21 Haziran 2017 Çarşamba

B.NÂFÎ: KATAR KRİZİ, ORTADOĞU’DA SON DÜZENİ DE YERLE BİR EDEBİLİR



KATAR KRİZİ, ORTADOĞU’DA GERİYE KALAN SON DÜZENİ DE YERLE BİR EDEBİLİR

Beşir Nâfî (El-Cezire Araştırma Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Middle East Eye, 16.6.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…)
Körfez, dünyanın en hassas bölgelerinden biri olarak görülür. İstikrarı da istikrarsızlığı da bölgesel ve uluslararası güçleri son derece yakından ilgilendirir.
(…)
2011’den itibaren yaygın kanaat, Arap dünyasında devrim rüzgârlarını ve değişimi tetikleyen halk hareketinin aslında monarşilerin değil, cumhuriyet rejimlerinin içinde bulunduğu kriz halinin bir yansıması olduğu yönündeydi. Körfez bölgesi Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de yaşananlardan etkilenmemişti.
Ataerkil rejimlerce yönetilen Körfez monarşileri, halkın huzursuzluğunu kontrol altında tutabilecek devasa kaynaklara sahipti. Birçoğu, geleneksel araçlarla kontrol altına alınamayacak tehlikelerle baş etmek için oldukça etkili güvenlik aygıtları kurabilmişti.
Körfez’in devrimlerden muaf olduğuna inananlar, Arap isyanlarını salt halklar ile yöneticiler arasındaki soğukluğun/açmazın bir sonucu olarak görenlerdi. Oysa Arap devrimlerinin patlak vermesinden bu yana bölgenin şahit olduğu diğer dinamiği, yani devrimci ve karşı-devrimci güçler arasındaki savaşı göz ardı ettiler. Artık var olmayan şey sadece devletler değil; zira bu savaş, bütün bölgesel düzenin çöküşüyle sonuçlandı.
2013 yazında Mısır’da yaşanan darbeden bu yana karşı-devrimci güçler, iktidardaki rejimlerin çöktüğü ülkelerde eski statükoyu geri getirme projesine giriştiler. Bu proje kısmen başarılı da oldu. Demokratik dönüşüm süreci tamamlanamadan önüne bir set çekildi ve eski yönetici sınıflar öyle veya böyle bir şekilde eski makam ve mevkilerine geri getirildi.
Ancak karşı-devrimci rejimler ihtiyaç duydukları meşruiyeti kazanamadı ve halklarının taleplerine cevap vermekten tamamen aciz kaldılar.
Dahası, Mısır, Suriye ve Irak gibi ülkelerin maruz kaldığı feci yıkım ve artık eskiye geri dönüşlerinin neredeyse imkânsız olması da bölgesel bir düzeni yeniden kurma çabasını –değişim hareketlerine ve demokratik dönüşüme karşı durmaya kıyasla– çok daha karmaşıklaştırdı.
Bu şartlar altında şöyle bir düşünce gelişti: [Z.T.K. Daha evvel Arap dünyasının liderliğine ve birliğine oynamış] Suriye ve Irak paramparça olurken ve Mısır’ın tekrar ayağa kalkabilmesi için daha onlarca yıla ihtiyaç varken, hâlihazırda bölgesel düzeni yeniden kurmaya Suudi Arabistan öncülük etmeli. Yeni bir değerler sistemi dayatmalı, istikrarı yeniden formüle etmeli, her bir bölge devletinin rolünü belirlemeli ve İsrail, İran ve Türkiye de dahil bölgedeki ilişkilerin tabiatına karar vermeli. [Z.T.K. Körfez’deki yazarların kaleme aldıkları yazılardan hareketle benzer bir konuyu tartışan Mısırlı entelektüel Fehmi Hüveydi’ye ait “Arap Dünyasının Sınırları da Varlığı da Tehdit Altında” başlıklı yazının tercümesini okumak için TIKLAYINIZ]

Elveda Körfez İşbirliği Konseyi?
Katar’ın problemi, son çeyrek yüzyılda bölgedeki gelişmelerin ve dönüşümlerin çoğunda bir rolünün ve etkisinin olması – ki bunun eski yönetici sınıfları ve eski bölgesel düzeni yeniden tesis etmeye çalışan güçleri her zaman memnun ettiği söylenemez.
Ancak Katar ne tek hedef ne de en sonuncu. Ablukayı ve ilişkilerin bozulmasını meşrulaştıracak bahane arayışına girmek saçma. Katar’la ihtilafın el-Cezire kanalıyla veya Yemen’de Husileri destekle ya da İran’la veyahut Suriye’deki İslamcı radikallerle alakalı olduğu gibi dedikodular, sadece tezatları ima etmekle kalmaz, asıl kilit noktayı gözden kaçırır.
Zira talep edilen, Körfez’de ihtilaflı meseleleri görüşüp bir anlaşmaya varmak değil, tam anlamıyla bir boyun eğme ve teslimiyet. Bölgesel düzeni yeni liderleriyle yenileme süreci, ancak Katar’ın ve diğerlerinin boyun eğmesiyle başlayabilir. Ancak bu yolla sözkonusu düzen, kendi değerler sistemini dayatabilir, her devletin ağırlığını ve rolünü belirleyebilir, Arap çevresindeki dost veya düşman güçlerle ilişkiler haritasını çizebilir.
Ancak ortada bir problem var: Bölgenin ve halklarının geleceği için böyle bir vizyonu önerenler, gerekli tüm faktörleri dikkate almakta başarısız oldular.
Eğer ki devletlerden biri, bu illa da Katar olmak zorunda değil, boyun eğip teslim olmayı reddederse onların vizyonu ne ölçüde hayata geçirilebilecek? Eğer ki bu projeye öncülük eden devletler, bunun nedenleri ve ahlaki gerekçeleri konusunda kendi halklarını bile ikna etmekte başarısızlığa uğrarsa ne olacak? Veyahut bölgesel ve uluslararası güçler bunu dikkate almayı reddederse ne yapacaklar?
Bu krizin patlak vermesiyle şimdiye kadar su yüzüne çıkanlar ışığında diyebiliriz ki, [sürecin] Körfez İşbirliği Konseyi’nin bizzat kendisi de dahil, bölgesel düzenden geriye kalanın altını oyarak neticelenmesi kuvvetle muhtemel.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder