9 Nisan 2017 Pazar

E.ES-SİNVÂR: TRUMP DÖNEMİNDE YAHUDİ YERLEŞİMLERİNİ AKLAMA VE BATI ŞERİA’YI TASFİYE



TRUMP DÖNEMİNDE YAHUDİ YERLEŞİMLERİNİ AKLAMA VE BATI ŞERİA’YI TASFİYE

Emanî es-Sinvâr (Avrupa ilişkileri ve insan hakları araştırmacısı)
El-Cezire Arapça, 8.2.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu tercüme, el-Cezire Türk internet sitesinde 16.2.2017 tarihinde “Trump ve yerleşimler” başlığı altında yayınlanmıştır: http://aljazeera.com.tr/gorus/trump-ve-yerlesimler

6 Şubat'ta İsrail meclisi Knesset, Batı Şeria’da Filistinli vatandaşların özel arazileri üzerinde inşa edilen Yahudi yerleşim birimlerini yasallaştıran ve bunların yıkılmasına/sökülüp kaldırılmasına izin vermeyen bir kanun tasarısını onayladı.
Bu karar, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilerin arazileri üzerine inşa ettiği yaklaşık 4 bin yasadışı konuta yasallık kazandırarak statü sorununun çözülmesini sağlıyor. 53 farklı yerleşim birimine dağılmış durumdaki bu konutlar, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait toplam 8 bin dönümlük araziyi kapsıyor.

Hırsızlığın meşrulaştırılması
Her ne kadar yerleşimlerin tamamı uluslararası hukuka aykırı olsa da ve Roma Statüsü’ne göre işgal altındaki topraklara işgalci tarafından nüfus transferi savaş suçu sayılsa da İsrail, hükümetin gözetiminde inşa edilen yerleşimler ile Yahudi yerleşimcilerin Filistinlerin tapulu arazilerini gasp ederek gelişigüzel inşa ettikleri yerleşimleri birbirinden farklı tutuyordu.
Ancak yeni kanun, bu ayrımı ortadan kaldırıyor ve bu yasadışı yola tevessül eden şahıs ve kurumları işledikleri suçun hukuki sonuçlarından koruyarak, üstelik çalınan araziler üzerine inşa edilmiş evlerin yıkılmasını engelleyerek kelimenin tam anlamıyla daha fazla arazi gaspına kapı aralıyor. Keza Filistinlilerin kendi özel arazileri üzerine inşa edilen evlerin yıkılması talebiyle İsrail Yüksek Mahkemesi’ne dilekçe vermeleri de yasaklanıyor ve bu konuda Mahkeme’nin vereceği kararları da gasp edilen araziler karşılığında ya maddi tazminat ödenmesi ya da başka bir arazi verilmesine hükmedilmesi olmak üzere sadece iki alternatifle sınırlandırıyor.
Knesset’ten geçen bu kanun, İsrail yargısına darbe ve hukuk devleti ilkesinin de ihlali sayılıyor. Zira kanunla bugüne kadar Yüksek Mahkeme’nin yerleşim birimlerinin boşaltılmasına hükmettiği kararlar geriye dönük olarak iptal ediliyor ve böylelikle son sözü veren yargı değil, yasama ve yürütme erkleri oluyor.
Son yıllarda yasadışı yerleşim birimleri tartışması, hukuki statü sorununun çözülmesini destekleyen sağcıların ve aşırı sağcıların tezlerinde iyice belirginleşmişti. Ve aslında bu, Batı Şeria’yı ilhak, Doğu ile Batı Kudüs’ü birleştirme ve birer oy deposu niteliğindeki sürekli yayılan ve aşırı radikalleşen yerleşimcileri tatmin etme planlarının bir hazırlığıydı.
Yüksek Mahkeme’nin bazı yerleşim birimlerinin boşaltılması yönünde verdiği kararların ardından, Aralık ayı başında Knesset’ten ilk onayı alan Yerleşimleri Aklama Tasarısı’nın (İsraillilerin adlandırmasıyla Çözüm Kanunu’nun) hazırlıkları tamamlanmıştı. Kanun tasarısının nihai oylamasını geciktirme çabalarına rağmen, Şubat ayı başında Amona yerleşim biriminin boşaltılma görüntülerinin ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun koalisyon hükümetindeki radikal Yahudi Evi Partisi’nden ortaklarının ısrarları üzerine süreç hızlanmıştı.
İsrail, Amona’dan dünyaya dramatik görüntüler yayınladı. Filistinlilere vermek için kuvvet kullanmak suretiyle kendi vatandaşlarını evlerinden çıkaran bir kanun devleti rolü oynarken, aslında Batı Şeria ve Kudüs’te en geniş ve hayati alanları ele geçirmek için kritik bir savaşa hazırlık yapıyor.

Yerleşimler barışın önünde engel mi?
Netahyahu, yeni Amerikan yönetimiyle istişare etmeden bu kanunla ilgili adım atmamaya özen gösterdi. İki gün boyunca “yerleşim kararı”nı onaylamayı ısrarla geciktirerek ABD Başkanı Donald Trump’la 15 Şubat’taki buluşmasının sonrasına erteledi. Ancak başbakanlık sözcüsü, Netahyahu’nun Amerikan yönetimiyle iletişime geçip kararla ilgili genel bir bilgilendirmeden sonra erteleme için ortada bir gerekçe kalmadığını Fransız haber ajansı AFP’ye açıkladı. (El-Cezire’nin bilgi notu: İki liderin 15 Şubat tarihli görüşmesinde, Trump İsrail'in yeni yerleşim yerleri inşasını biraz durdurması gerektiğini söyledi. Ancak ABD Başkanı aynı görüşmede, İsrail  - Filistin sorununda ABD’nin en baştan beri savunduğu iki devletli çözüm konusunda da geri adım atarak “İki devletli çözümün daha iyi olacağını düşünüyordum; ama eğer İsrail ve Filistin mutlu olacaksa onların tercihi ne ise ben de onu kabul ederim.” ifadesini kullandı.)
Amerikan yönetiminin karara yeşil ışık yakması, toprak gaspını meşrulaştıracak, geçmişte verilen yargı hükümlerini ortadan kaldıracak ve işgal yönetiminin mahkemeler karşısındaki üstünlüğünü pekiştirecek. Kararın İsrail Başsavcısı’na göre “anayasaya aykırılığı” ve uluslararası hukuku ihlal etmesi de cabası. Bu karar, Trump’ın göreve gelmesinden bu yana beklendiği gibi, Amerikan-İsrail ilişkilerinde yeni bir faslın hararetli bir şekilde başladığına işaret ediyor.
Bu, Beyaz Saray’ın “Yerleşimler barışın önünde bir engel değil” açıklamasını, Trump’ın seçim kampanyası boyunca ortaya koyduğu duruşundan bir geri adım değil, aksine bunun daha da pekiştirilmesi olarak gören kesimlerin lehine. Trump ve ekibine göre, Yahudi yerleşimleri barışın önünde bir engel olarak görülemez; zira onların barış anlayışında iki devletli çözüm, merkezi bir konumda değil. Nitekim bu, Trump’ın iki devletli çözüm için Tel Aviv’i müzakereye zorlamayacağını vurguladığı açıklamalarına da yansıdı.
Ayrıca barış sürecine nezaret edecek kişi olan Trump’ın damadı Jared Kushner, yerleşimleri desteklediği bilinen Yahudi bir aileden geliyor. Yine Trump’ın ABD'nin Tel Aviv büyükelçiliği için aday gösterdiği David Friedman da yerleşimlere desteği ve İsrail’in Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ü topraklarına katmasını bir “hak” olarak savunmasıyla tanınan bir isim.
Kanunu gözden geçirmesi beklenen İsrail Yüksek Mahkemesi iptal yoluna gidebilir. Ancak Knesset’te 52’ye karşı 60 kabul oyuyla kanun tasarısının geçmesini sağlayan İsrail sağının başarısı ve ABD’nin de bu kanunun geçişine yeşil ışık yakması, İsrail aşırı sağıyla Trump yönetimi arasındaki yeni ilişkilerin tabiatını ortaya döküyor.

Karanlık gelecek
Aslında İsrail de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yerleşimleri suç sayan ve durdurma çağrısı yapan 2334 sayılı kararının üzerinden henüz sadece bir ayı aşkın bir süre geçmişken, yerleşimleri koruyup kollayan ve toprak gaspını teşvik eden, anayasaya aykırı kanunlar çıkarmakla kibirlilikte dönüm noktası sayılacak kadar ileri gittiğinin farkında.
Trump’ın yemin ederek göreve başlamasının ardından geçen iki hafta içinde İsrail yönetimi 6 bin yeni konutun inşasına izni verdi. Görünen o ki, Tel Aviv, sağcıların hedeflediği Batı Şeria’yı ilhak planını sessizce ama süratle hayata geçirmek için zamanla yarışıyor. Başkan Trump’tan Amerikan Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınma planının ertelenmesinin istenmesi de İsrail açısından çok daha önemli ve temel adımlar için fırsat yaratma çabasının bir ürünü gibi görünüyor. Ancak Filistin ve Arap halkının bunu aynı heyecan ve dikkatle karşılamayacağı aşikar.

İsrail sağının yerleşimler politikası
İsrail sağının yerleşimler konusunda izlediği yolun üç boyutu var: (i) 2009’dan bu yana yerleşim birimlerinde hummalı bir inşaat faaliyeti yürütmek, (ii) yasadışı yerleşimleri korumak ve yeni kararlarla yasal statü sorunlarını çözmek, (iii) ardından benzer kararlarla Ma’ale Adumim gibi büyük yerleşim bloklarını İsrail’e ilhak etmek için hazırlık yapmak. Bu, Batı Şeria’nın kuzeyini güneyinden tamamen ayırmak ve iki devletli çözümü nihai olarak toprağa gömmek ve belki de Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ün yeniden işgalinin zeminini hazırlamak anlamına geliyor.
Görünen o ki, uluslararası ve bölgesel şartlar, Likud’un siyasi ideolojisini yansıtan ve Kasım 2016'da olgunlaşan bu gidişat için uygun. Keza Netanyahu, aşırı sağcılarla koalisyon hükümetini ayakta tutma ihtiyacı içinde ve kendisine karşı açılan yolsuzluk davasının yansımalarını da örtbas etme arzusunda.
Bölgesel düzeyde İsrail, Filistin üzerindeki planlarına karşı kayda değer bir direnişle karşılaşmıyor. Zira “Arap Baharı” dalgası sırasında kendisini tehdit eden tehlikeleri –Mısır’da kukla bir rejim kurulmasını, Suriye’de her şeyin mubah sayıldığı bir alan oluşmasını ve Lübnan direnişinin Suriye bataklığıyla meşgul olmasını sağlamak suretiyle– etkisizleştirdi. Keza İsrail’le ilişkileri yeniden normalleştirme anlaşmasından sonra Türkiye de etkisizleşti ve Ankara, Filistin meselesine ilişkin söyleminde değişikliğe gittiğinin birçok işaretini verdi.
Arapların da dikkati İran tehlikesine karşı koymaya odaklanmış durumda ve bunu Amerikan yönetimiyle ilişkilerin gidişatını belirlemede temel kriter haline getirdiler. Öyle ki, Trump’ın sert bir dille Tahran’a uyarıları, Arapların onun dış politikasını sevinçle karşılamasına yol açtı. Ancak bu sevinç ve kutlamanın bedeli, Filistin meselesinde Trump’ın yıkıcı siyasetine karşı politikalar geliştirilememesi şeklinde tezahür edebilir.
İki devletli çözümün korunmasında en ısrarcı uluslararası taraf olan Avrupa konusunda da durum iç açıcı görünmüyor. Zira Avrupalı oyuncular –İngiltere’nin sert Brexit kararından sonra AB’nin bir birlik olarak geleceği, kıtayı popülist sağcı dalganın istilası ve Paris ile Brüksel’de karar alma mercilerine dahil olma tehdidi başta olmak üzere ortaya çıkan bir dizi sorun yüzünden– vakitlerinin çoğunu iç meselelere odaklanarak geçiriyorlar.

Trump yönetiminin, küresel ve bölgesel durumun laçkalaştığı bir dönemde, Yahudi yerleşimlerini aklama gibi tartışmalı ve anormal bir karara yeşil ışık yakması, Tel Aviv’in Filistin meselesini İsrail sağı ile aşırı sağının standartlarına göre nihai olarak tasfiye etmek için bir Amerikan kılıfı yaratmaya çalıştığının uyarı çanları. Ve yazık ki bugün artık Filistin meselesi, Arapların önem verdiği meseleler listesinin en son sırasına düşmüş durumda.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder