9 Nisan 2017 Pazar

K.BOKHARİ: ŞİİLİĞİN YAYILMASI KISA ÖMÜRLÜ OLACAK


ŞİİLİĞİN YAYILMASI NİÇİN KISA ÖMÜRLÜ OLACAK?

Kamran Bokhari (Geopolitical Futures (Ortadoğu ve Güney Asya’da radikalizm ve jeopolitik alanında) kıdemli uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara, emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Stratfor Analiz, 12.5.2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Tahminler
o       Bir grup Şii devletin Ortadoğu’da koalisyon kurması jeopolitik açıdan önemli bir gelişme; ancak başını İran’ın çekmesi bunun kısa ömürlü olacağı anlamına geliyor.
o       Aslında böyle bir bloğun kurulması ve yayılması Sünni Arap devletlerinin bölünmüşlüğü ve zayıflığı sayesinde gerçekleşebildi.
o       Başta Suriye İç Savaşı ve etnik-dini koşullar/kısıtlamalar olmak üzere birçok faktör İran’ın mevcuttan daha öteye Şii nüfuzunu yaymasını engelleyecek.
Ortadoğu’daki mezhep çatışması Sünni-Şii rekabetine indirgenebilir. Gerçekte ise durum çok daha karmaşık. Sünni birlik tezi bir efsane; Sünni bloktaki ülkeler bir dizi konu üzerinde bölünmüş durumdalar. 1990’ların başından itibaren gücü giderek artan Şiiler de azınlık olmaktan kaynaklanan kaçınılmaz bazı kısıtlamalarla maluller.

Demografik bir meydan okuma
Şii bloğun en önemli özelliği, Müslüman nüfusun sadece küçük bir kesimini oluşturmaları. Müslüman dünyanın dörtte üçünden fazlası Sünni İslam içinde.
2011’de Pew Araştırma Merkezi’nin bir çalışmasına göre Şiiler sadece dört ülkede çoğunluk: İran, Azerbaycan, Bahreyn ve Irak. Ama diğer bazı ülkelerde de önemli miktarda Şii azınlık var: Yemen, Kuveyt, Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, Türkiye, BAE, Katar ve Umman. Lübnan’da da Şiiler farklı Müslüman ve Hristiyan mezhepler arasında en büyüğünü oluşturuyor. Hindistan’daki yaklaşık 180 milyonluk Müslüman’ın da %20’sini teşkil ediyor.


Sünni muadilleri gibi Şiiler de kendi içlerinde muhtelifler. On İki İmam Şiileri en büyük kesimi oluştursa da İsmaililer, Zeydiler, Aleviler ve Dürziler de var. Bütün bu alt mezhepler coğrafya, dil, siyaset ve ideoloji bakımından farklılıklar arz ediyorlar.
Tarihsel olarak Şiiler, bazı istisnalarla birlikte, zaman zaman yönetime geçti. Fatımiler (909-1171), Fas’tan Arap Yarımadası’nın batı sahillerine uzanan bir coğrafyada Kahire merkezli bir hilafeti sürdürdüler. 12 İmam Şiileri olan Büveyhoğulları (932-1055), bugünkü İran ve Irak’ın büyük bir kısmını hükümranlığı altına aldı. Daha sonra Orta Asya Moğolları olan İlhanlılar Pakistan, Afganistan, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bir kısmını yönetti. Daha yakın bir zamanda Zeydiler Yemen’deki imamlıklarıyla (897-1962) iftihar ettiler. Yine Ortaçağ’da birçok küçük Müslüman devleti de Şii hanedanlarca yönetildi.


Ama tarihin büyük kısmında Şii yönetimleri aslında nadirattandı. 16. yüzyıla kadar Şiiler Sünnilerin egemenliği altında kaldılar, ta ki Safevi İmparatorluğu Şii İslam’ı resmi din ilan edene kadar. O döneme kadar Ortadoğu ve Güney Asya’nın çoğu, her ikisi de Sünni imparatorluklar olan ya Osmanlıların ya da Babürlerin kontrolü altına girmişti.

Tutunma noktaları kurma
Şii gücü bundan sonra Acemistan’a kaydı. 1979’da İran Devrimi’yle resmen Şii bir cumhuriyet kuruldu. Şu anda İran en büyük ve askeri açıdan en güçlü Şii devleti ve bu güç, Tahran’daki din adamlarının Şii cemaatleri destelemesini ve böylelikle Arap dünyasındaki nüfuzunu artırmasını sağladı. Ama nüfuzunu yaymak her zaman öyle kolay olmadı. Mesela Azerbaycan’daki Şii çoğunluğu kendi lehine çevirmek için İran’daki etnik Azerileri bir koz olarak kullanmaya çalıştı. Ancak 1991’e kadar Azerbaycan SSCB’nin bir parçası ve laik bir yapıydı. Laikliği onu Şiilerin faaliyetlerine karşı dirençli hale getirdi.
İran’ın nüfuzu Güney Asya gibi yerlerde de bastırıldı. Hindistan ve Pakistan gibi güçlü devletlerin varlığı ve tabii ki Afganistan savaşı Tahran’ın doğuya doğru yayılmasını iyice zorlaştırdı. Kuzeybatıya ve doğuya yayılmanın önü büyük ölçüde kapatılmışken İran’ın genişleyebileceği tek yön batıya doğru Arap dünyası olarak kaldı. 1980’lerde İran-Irak Savaşı’ndaki o kirli çatışmalara rağmen Tahran, Bağdat-Şam rejimlerinin düşmanlığı sayesinde Suriye'de kendine bir tutunma noktası kurabildi. Gerçekten de Suriye, kısmen Sünni çoğunluğu yöneten Alevi azınlık rejimi sayesinde erken dönemde İran’ın müttefiki oldu. Suriye yönetimi aynı zamanda İran’ın Hizbullah’ı büyük bir siyasi ve askeri güç olarak geliştirmesine de yardımcı oldu.
İran’ın bölgesel nüfuzunun yayılmasında iki olay daha etkiliydi: İran-Irak Savaşı’nın akabinde, bir bakıma tesadüfen Lübnan İç Savaşı da 1989’da çözüldü. Bu da İran’ın vekil gücü Hizbullah’ı Lübnan’ın en büyük siyasi gücü haline getirdi. Ertesi sene Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle 1991’de Körfez Savaşı başladı. Körfez Savaşı, Bağdat hükümetini zayıflattığı için İran inanılmaz bir avantaj yakaladı. Daha evvel Körfez İşbirliği Konseyi (KİK)’ne üye olan ülkeleri İran’ın ihlallerinden/saldırılarından koruyan Irak’tı.
Ardından Tahran’ın yıllardır destek verdiği Kürtler ve Şiiler, Irak rejiminin artan zafiyetini istismar etmeye başladı. ABD Saddam Hüseyin’i devirdiğinde Irak artık İran’ın nüfuzuna girmeye hazırdı. Gerçekten de bu oldu ve bu sayede İran, Tahran’dan Akdeniz’e uzanan bir Şii hilali kurdu.
Ancak İran’ın yayılması kısa süre sonra durdu, her ne kadar hegemonya kurma arzusu devam etse de. Batı kanadının güvenli olduğu varsayımıyla Tahran, baş rakibi Suudi Arabistan’ın merkezi olan Arap Yarımadası’na yayılmak için Arap Baharı’nı bir fırsat olarak gördü. Özellikle Bahreyn’deki Şii isyanını kendi lehine kullanma ümidindeydi. KİK müttefiklerinin yardımıyla Suudi Arabistan Bahreyn’deki isyanı ve böylelikle İran’ın bu ada devleti üzerinde üstünlük kazanma ümidini bastırdı.
Kısa süre sonra İran’ın hırsları, Arap Baharı protestolarının bir iç savaşa dönüştüğü Suriye’de bir darbe daha aldı. Alevi yönetimi hala Suriye’nin başında ve onun düşmesi İran için bir felaket olacak: Müttefiki Hizbullah’a erişimi kesilecek ve Iraklı Şiileri Suriye’de Sünni bir rejime maruz bırakacak. Dolayısıyla İran’ın Esed rejimini aşkla ve şevkle desteklemesi bir sürpriz değil.

Çok fazla kırmızı çizgi
Hâlihazırda İran ve Şiiler, Suudi Arabistan ve Sünnilerden çok daha iyi bir durumda gibi görünüyor. Hizbullah ve diğer milisler Esed rejiminin başta kalmasına yardımcı oldu. Nusra Cephesi ve İslam Devleti gibi radikal gruplarla savaş, İran’a hem yeniden gruplaşma hem de ABD’yle nükleer müzakereleri yürütme fırsatı verdi. Dahası Suudiler Yemen’de Husi isyanını bastırmaya çalışmakla meşguller.


Ancak Şiilerin avantajları kalıcı değil. Şiilerin kazanımları, büyük ölçüde Sünnilerin zayıflığı ve anlaşmazlıkları sayesinde ve son dönemdeki bazı gelişmeler Sünnilerin, geçici de olsa, yeniden zemin kazanmaya başladığını gösteriyor. İsyancılar Suriye’de kritik toprakları, özellikle İdlib’i ele geçirdi ve Suudi Arabistan ile Türkiye Esed’i devirmek için bir ittifaka girdi.
Daha da önemlisi, Sünni nüfus Şiilerin çok çok üstünde ve Sünnilerin Şii yönetimine boyun eğmeyeceğini gösteren birçok kanıt var. Lübnan’da Hizbullah, askeri büyüklüğü ve nüfuzuna rağmen hükümetin hâkim unsuru olamadı. Yemen’de Zeydi Husi hareketi, Hizbullah’ın Yemen versiyonuna dönüşebilir ama Zeydilerin yaşadığı topraklar dışında kendi irade ve isteklerini dayatamaz. Barbarlığına rağmen İslam Devleti, Irak’ta hala güçlü bir Sünni grup, hatta Şiilerin ağırlıkta olduğu bölgelerde dahi.
Cihatçılar aslında İran’ı ve onun Şii müttefiklerini tehdit ediyor; ama aynı zamanda bu bir fırsat da. Cihatçılık Sünni devletleri zayıflatıyor ve uluslararası kamuoyunun İran’a doğru kayışını sağlıyor. İranlılar Suud’un çökmeye başlayacağı ümidinde. Onlara göre Yemen’deki Husi hareketin ivmesi, Suudi Arabistan’ın –Yemen’e komşu– Necran ve Cizan bölgesindeki İsmaililer arasında benzer bir isyanın tetiklenmesini sağlayabilir. Tercihen, Suudi Arabistan’ın Doğu Vilayeti’ndeki On İki İmam Şiileri de dalgalanacaktır ki böyle bir gelişme, Bahreyn’le birlikte, Suudi Arabistan’da İran nüfuzunun önemli bir ileri karakolunu tesis edecektir.
Bölgenin Sünnileri için çok fazla kırmızı çizgi var. Pek mümkün görünmeyen Suudi Arabistan’ın iyice zayıflayıp da İran’ın Arap Yarımadası’nı fiili kontrolü altına alması senaryosunda dahi Sünniler, kutsal beldeler Mekke-Medine’nin Şiilerin kontrolüne girmesine müsaade etmeyecektir. Sünnilerce kuşatıldıklarından bu konuda pek bir şey yapabilecek ölçüde Şii de yok.
Şii yönetimin yayılmasını engelleyen dini mülahazaların yanısıra etnik sebepler de var. Şii liderlik Arapların değil Farsların elinde. Arap Şiiler, Tahran’la ittifak kursalar bile bunu, kendi ülkelerinde uğradıkları iftiralar yüzünden mecburiyetten yaptılar. Bu da İran’ın kendi hedeflerine ulaşmak için onlara ne derece güvenebileceğinin sınırlarını ortaya koyuyor.
Arap dünyasının Şiileri büyük ölçüde birleşmiş olsalar da bazı farklılıkların görmezden gelinmesi çok çok zor. Şii ilim merkezleri olan Irak’ın Necef’i ile İran’ın Kum’u arasında hala daha rekabet var ve İran, Necef üzerindeki nüfuzunu artırmak için çok çalıştı. İranlı liderlerin ümidi, Irak’taki güç boşluğundan istifade ederek kendi velayet-i fakih doktrinini yaymak. Ancak İran kendi siyasi dönüşümünü yaşarken liberal-muhafazakâr fraksiyonlar ve demokrasi-teokrasi taraftarları arasındaki gerilim daha akut bir hale geliyor. Bu gerilimler İran’ı uluslararası hedeflerini bir kenara bırakıp içeriye odaklanmak zorunda bırakabilir.

İran’ın mevcut Sünni zayıflığını istismar etmek istemesi kadar, Tahran’daki değişimler de liderlerinin bölgesel hırslarına gölge edebilir; tıpkı Şiiler arası iç farklılıklar ve Suriye İç Savaşı’nın gelişimi gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder