraf arasındaki ittifakın kamuoyu önünde itiraf edilmesi hala daha nadir bir durum. Daha evvel Huffington Post’ta yayınlanan Yusuf el-Uteybe profili için arka plandaki ilişkiyi anlatan üst düzey bir İsrailli yetkili şöyle diyor:  “İsrail’le Arapların aynı safta durması en son kozdur. Çünkü onu siyasetin ve ideolojinin dışına çıkarır. İsrail ve Arap devletleri aynı safta durduğunda güçlenirler.”
Hacklenen e-postalar, -İsrail Başbakanı Netanyahu’nun müttefiki ve ABD’deki en büyük bağışçılarından biri olan İsrail yanlısı milyarder Sheldon Adelson tarafından finanse edilen- önde gelen neocon düşünce kuruluşu Demokrasileri Savunma Vakfı ile bir Körfez monarşisi arasındaki dikkat çekici düzeyde perde arkasında dönen gizli işbirliğini gözler önüne seriyor.
Hannah ve Uteybe sıkı fıkılar. 2016’nın 16 Ağustos’unda Hannah, Uteybe’ye, BAE ve Demokrasileri Savunma Vakfı’nın Türkiye’deki askeri darbe kalkışmasından sorumlu olduğunu iddia eden bir yazıyı yolladı. Hannah Uteybe’ye “sizinle birlik anılmaktan şeref duyarız” diye yazdı.
Geçtiğimiz nisan ayı sonundaki bir yazışmada Hannah, Uteybe’ye –son aylarda çeşitli konularda BAE’yle çatışma halindeki rakip Körfez rejimi– Katar’ın BAE mülkiyetindeki bir otelde [Z.T.K. Katar’daki Marriott Oteli] HAMAS’ın bir toplantısına ev sahipliği yapmasından yakınıyor. Uteybe’nin cevabı, bunun BAE yönetiminin bir suçu olmadığı, asıl meselenin Katar’daki Amerikan askeri üssünün varlığı olduğu yönünde: “Ne dersiniz, siz üssü bir başka yere taşıyın, biz de oteli taşırızJ[Z.T.K. (Burada özet geçilen diyalogu, sızan yazışmalardan tamamlamak istiyorum.) Hannah’ın tam cevabı şu şekilde: “Oteli taşımayın tabii ki. Sadece HAMAS’ın BAE mülkiyetinde olmayan bir başka mekanda toplanmasını sağlamak için baskı yapın. Onların Müslüman Kardeşler’den ve bir terör örgütü olduğunu insanlara hatırlatın.”]
E-postalar, Vakıf ile BAE hükümet yetkilileri arasında 11-14 Haziran’da yapılacak toplantının gündem tekliflerini de içeriyor. Buna göre katılımcı listesinde Dubowitz ve Hannah’ın yanısıra Vakfın Araştırmalar Birimi Başkan Yardımcısı Jonathan Schanzer da yer alıyor. BAE yetkilileri, bu toplantılara silahlı kuvvetler komutanı Veliaht Prens Şeyh Muhammed bin Zayid’in de dâhil edilmesini rica ediyor.
Gündem, Hannah ile Uteybe arasında Katar üzerinden cereyan eden yoğun bir tartışmayı da içeriyor. Mesela “Bölgesel istikrarsızlık aracı olarak el-Cezire” konusunu tartışmayı gündeme alıyorlar. [Z.T.K. Toplantı gündeminin ana başlıkları: Katar, Müslüman Kardeşler, Türkiye, Suudi Arabistan, İran iç siyaseti, İran’ın bölgesel saldırganlığı ve teröre desteği, İran-Rus ilişkileri, nükleer anlaşma ve balistik füze programı.
Katar başlığı altındaki ana tartışma maddeleri şunlar: Katar’ın rahatsız edici bölgesel rolü: terörün finansmanına izin vermesi, radikal İslamcılara (Müslüman Kardeşler, el-Kaide, Suriye ve Libyalı radikaller, Hamas, Taliban vs.) desteği; Mısır, Suriye, Libya ve Körfez’de istikrarsızlaştırıcı rolü; bölgesel istikrarsızlık ve radikalleşme aracı olarak el-Cezire; Katar’ın davranışlarını iyileştirmeye dönük ABD/BAE’nin muhtemel zorlama ve/ya teşvik politikalarını tartışmak: Katar’ın elindeki kozları, özellikle de ABD’nin el-Udeyd Üssüne bağımlılığını azaltmak, teröre destek verenler arasında göstermek; siyasi, iktisadi, güvenlik yaptırımları?
Diğer başlıkların ayrıntılarına ulaşmak için TIKLAYINIZ]
Yine “İran’ın içini olumlu yönde etkileyecek [Z.T.K. “karıştıracak” demek daha doğru olur aslında!] muhtemel ABD/BAE politikalarını tartışma” da gündemlerinde. “İran’ın saldırganlığını çevreleyip hezimete uğratmak” amacıyla muhtemel bir mukabele olarak uygulanması gereken politikalar listesinde “siyasi, iktisadi, askeri, istihbari ve siber araçlar” da mevcut.
Demokrasileri Savuma Vakfı, Trump yönetiminde Ortadoğu politikası tartışmalarını şekillendirenler kervanına katıldı. Dolayısıyla muhtemeldir ki BAE, bu Vakfı, İran’a karşı çok daha şahin bir çizgi benimsemesi için Trump’a önemli bir baskı kanalı olarak görüyor. Vakfın kıdemli üyelerinden David Weinberg’in geçen ay sarf ettiği, Trump yönetiminin bölgeye yaklaşımından BAE “mest olmuş” durumda sözü [medyaya] yansımıştı.
Weinberg Arabianbusiness.com’a [Z.T.K. BAE’yi kastederek] dedi ki “Bir süredir İran’ı püskürtmek için Amerikalı bir ortak arayıp duruyorlardı. ABD’nin söylemden eyleme geçmesini bekliyorlardı.”
Uteybe, Başkan Trump’ın damadı ve müşaviri Jared Kushner’le de yakın ilişkiler geliştirmiş. İlk kez milyarder yatırımcı ve Trump destekçisi Thomas Barrack’ın ısrarıyla geçen yılın haziran ayında bir araya gelmişler. Geçtiğimiz şubat ayında Politico’da yayınlanan bir makalede Kushner’in büyükelçiyle neredeyse mütemadiyen telefon ve e-posta üzerinden iletişimde olduğu”nu yazılıydı.
BAEnin gündemi her ne olursa olsun demokrasiyi teşvik etmediği aşikâr. Eski bir profilinde şöyle diyor:
[2011’de] Mısır’da protesto gösterileri yayılırken Uteybe, Mübarek’e destek olması için Beyaz Saray’a yoğun bir baskı yaptı, ama nafile. Müslüman Kardeşler demokratik bir seçimle iktidara geldiğinde Beyaz Saray’ın Ortadoğu baş müşaviri Phil Gordon’ın e-postasını, Müslüman Kardeşler’e ve Katar’daki destekçilerine karşı vahşice saldıran uzun yazılarla doldurdu. (Gordon yorum yapmaktan kaçındı.) (...)
Bu e-postaların neye benzediğini artık anlamaya başlıyoruz. Mısır ordusunun Müslüman Kardeşler destekli seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirmesinden çok kısa bir süre sonra 3 Temmuz 2013’te gönderdiği bir e-postada Uteybi, -şu anda RiceHadleyGates’te müşavirlik yapan- Bush yönetimi yetkililerinden Stephen Hadley ve Joshua Bolten’a Mısır ve daha geniş çapta Arap Baharı hakkındaki görüşlerini aktararak lobi yapmış.
“Ürdün ve BAE gibi ülkeler ılımlı kampta ‘son ayakta kalanlar’. Arap Baharı, ılımlılık ve hoşgörü pahasına aşırıcılığı artırdı” diye yakınıyor.
Mursi’nin devrilmesini coşkulu bir tonla şöyle anlatıyor: “Mısır’da bugünkü durum ikinci bir devrim. Ocak 2011’e kıyasla bugün sokaklarda çok daha fazla insan var. Bu bir darbe değil, devrimin yeni bir versiyonu. Darbe, ordu kendi iradesini kuvvet kullanarak halka dayattığında olur. Bugün ise ordu, halkın arzusuna CEVAP VERİYOR.”
[Oysa] Mısır, bugün fiili bir diktatörlük. Ve hem ABD hem de BAE’nin yakın müttefiki.

***

Z.T.K. Uteybe’nin Joshua Bolten’a 3 Temmuz 2013’te yolladığı e-potanın tam metni şu şekildedir:

Çoğunuzun bildiği üzere Mısır, benim için bir siyasi konunun çok ötesinde, şahsi ve duygusal bir mesele. Bunu söylerken durumu mümkün olduğunca objektif bir şekilde analiz etmeye çalıştım.
Son birkaç günkü olaylara ve bunların muhtemelen nasıl sonlanabileceğine dair birkaç görüşümü paylaşmak istiyorum.
Şimdiye kadar Amerikan politikası ister Suriye veya Mısır isterse Libya veya Türkiye olsun iç meselelerde taraf tutmamak yönünde oldu. Korkarım ki son gelişmeler ışında bu stratejinin sürdürülmesi artık mümkün değil. Ortadoğu eşzamanlı olarak hem Sünni-Şii hem de ılımlı-radikal çizgisinde kelimenin tam manasıyla parçalanıyor. Sünni-Şii bölünmesinde taraf tutmamanın mantığını anlıyor olsam da [radikaller karşısında]  ılımlıların tarafının tutulmamasını meşrulaştırmak çok daha zor. Şunu unutmayın ki bugün ılımlılar popülerlik savaşını kaybediyor gibi görünüyor. Ürdün ve BAE gibi ülkeler ılımlı kampta “son ayakta kalanlar”. Arap baharı ılımlılık ve hoşgörü pahasına aşırıcılığı artırdı. Arap baharı sonrasını etkileme kabiliyetinin sınırlı olduğuna inansam da ABD’yle olan ortak değerlerden ılımlılığı ve hoşgörüyü telkin eden güçleri korumak ve güçlendirmek için çok daha fazlasının yapılması gerektiğine şiddetle inanıyorum. 
Mısır’da bugünkü durum ikinci bir devrim. Ocak 2011’e kıyasla bugün sokaklarda çok daha fazla insan var. Bu bir darbe değil, ikinci devrim. Darbe, ordu kendi iradesini kuvvet kullanarak halka dayattığında olur. Bugün ise ordu, halkın arzusuna CEVAP VERİYOR.
Taraf tutmayarak aslında ılımlıları yalnız bırakmış oluyoruz. Bunun ABD’nin uzun vadeli menfaatlerine uygun olacağına inanmıyorum. Eğer ki ABD güvenilmez bir müttefik olarak görülürse bu, İran, Suriye veya barış süreci gibi daha büyük konularda felaketvari sonuçlar doğuracaktır.
Ortadoğu’da kritik bir dönüm noktasında olduğumuz ve insanların Amerikan liderliğine bel bağlamaya devam edeceği kanaatindeyim. Eğer ki bu liderlik var olmazsa bölgedeki Amerikan menfaatleri de uzun vadede tehlikeye girecektir.
Yusuf

***

Z.T.K. Bu blogda 70’e yakın yazısının tercümesinin yer aldığı Washington Post yazarı David Ignatius’un nisan ayında kaleme aldığı “Genç bir prens Suudi Arabistan’ı yeniden hayal ediyor. Acaba vizyonunu hayata geçirebilir mi?” başlıklı yazısının linkini Büyükelçi’ye yollaması üzerine gelen teşekkür mailinin tam metni şu şekildedir:
(Ignatius’un bu yazısını çok önemli görmeyerek o dönemde tercüme etmedim; ancak Suudi prensle ilgili daha eski iki yazısını tercüme etmiştim. Merak edenler okuyabilirler: Suudi Arabistan’da Bir Kasırganın Eli Kulağında”, Washington Post, 13.10.2015 ve “Suudilerin Kralı Olacak Oğul Kim?”, Washington Post, 8.9.2015)

Zaman ayırarak oraya gidip MBS [Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı kastediyor] ile görüştüğünüz için müteşekkirim. Bölgeyi çok iyi bilen biri olarak bu yazınızdan şunu anlıyorum ki, bizim son iki yıldır gördüğümüz şekilde siz de bölgeyi görmeye başladınız. Yani değişim!
Tavırda değişim, tarzda değişim, yaklaşımda değişim.
Suud’da bu değişimlere çok ihtiyaç olduğu konusunda zannedersem mutabıkız. Sizin de bizim gibi gördüğünüzü bilmek yüreğimize su serpti. Sizin sesinizin ve inandırıcılığınızın/itibarınızın, makul ve mantıklı arkadaşların neler olup bittiğini anlamasında ve inanmasında çok büyük bir katkısı olacak.
Şimdi görevimiz, MBS’nin başarısını sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmaktır.
Teşekkürler David.
Yusuf

Z.T.K. Huffington Post’ta yayınlanan Akbar Shahid Ahmed’in “Sızdırılan e-postlar Katar Krizi’nin arka planını bakın nasıl açıklıyor?” başlıklı yazısında (tercümesi kısaltılmış şekilde bu blogda yer almaktadır) bu e-postadan bahsediliyor. Ardından Ignatius’un sızan e-posta nedeniyle Huffington Post’a bir e-posta yollayarak, bu yazısını sadece Uteybe’ye değil, konuya ilgi duyabileceğini düşündüğü birçok kişiye yolladığını ve yıllardır Suudi Veliaht Prensi hakkında zaman zaman eleştiriler de içeren yazılar kaleme aldığını belirtmiş ve eklemiş: “Ben bir gazetecilik perspektifiye Prensin olumlu değişim için bir şans olduğu sonucuna vardım, yoksa Uteybe’yle hiçbir ‘ortak menfaatimiz’ yok”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder