29 Mayıs 2017 Pazartesi

A.FERVANE: FİLİSTİNLİ MAHKÛMLARIN AÇLIK GREVİ… NEREYE KADAR?



FİLİSTİNLİ MAHKÛMLARIN AÇLIK GREVİ… NEREYE KADAR?

Abdünnâsır Avnî Fervâne (Mahkum İşleri Heyeti Araştırma ve Belgeleme Birimi Başkanı)
El-Cezire Arapça, 24.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Aşağıdaki yazıyı el-Cezire Türk web sitesinin talebiyle tercüme ettim; ancak maalesef birkaç gün sonra ansızın kapanması nedeniyle yayınlanamadı. Bu vesileyle haberciliğiyle, diliyle, üslubuyla tam bir profesyonel işi olan;  muhabirlik ve gazetecilik nasıl olmalı konusunda Türkiye'ye bir örneklik teşkil eden; Görüş kısmındaki yorum yazılarıyla alanında yetkin insanlarla bizi buluşturarak ufkumuzu açan, düzenli takip ettiğim tek haber sitesi el-Cezire Türk’ün yayınlarına son vermesinden duyduğum derin üzüntüyü dile getirmek isterim. Yeri maalesef doldurulamaz ve Türkiye için büyük kayıp. El-Cezire Türk’te görev yapmış en üsttekinden en alttakine kadar bütün kadroya buradan teşekkürlerimi iletmeyi bir borç bilirim, hem bir düzenli takip eden bir okuyucu olarak hem de orijinal dili Arapça olan Görüş yazılarının bir kısmının mütercimi olarak…


İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklu ve mahkûmlar meselesi, Filistin davasının temel köşe taşlarından ve Filistin halkının mücadelesinde önemli başlıklarından biri olarak görülüyor. Öyle ki Filistinli mahkûmlar, manevi ve mücadeleci bir değeri temsil ettiğinden halkın vicdanında önemli bir mertebeye sahip; işgalciye karşı dayanıklılıkları, kahramanlıkları ve direnişleriyle birer örnek.
Filistin halkının ve ümmetin birçoğunun bilincinde mahkûmların konumu işte bu. İşgalci devlete gelince, her ne kadar mahkûmları sapkın/yoldan çıkmış bireyler olarak nitelese de onların rehabilitasyonu için hiçbir çaba sarf etmediği gibi, hapse atmayı hak ettikleri şekilde cezalandırmak ve intikam olarak görüyor. Bu, Filistinlileri sadece ve sadece birer bozguncu/yıkıcı olarak gören ırkçı bakış açısının bir neticesi. Onlara göre Filistinliler, yaşamayı veya rehabilitasyonla toplumla yeniden kazandırılmayı hak etmeyen birer yıkıcı.
Bu noktadan hareketle, işgalci devletin mahkûmlara karşı keyfi tedbirlerini ağırlaştırdıklarını ve muamelelerini sertleştirdiklerini, onları en temel insan haklarından dahi mahrum bıraktıklarını ve tahkir edici, küçük düşürücü ve iradelerini kırıcı her ne varsa türetip uyguladıklarını görmemiz hiç de şaşırtıcı değil.
Mahkûmlar, daha evvel sayısız defalar ve uzun süreler bastırıldı; çok çeşitli şekillerde tahkir edici ve küçük düşürücü muamelelerden muzdarip oldu. Kuruluşundan bugüne İsrail hapishaneleri hep Filistinli mahkûmların bedenlerine ve ruhlarına yönelik eziyetlerle birer ağır cezalandırma aracı işlevi gördü. 
İsrail’in bütün bu girişimleri, Filistinlilerin bilinçlerini bulandırıp direnişin faydasızlığına işaret eden yeni yeni kavramları zihinlerinin derinliklerine yerleştirmeyi hedefliyor. Belki de en tehlikelisi, Filistinli mahkûmların kanuni statülerini kötülemeyi, direnişlerini yasadışı ilan ederek suçlamayı ve Filistin halkının mücadelesini ve meşru direnişini suç sayıp dünyaya onları “teröristler” olarak sunmayı hedefleyen çabaları.

Açlık grevindekilerin talepleri
Mahkûmlar, durumun yakıcılığını ve bedenlerine yönelik muamelenin haşinliğini bizzat tecrübe ettikten sonra İsrail’in hedeflerinin tehlikesini fark ettiler. Artık bu şekilde yaşayabilmek, durumun şiddetine tahammül edebilmek ve kendilerine yapılanlara karşı susup sabredebilmek imkânsızdı.
Bu yüzden mahkûmlar, bütün diğer seçenekleri tükettikten sonra en son çare olarak geçtiğimiz 17 Nisan tarihinde ucu açık bir açlık grevine başladıklarını ilan etmek durumunda kaldılar. İşgal devletini hapishane ve tutukevlerindeki Filistinli mahkûmlara muamelede uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere uymaya zorlama noktasında uluslararası toplumun umursamazlığı ve insan hakları örgütlerinin acziyeti karşısında geriye bir tek bu kalmıştı.
Açlık grevi, bugüne kadar mahkûmlar için ne ilk ne de tercih edilir bir seçenekti. En kolay ve en az acı verici bir seçenek de değildi. En son ve hiç tercih edilmeyen, üstelik de ağrısı sızısı en fazla olan seçenekti. Mahkûmlar kendilerini aç bırakmaya hevesli değiller, bedenlerine eziyet çektirmek istemiyorlar, hapishanelerde şehit düşmeyi de arzu etmiyorlar.
Ancak gasp edilen haklarını söke söke alma noktasında direniş kültürünü somutlaştırmak, çiğnenen haysiyetlerini korumak ve işgalciye karşı direnişlerinin meşruluğunu ve kendi statülerini savunmak amacıyla istemeseler de bu seçeneğe başvurmaya mecbur kaldılar.
Eskiden beri açlığın kâfirlik olduğu söylenir; ancak burada işgalci İsrail’in demir parmaklıkları ardında açlığı devrimcilik haline getiren Filistinliler var.
Bu yüzden mahkûmlar 1967’den beri onlarca açlık grevine girdiler. Mahkûmların başlattığı ilk toplu ve düzenli açlık grevi, 1970 Temmuz’unda Aşkelon Hapishanesi’nde gerçekleşti ve bu süreçte hayatını kaybeden Abdülkadir Ebu’l-Fahm, ilk açlık grevi şehidi olarak tarihe geçti.
Bu grev ve şehadetin daha sonraları Mahkûmlar Hareketi üzerindeki etkisi büyük oldu. Aynı metodun sürdürülmesi hususunda mahkumlar üzerinde bir motivasyon kaynağı haline geldi. Bundan sonra grevler devam edegelen çatışma çerçevesinde bütün hapishanelerde peş peşe yaşandı ve bu süreçte mahkûmlar büyük fedakârlıklar gösterirken aralarından şehit düşenler oldu: Râsim Halave, Ali el-Caferî, İshak Merağe ve Hüseyin Ubeydat.
Şu anda yaklaşık 1500 Filistinli mahkûmla başlayan açlık grevi, eski mücadeleci adımların bir uzantısı ve aynı kültürün bir yansıması. Talepler çeşitlense de motivasyonları itibarıyla geçmişteki grevlerden hiç de farklı değil. Muhtevası bir tek: haysiyeti korumak, aşağılanmayı reddetmek, hakları söke söke almak, hayat şartlarını iyileştirmek, varlığı ve kimliği savunmak, mahkûmların hukuki statülerini ve mücadelelerinin meşruiyetini güçlendirmek.
Ayrıca mahkûmlar, grevleriyle durgun suları hareketlendirmeye, davalarını canlandırarak yeniden gündeme taşımaya, çektikleri sıkıntılara ışık tutmaya ve Filistin-İsrail çatışmasının ortasında kendi davalarına dikkat çekmeye çalışıyorlar.
Mahkûmlar bütün taleplerini ilettiler ve aslında bunlar uluslararası hukukun garanti altına aldığı haklardı. Taleplerin bir kısmı, daha evvel grevlerle söke söke almış oldukları, ancak son grevle birlikte hapishane yönetimlerinin geri adım atarak gasp ettiği haklarıydı. Diğer bir kısmı ise hücre hapsiyle tecrit politikası, idari tutukluluk, tıbbi ihmal, kadın ve erkek mahkûmlara karşı küçük düşürücü ve aşağılayıcı muamelelere bir son verilmesi başta olmak üzere mahkûmların artık ortadan kalkması için mücadele etmeyi elzem gördükleri türden taleplerdi.
Ayrıca aile ziyaretlerinde şartların iyileştirilmesi, ailelerle insani iletişim sağlamak amacıyla umumi bir telefon konması, ziyaretler sırasında çocukların içeri girip mahkûm aile fertleriyle kucaklaşmasına ve fotoğraf çektirmesine izin verilmesi, içeriye kitap-gazete ve elbise sokulması, tecridi kırmak için bazı Filistin ve Arap televizyon kanallarını seyretmelerine müsaade edilmesi, hapishane kapılarında bekleyen aile mensuplarının onurunu koruyacak şekilde bekleme salonları inşası da talepler arasında. 
Talepler bununla da bitmiyor. Sayıları çok fazla olan hasta mahkûmlara uygun tedavilerin yapılıp gerekli ilaçların sağlanması, sevkiyatları sırasında düzgün koşullar sunulması ve insani muamele yapılması, eğitim için yeniden genel liseye ve İbrani Üniversitesi Açıköğretim programına katılmalarına izin verilmesi de mahkûmların taleplerinden.

Eksik katılım
Bütün örgütler greve desteklerini ilan ettiler ve gruplar, şahıslar ve semboller şeklinde farklı derecelerde katılım gösterdiler. Bu, her ne kadar tam kapsamlı olmasa da, uzun yıllarını hapishane hücrelerinde kaybetmiş mahkûmların aşırı ihtiyaç duyduğu bir adımdı.
Ancak bugün açlık grevindekilerin kahir ekseriyeti, el-Fetih Hareketi’ne mensup mahkûmlar. İsrail hapishane ve tutukevlerindeki bütün mahkûmların yarıdan fazlası el-Fetih Hareketi’nden. Açlık grevinin başladığını duyuran ve talepler listesini açıklayan kişi, Filistin’de güçlü bir desteğe ve çok büyük bir itibara sahip [hapishanedeki] el-Fetih liderlerinden ve Filistin Yasama Meclisi milletvekili Mervan Barguti idi.
Yaklaşık 6500 mahkûm olduğu halde greve katılımın neden 1500 mahkûmla sınırlı olduğu soruluyor. Ve yine, sayıları 3500’ü aşan hapishanelerdeki el-Fetih mensupları ve liderlerinin, kendi örgütleri grevin liderliğini yaptığı ve ardındaki asıl itici güç olduğu halde, neden yeteri kadar katılmadıkları da cevabı aranan diğer bir soru.
Herkesin anlaması gereken acı gerçek şu ki el-Fetih Hareketi, çok çeşitli faktörlerden ötürü, artık eskisi kadar kendi içinde bütünlüklü ve insicamlı bir yapı değil. Farklı bileşenlerden müteşekkil Mahkûmlar Hareketi de [1993] Oslo Anlaşması’nın öncesinde olduğu kadar güçlü değil; zira bu anlaşma, iç bütünlüğü olumsuz yönde gölgeledi.
Filistin-Filistin “bölünmüşlüğü”nden evvel bütüncül bir yapıda olan Mahkûmlar Hareketi, artık böyle değil. Ortak kararlar alınmasında grubun başarısızlığının bir yansıması bireysel grevlerde açıkça görülüyor. Mahkûmlar hala daha hareketlerinin birlik ve bütünlük içinde davranmasını sağlayacak mekanizmalar bulma arayışındalar, tıpkı 1970’ler, 1980’ler ve 1990’larında ilk yıllarında olduğu gibi. 
Kapsamlı ve ucu açık açlık grevleri, kolektif kültürden bağımsız olmayıp mücadelenin kazanılmasında ortak hareket temel bir unsur. Bu bağlamda her mahkûm, gücünün ancak grup olarak güç birliği yapılmasından geldiğini hisseder. Her mahkûm kendi başına güçlü olsa dahi, aynı amaç ve aynı araçla kendisine katılan diğer mahkûmların güç birliği sayesinde gücüne güç katar. Bu, grevin kuralıdır ve başarının anahtarıdır.
Mahkûmlar grevlerine –katılımcıların sayısına ve hangi hapishane ve tutukevinde kaldıklarına bakmaksızın– ortak bir adımla başladılar;  bu grevin Mahkûmlar Hareketi’nin itibarını ve iç kenetlenmesini yeniden kazandırma ve ayrıca kibirli gardiyanların küstahlığına ve zorbalığına karşı koymak için ortak karar ve kolektif kültürde yeni bir aşamayı tesis etmesini dört gözle bekliyorlar.
Önümüzdeki günlerde yeni yeni mahkûmların eklenmesiyle grev halkasının genişlemesi ve greve katılanların sayısının artması bekleniyor. Eğer ki grev devam edip uzarsa Hamas Hareketi’nin de resmî bir kararla ve ağırlığını koyarak dâhil olması beklentiler arasında. Bu, greve yeni bir güç aşılayacak ve ayrıca hapishanelerin dışındaki dayanışma faaliyetlerine de ilave bir nitelikli ivme katacaktır. Tahminim Hamas da buna yönelecektir.

Meşru endişeler
Grevin ilk gününden itibaren devam eden dış seferberlik hali ve destek kampanyaları, resmî yetkililerin ve halkın arka çıkması ve el-Fetih Hareketi’nin bütün bileşenleriyle destek olması sayesinde mahkûmlar karşılaştıkları zor şartlara, maruz kaldıkları meydan okumaların büyüklüğüne, kendilerine karşı işlenen zulümlere rağmen büyük bir ısrarla ucu açık açlık grevini sürdürüyorlar.
Ancak birçokları haklı endişeler taşıyorlar.  En önemlileri şunlar:
–– El-Fetih Hareketi, bütün hapishanelerdeki liderlerinin ve mensuplarının tamamının greve katılması önündeki engelleri aşamadı. Diğer gruplar da greve ağırlığını koyamadı. Hamas Hareketi hala daha greve katılmış değil.
–– Bugünlerde Filistin sahasında birçok kriz esmekte. “Bölünme”ye yol açan eski krizlerin ve yansımalarının yanı sıra son dönemde Filistin yönetimine bağlı memurların maaşlarındaki kesinti, elektrik krizi ve benzerleri belki de bu esintilerin sonuncusu olmayacak. Grev devam eder ve uzadıkça uzarsa, bütün bu krizlerin yerel katılımın boyutunu olumsuz yönde etkilemesinden korkuluyor.
–– Bazı Arap ülkelerinin başına gelen çetin şartlara ve bazılarının muzdarip olduğu felaketlere üzülüyoruz. Arap Birliği ümmetin meseleleriyle baş etmekle meşgul. Arap vatandaşlarının omuzlarındaki sıkıntıların ağırlığını anlayışla karşılıyoruz ve Arap sahasında yürütülen faaliyetleri takdir ediyoruz. Ancak bu eylemlerin zayıf ve donuk kalması gibi bir endişe de sözkonusu.
–– Arap medyası, grevdeki mahkûmlar konusunu yoğun bir şekilde haber olarak işlemeye başladı. Ancak –birçoklarına göre– mahkûmlar meselesinden çok daha yakıcı olan Arap dünyasındaki diğer meselelerle meşgul olmak için bu konuya verilen önemden geri adım atılmasından korkuluyor.
–– İsrail zamana oynuyor; grevin süresini uzatarak ve –Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Amerikan Başkanı Donald Trump’la görüşmek üzere Washington’a gitmeden evvel– grevi bitirtmek veya saflarını bölmek için mümkün olan her türlü yolla grevcilere çok daha fazla baskılar yapıyor. Hedefi, mahkûmların taleplerini karşılamadan veya onlar için önemli hiçbir taviz vermeden grevi bitirtmek.
Sonuç olarak, yeri gelmişken vurgulayalım, işgal devletinin ilan ettiği siyaset hep grevcilerle müzakereyi reddetmek oldu. Zira bunu kolunu bükme çabası olarak gördü ve dolayısıyla grevi kırıp sona erdirmek için mahkûmların bedenlerine yönelik sessiz sedasız bir savaş açtı.
Ve işte yine böyle bir savaş başladı. Hapishane yönetimleri grevcilere karşı erkenden savaş açarken, eşzamanlı olarak işgalci devletin bazı bakanları da mahkûmların idamı, tedavi edilmemesi ve ölene kadar açlık grevini sürdürmeleri yönünde açıklamalar yapıyorlar.
Filistin tarafının farklı kesimlerinde talep edilen şey ise grevi yüksek ve kolektif bir sorumlulukla ele almak ve hapishanelerde vuku bulabilecek şeylere karşı herkesin hazırlıklı olması.

Hapishanelerdeki mahkûmların yürüttüğü savaş, bütün Filistinlilerin savaşı. Hedef alınan, sadece Filistinli mahkûmlar veya onların işgalciye karşı yürüttüğü gerilla operasyonları değil, aynı zamanda bir bütün olarak Filistin halkı ve onun cesur mücadelesi, işgalciyi yenip özgürlük ve bağımsızlığı kazanmak için yürüttüğü mücadelenin meşruiyeti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder