19 Nisan 2017 Çarşamba

NİSAN 2017 - İÇİNDEKİLER


İÇİNDEKİLER

Nisan 2017    (Ekseriyeti Ortadoğu odaklı dış basından toplam 29 makale tercümesi yer almaktadır)


Geopolitical Futures, 17.4.2017
Geopolitical Futures, 12.4.2017
Mauldin Economics, 17.10.2016
George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)

Robert Kagan (Brookings Enstitüsü kıdemli araştırmacısı, “The World America Made” kitabının yazarı)
Foreign Policy, 6.2.2017

Geopolitical Futures, 8.9.2016

Sergey Karaganov (Rusya’nın en tanınmış siyaset bilimcilerinden ve 2001-2013 yılları arasında Rusya Devlet Başkanı Putin’in dış politika danışmanı; halihazırda Moskova Ulusal Araştırma Üniversitesi Uluslararası İktisat ve Dış Politika Fakültesi dekanı ve Rusya Savunma ve Dış Politika Konseyi onursal başkanı)
Project Syndicate, 17.2.2017

Robert Ford (2011-2014 arasında ABD’nin Suriye büyükelçisiydi; halihazırda Washington Ortadoğu Enstitüsü üyesi ve Yale Üniversitesinde öğretim üyesi)
The Cipher Brief, 12.3.2017

John Nixon (Liderler üzerine uzmanlaşan eski CIA yetkilisi (1998-2011); Saddam Hüseyin’in yakalanmasının ardından onu ilk sorgulayan CIA ajanı ve “Debriefing The President: The Interrogation of Saddam Hussein” kitabının yazarı)
The Cipher Brief, 3.3.2017

Sharmine Narwani (Beyrut’ta yaşayan Ortadoğu jeopolitiği uzmanı ve yorumcu)
The American Conservative, 15.3.2017

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi) & Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Mauldin Economics, 20.3.3017 ve Geopolitical Futures, 27.3.2017

Kamran Bokhari (Geopolitical Futures kıdemli uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara, emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Stratfor Analiz, 12.5.2015

Fritz Schaap (Beyrut’ta yaşayan Alman gazeteci. 2012 yılında CNN Gazetecilik Ödülünü aldı)
Der Spiegel, 8.3.2017

Ömer Aşur (Exeter Üniversitesi Güvenlik Çalışmalarında öğreti üyesi ve Doktora Çalışmaları direktörü ve “Collusion to Collision: Islamist-Military Relations in Egypt” kitabının yazarı)
Project Syndicate, 20.2.2017

James Jeffrey (ABD’nin eski Irak ve Türkiye büyükelçisi; şu anda Washington Enstitüsü kıdemli üyesi) Soner Çağaptay (Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü)
The Cipher Brief, 1.3.2017

Jared Malsin (Time dergisi Ortadoğu büro şefi)
Time, 13.3.2017

Jim Quirk (Amerikan siyaseti ve karşılaştırmalı siyaset uzmanı Washington Amerikan Üniversitesi öğretim üyesi)
Jarusalem Post, 13.3.2017

Emanî es-Sinvâr (Avrupa ilişkileri ve insan hakları araştırmacısı)
El-Cezire Arapça, 8.2.2017

David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 6.2.2016

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 11.4.2017

Burak Bekdil (Ankara’da yaşayan gazeteci, Middle East Forum üyesi, Gatestone Institute ve Defense News için yazılar kaleme alıyor.)
Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi, 22.3.2017

Andrew Korybko (Rus siyaset bilimci, gazeteci, yazar; Rusya Halkların Kardeşliği Üniversitesi Stratejik Araştırmalar ve Öngörüler Enstitüsü uzman konseyi üyesi)
Katehon, 1.3.2016
Katehon, 2.3.2016
Katehon, 3.3.2016

Michael Rubin (Amerikan Girişim Enstitüsü Ortadoğu ve Türkiye uzmanı; Amerikan Donanması Askeri Akademisi öğretim üyesi ve Middle East Quarterly dergisinin editörü)
The Cipher Brief, 24.3.2017


ABD’NİN ESED’E MESAJI: ARTIK OYUN DEĞİŞTİ
Robert Richer (CIA Operasyonlar Direktörlüğü başkan yardımcılığından 2005’te emekli oldu; daha evvel Ortadoğu ve Güney Asya’da yürütülen gizli operasyonlardan sorumlu CIA Yakın Doğu ve Güney Asya Departmanı başkanıydı. Hâlihazırda Ortadoğu ve milli güvenlik konularında danışmanlık yapıyor ve International Advisory Partners’ın ana ortaklarından biri.)
The Cipher Brief, 7.4.2016

ABD, KUVVET KULLANMAYA İSTEKLİ OLDUĞUNU DOSTA DÜŞMANA GÖSTERDİ
James Stavridis (Halihazırda Tufts Üniversitesi The Fletcher School’un dekanı; 2009-2013 yılları arasında NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı olan amiral)
The Cipher Brief, 7.4.2017

David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
TRUMP KİMYASAL SİLAHLARA KARŞI ‘KIRMIZI ÇİZGİ’Yİ HAYATA GEÇİRİYOR
Washington Post, 6.4.2017
TRUMP, GEÇEN HAFTA SURİYE VE ÇİN KONUSUNDA DOĞRU YAPTI VE BU BİR BAŞLANGIÇ
Washington Post, 11.4.2017

TRUMP’IN KÜRESEL LİDERLİK BOŞLUĞUNU DOLDURMASI İÇİN BİR FIRSAT
Washington Post Başyazısı, 7.4.2017

BU BLOGDA NELER VAR? (Bloğun bütün içeriğine ay ay buradan ulaşabilirsiniz.)




G.FRIEDMAN: TÜRKİYE, LAİKLİK VE DİN



TÜRKİYE, LAİKLİK VE DİN

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 17.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Amerika’nın önemli jeopolitik uzmanı, Stratfor ve Geopolitical Futures’ın kurucusu olan George Friedman’ın bu blogda yer alan 24 makalesinin tercümesini toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ

Pazar günü Türkiye’de yapılan referandum, cumhurbaşkanının yetkilerini artırmakla ilgiliydi; daha derine inildiğinde ise toplumun laik ve dindar kesimlerinin ilişkileriyle alakalıydı. Mustafa Kemal Atatürk modern Türkiye’yi kurduğunda onun kılavuzu Avrupa kültürüydü. Bu da Türkiye’nin laik bir siyasi düzene ihtiyacı olduğu anlamına geliyordu. Kahir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede bunu tesis etmek hiç de kolay değildi. O da bu meseleyi, orduyu laik devletin anayasal muhafızı haline getirip dinî olanın gücüne karşı onu koruyarak çözdü.
Türkiye’nin kurulmasından yaklaşık bir yüzyıl sonra Kemalist formül savunulamaz hale geldi. Müslüman dünyada dinî olan, farklı akımlar üzerinden yeniden ağırlığını ortaya koydu. Bu da doğal olarak Türkiye’deki Müslüman kitleleri harekete geçirdi. Ülkeye hâkim olan laik Avrupa kültürü, giderek güçlenen dini taleplerle yüzleşiyor artık. Temel siyasal ve toplumsal soru şu: İki farklı kültür etrafında tek bir siyasi yönetim şekli nasıl kurulabilir? Her ikisi de göz ardı edilemez. Türkiye, laiklikle modernleştirilen bir Müslüman ülke. Laik olanı tahrip ederseniz, Türkiye’nin şimdiye kadar kaydettiği başarıları yıkarsınız. Müslümanlara saldırırsanız, teslim olması mümkün olmayan çoktan canlanmış durumdaki bir dini kışkırtırsınız. Türkiye, karşılıklı kuşku ve hor görmenin yayıldığı bir cumhuriyete dönüştü. Türkiye’yi her kim yönetirse yönetsin, kaplanın sırtına binmişçesine çok zorlanacak. Eğer sırtından düşerse, Türkiye paramparça olacak. Eğer düşmeden kalırsa, –hem laik hem de Müslüman olan– bu kaplan, sırtına binip de kendisini sürmekte olandan illa ki ürkecek.  
Laikliğin din ile uyum sağlamasının yolu, kamusal ile özel olan arasında radikal bir ayrım yaratmaktır. Din, özel hayatın bir parçası olmak; kamusal alan ise dinî meselelerde tarafsız kalmak zorundadır. Bir başka deyişle, kamusal alan laik olacak ve insanlar da kendi özel hayatlarında istedikleri gibi yaşamakta serbest kalacaklardır. Ancak problem şu ki laiklik tarafsız değildir. Salt dünyaya dair bir vizyondur. Kamusal ve özel alanların radikal bir şekilde birbirinden ayrılabileceği gibi bir garip varsayıma dayanır. Kâinatın ilahi bir gayesi olduğuna ve kendi hayatının da bunun bir parçası olduğuna inanıyorsan, bu inancı nasıl sadece özel hayatın gizli/dışa kapalı alanıyla sınırlandırabilirisin ki? Bir kültür nasıl olup da kendi kadim inançlarını kamusal alandan uzaklaştırarak bütüncül kalabilir?
Laiklik, geleneksel dinlerin hiçbirini bünyesinde barındırmadığı için tarafsızlık iddiasındadır. Ama problem şu ki laiklik, geleneksel bir din olmamakla birlikte, ahlaki/manevi iddiaları sürdürür ve bu iddialarla insanoğlunun tabiatına ve gayesine iman eder. Bunu bireyin merkeziliğini ve tercih hakkını savunarak yapar. Oysa hiçbirimiz kendi hayatlarımızı toplumsal etkilerden uzak şekilde, salt birer birey olarak yaşamıyor veya kendimizi geliştirmiyoruz. Laiklik, bir toplumun birey üzerinden inşa edilebileceğini iddia ettiğinde, aslında mevcut inançtan vazgeçip ona zıt bir başka inanç getirmiştir; bir geçmişi, dili ve kültürüyle belli bir coğrafyada yaşayan bir ailede dünyaya gelmiş bireyin bütün bunlardan bağımsız olmasını bekler. Hatta insanın bağımsızlığı/özerkliği fikri de ahlaki/manevi bir iddiadır. Diğer bir deyişle, laiklik tarafsız değildir, diğer dinlerin bir rakibidir: Tanrı’sı yoktur ama bireyi vardır.
Başlangıçta laikçiler, kendine güven duyan dindarlığın yeniden ortaya çıkışını avam takımının bir yükselişi olarak gördüler. Ardından onu özgürlüğün bir düşmanı olarak algıladılar. Laikliğin ahlaki/manevi üstünlük iddiasını –apaçık bir vaka olarak addetmek yerine– meşrulaştırmaları gerektiğini anlayamamak suretiyle laikçiler kendilerini savunma pozisyonunda buluverdiler. Dinin özel alana hasredilmesini kalıcı bir çözüm varsayarak laikliğin temellerinin altını oydular. Thomas Jefferson veya Giuseppe Garibaldi’nin aksine, modern laikçiler kötü birer siyasetçi. Ne zaman bir anlaşmaya yanaşmaları gerektiğini bilmiyorlar.
Laiklik olağanüstü şeyler başardı. Onu doğuran ve besleyen bilimdir. Bilim, insanoğlunun ömrünü uzattı. Kıtalar arası seyahati mümkün kıldı. Daha evvel hiç görülmemiş hayat kalıpları yarattı. Dinler bunları başaramazdı; çünkü bu tür şeyleri elzem görmüyorlar, zaten vahiyle verili olan hayatın anlamını araştırmıyorlardı.
Ancak laiklik de beraberinde korku ve dehşeti getirdi. İnsanlığın ne olması gerektiğe dair vizyonlara, yani ideolojilere kapı açtı. Bunlar sadece kitap sayfalarında dile getirilmekle kalmadı, pratik hayatta fiiliyata da döküldü. Faşizm, komünizm ve liberal demokrasi hep laikliğin dölleriydi. 20. yüzyılda bu ideolojilerin ilham kaynağı olduğu bazı rejimlerin icraatlarını el-Kaide örgütünün –niyetleri değil ama– yaptıklarıyla kıyaslarsak, laik ideolojilere göre el-Kaide solda sıfır kalır. İnsanlığın laik vizyonu –laikliğin piyasaya sürdüğü teknolojinin gücüyle birlikte– küresel bir korku krallığı yarattı. Liberal demokrasi diğer ideolojileri mağlup etti. Bence en ahlaki olan [Z.T.K. liberal demokrasileri kastediyor] kazandı; ama bir başka meydan okumaya da zemin hazırladı. Babalarımızın inançları hala daha iddialarını sürdürüyor. Bu daha ziyade Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve İslam’ın, başını ezdiği paganizmle ilişkisine benziyor. Başı ezilse dahi paganizmin musallat olma hali hiçbir zaman tam olarak sona ermedi ve, kısmen de olsa, laiklik paganizmin modern canlanışı aslında.
Türkiye, laikliğin hükümranlığı ile dinî iddialar arasındaki mücadeleyle baş etmek durumunda olan tek ülke değil. Avrupa ve ABD de bu meseleyle yüzleşiyor. Dinî olanın kendine güveni artarken laikçiler daha da saldırganlaşıyorlar. Görünen o ki şehir merkezinde Hz. İsa’nın doğumunun simgelenmesinden veyahut “Mutlu Noeller” veya “Ramazan’ın mübarek olsun” denmesiyle benim bir Yahudi olarak derinden rencide olacağıma inanıyorlar. Laiklik daha fazla radikalleştikçe onu eleştirenler de daha fazla güçlenecektir. Bana göre, [laiklik adına] bastırılmış derinde duran inançlar, devletin hepimizin bildiğini -yani ABD’nin Hristiyan kökenleri olmakla birlikte şu an farklı inançların bir ülkesi olduğunu- kabul etmesine kıyasla, çok daha tehlikelidir.
Bu mücadele özellikle Türkiye’de apaçık ortada. Burası Hristiyanlık ile İslam’ın karşılaştığı, iç içe geçtiği ve yeni bir şey oluşturduğu topraklar. Ne de olsa İstanbul, Hristiyanlığın siyasi kurucusu Konstantin’in tahtı. Eski dinin tazelenen gücü ve otoritesiyle yüzleşen Avrupa laikliğinin şehri. Laikçiler bu dini ilkel olarak görürken, dindarlar kendilerini kadim hakikatin muhafızları addediyorlar.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, içerideki ve özellikle de dışarıdaki laikçiler tarafından bir canavar olarak görülüyor. Ama çok büyük bir hata yapıyorlar. O, sadece bir kaplan-sever değil, aynı zamanda kaplanın sırtına binip de sürebilen bir lider. Laikçilerle dindarları eğer o uzlaştıramazsa, onun halefi çok daha kötü olacaktır. Türkiye’de laikçilerin ordu desteğiyle ülkeyi yönetmeleri devri artık kapandı. Aynı zamanda laikliğin de dönüşümüne şahit oluyoruz, kamusal alanda özel inançları barındıran bir müsamaha sisteminden bu inançları kamusal alandan dışlama çabasına doğru bir dönüşüm...

Bütün ideolojiler “saçma olana indirgeme/reductio ad absurdum” eğilimdedir; zira onları harekete geçiren insafsızca bir mantıktır. Laikliğe göre, kamusal ile özel alan arasındaki ayrım her ne pahasına olursa olsun sürdürülmelidir. Oysaki 21. yüzyılda mazi, kamusal alana ağırlığını tekrar koyuyor. Ayrıca laiklik Tanrı’nın kamusal hayattan uzak tutulması gerektiği, laikçilerin onun tek peygamberi olduğu iddiasındadır. İşte bu, daha nice Erdoğanlara yol açacak ve eğer ki bunlar kaybederlerse yerlerine çok daha kötüleri gelecektir.

13 Nisan 2017 Perşembe

G.FRIEDMAN: ABD, SURİYE VE RUSYA




ABD, SURİYE VE RUSYA

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 12.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Geçen hafta bir Suriye hava üssüne yönelik Amerikan saldırısı üç önemli soruyu gündeme getirdi: Birincisi, Ortadoğu’da Amerikan stratejisi nedir? İkincisi, ABD’nin Rusya stratejisi nedir? Üçüncüsü, genel olarak Rus stratejisi nedir? Bu üç strateji birbiriyle kesişmekle birlikte bu aşamada hiçbirisinin içeriği net değil. Bu yüzden öncelikle bunların her birini tek tek anlamaya çalışmak, ardından nasıl birbirleriyle iç içe geçtiği üzerinde kafa yormak faydalı olacaktır.
Net olan siyasi bir hususla başlamak isterim. Başkanlık için yarışanlar seçim kampanyalarında çeşitli vaatlerde bulunurlar; ancak seçildiklerinde vaatlerinden farklı davranışlar sergilerler. Biz bu oyuna defalarca şahit olduk. Thomas Jefferson, [1803’te] Louisiana Topraklarını satın almak için [Fransızlarla] anlaşmaya/pazarlığa daha Kongre’den yetki almadan evvel başlamış ve böylelikle diktatör Napolyon’u desteklemişti. Yine Franklin D. Roosevelt, bir yandan gizlice İkinci Dünya Savaşı’na katılma planları yaparken, öte yandan 1940’taki seçim kampanyası sırasında savaşın dışında kalma vaadinde bulunmuştu. Amerikan başkanlarının seçim vaatlerini tutmama gibi uzun bir gelenekleri sözkonusu. Bu kısmen siniklikten, kısmense taçlanan başın akıllanması gerçeğinden  (yani başkanlığın davranışlarda değişimi zorlamasından) kaynaklanır. Başkan Donald Trump’ın icraatlarının seçim kampanyası vaatlerinden farklılaşması karşısında şaşırıp kalanlar zaten şaşırmaya meyyal olanlardır. [Z.T.K. Oğul Bush da 2000 yılındaki seçim kampanyasında Clinton’ın “liberal müdahaleciliği”ni kıyasıya eleştirmiş, dış maceralara atılmayıp ülke içine odaklanma vaadinde bulunmuştu. Göreve geldikten 9 ay sonra 11 Eylül saldırıları oldu ve sonrası malum…]
Trump’ın Ortadoğu politikası, geçmişteki yönetimlerin radikal Sünni ve Şii güçlere karşı eşit derecede düşmanlık içeren politikalarının bir devamı gibi görünüyor. Yönetim, Sünni İslam Devleti (İD)’nin yıkılmasına kendisini adamış durumda. Aynı zamanda Şii İran ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in Alevi tabana dayalı ve Şii İslam’la bağlantılı rejimine de düşman. Bu gruplar arasındaki varoluşsal düşmanlıktan istifade etmek yerine, Trump yönetiminin hepsiyle birden çarpışmayı planladığı gerçeğiyle kıyaslandığında, burada teolojik farklılıklar daha az önem arz ediyor. Suriye’de bu, hem İD’i hem de Esed rejimini içeriyor.
ABD, [2003’te] Irak’a Şiilerin kendisini hoş karşılayacağı zannıyla girdi. Ardından ABD, Saddam Hüseyin’in Sünni rejimi kontrolündeki Irak ordusuna odaklandı [Z.T.K. Yazar, Baassızlaştırma politikasıyla ordu mensuplarının görevden alınmasını kastediyor olmalı]. Bundaki mantık, Iraklı Şii çoğunluğa hükümet kurma izni vermekti. Problem ise Iraklı Şiilerin İranlıların yoğun etkisi altında olmaları ve bu durumun Tahran’a yaramasıydı. Bu yüzden ülkeyi idare etme beklentisinde olan Iraklı Şiiler ABD’yi destekleme eğilimindeyken, ABD de Irak’ta İran nüfuzunu sınırlamak için bir Şii rejimi kurulmasını engelledi.
Sonuçta ABD çapraz ateş arasında kaldı. Birbirine düşman olan her iki grup da ABD’yi kendilerine hasım olarak görmeye başladı. ABD hiçbir zaman Irak’ı kontrol altına almayı başaramadı. Iraklı her iki cemaati pasifize etmeye çalışsa da yetersiz sayıda askeri birlikle ülkeye girmişti. Gerilim sırasında ABD Sünnilerle mali anlaşmalara dayalı bir ittifak kurdu. Ancak İD’in ortaya çıkmasıyla birlikte gördük ki bu, hiçbir zaman kalıcılaşamayan geçici bir çözümmüş.
Bir önceki Barack Obama yönetimi de bu genel politikayı takip etti ve görünen o ki Trump da özellikle Suriye’de aynısını benimseyecek. 2003’e geri gidildiğinde sözkonusu politika, belli başlı bütün Müslüman güçlerle hasmane ilişkileri sürdürmek, daha sınırlı operasyonları başarmaya yetecek kadar bir varlık göstermek ve laik, demokratik grupların yükselişinin hayalini kurmaktı. Böyle bir grup ortaya çıkabilirdi, ama diğerlerinin ezici gücü karşısında yardıma ihtiyacı olacaktı. Sırf Amerikalılar tarafından bir kukla rejim gibi dayatılması ona bir meşruiyet vermeyecekti.
Trump’ı bu politikaya iten ise taktik gerçeklik. Obama yönetiminin takip ettiği politika, –İD’in Musul’u işgali gibi– sınırlı gerçekliklerle aşırı teyakkuz içinde baş etmekti. Bir güç olarak İD’in yok edilmesi uzak bir hedefti. İD sonrası Sünni hareketlerle başa çıkmak, ABD’nin kontrol edebileceğinin ötesindeydi. Ancak İD’le mücadeleyi reddetmek de imkânsızdı. Dolayısıyla ABD, uzun vadeli meseleleri görmezden gelerek acil halledilmesi gereken sorunlara odaklandı. Taktik durum sıklıkla stratejinin yerine geçer, özellikle de stratejik bir çözüm tasavvur edilemediğinde. İşte bu nokta ABD’nin geçen haftaki adımını açıklıyor. Trump Suriye’ye bir saldırı düzenleme kararı aldı ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da Esed’in günlerinin sayılı olduğunu ilan etti, niçin sorusunu açıklamadan…
ABD’nin bu rotayı takip etmesi, George W. Bush’un, Obama’nın veya Trump’ın aptal olmasından veyahut vaat ettiklerini mevcut kuvvetlerle başarabileceklerine inandıklarından dolayı değildi. Probleme çözüm üretmekte çaresiz kaldıklarından ve fakat stratejik ve siyasi nedenlerle geri de çekilemediklerinden bu yolu tercih ettiler. Bu yüzden taktik durumlara kısmi çözümler bulmaya odaklandılar. Örgütün adı her ne olursa olsun, Sünni isyanı ortadan kaldırmak imkânsızdı. Bölgeyi terk ederek Hilafet kurulmasına geçit vermek de tehlikeli olacaktı. Diğer belli başlı İslamcı gruplardan biriyle güç birliği yapmak ABD’nin kendi içinde derin siyasi problemler yaratacaktı. Bu yüzden geriye kalan tek seçenek, başarılması mümkün olmayan ilan edilmiş niyetlere eşlik eden taktik inisiyatiflerdi. Ancak Vietnam’dan aldığı dersle ABD, bir çatışmaya girdiğinde öyle kolay kolay kurtulup da geri çıkamayacağını öğrendi. Trump da bu Amerikan geleneğini takip ediyor.
Rusya’nın Suriye’deki varlığı ve başka bazı yerlerdeki müdahilliği göz önüne alındığında bu, Rusya’ya yönelik Amerikan politikasıyla kesişiyor. Seçim kampanyası boyunca Trump’ın görüşü, önemli konularda Amerikan-Rus anlaşmasının ve İD’e karşı ortak harekâtın mümkün olduğu yönündeydi. Bu, Trump’ı eleştirenlerin iddia ettiği gibi öyle saçma sapan bir fikir değildi. Eğer ki Müslüman gruplarla ittifak kuramıyorsan ve onların tamamı sana düşmansa Müslüman olmayan bir güçle iş tutmak uygulanabilir bir stratejidir.
Ancak bölgedeki Rus politikası, şu an için İD’i yenilgiye uğratmak değil, ABD’yi Rusya’dan yardım istemeye zorlayacak şekilde başına yeterince belalar açmak. Ruslar, uzun süre gayet iyi işlemiş eski Sovyet modelini kullanıyorlar. Bu politika, Amerikan temel çıkarları için hayati olmayan, kritik eşiğin altındaki problemlerle Washington’ı tuzağa düşürmeyi, Amerikan gücünü boş yere dağıtmayı ve ardından Sovyet gücünü büyüten bir atmosfer yaratmak için Amerikan bölgesel veya küresel zafiyetinden istifade etmeyi içeriyordu. Şu anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu stratejiyi takip ediyor; ancak uzun vadede bu atmosfer bir aldatmaca/yanılsama. Geçmişten bir örnek vermek gerekirse ABD, Vietnam’da [aldığı yenilgide]n sonra hala daha güçlüydü ve temel küresel denge değişmedi. Ruslar, küresel dengenin şu an için değişeceğini düşünmüyorlar; ama sanki bir değişim varmış görüntüsünün ortaya çıkması onlar için yeterli olacak.
Ruslar da Amerikalılar gibi stratejiden yoksun taktiklerle meşguller. Suriye’ye yönelik Rus müdahalesi, net bir stratejik hedefi olmayan taktik bir operasyondu. Gözlemciler, –tıpkı 1970’ler ve 1980’lerde Sovyetlerin İran Körfezi’nin kontrolünü ele geçirdiğini zannettikleri gibi– bugün de Ruslara, Kuzey Afrika petrollerinin kontrolünü ele geçirme gibi bir strateji yakıştırmış durumdalar. Ruslar hiçbir zaman buna niyetlenmediler; çünkü bu, onların kapasitesinin çok üzerindeydi. Bir strateji varmış görüntüsü yaratmak için taktik adımlara girişmişlerdi.
ABD, Ortadoğu’yu sakinleştirmek için yeterli güce de böyle bir girişimi terk etmek için siyasi temele de sahip değil. Bu yüzden ABD, bazı kazanımlar elde etse dahi, asla problemleri çözmeye çalışmadığı taktiksel bir oyun oynuyor. Zira çözüm, ya Sünnilerle ya da Şiilerle güç birliği yapmayı, ama asla her ikisiyle birden aynı anda savaşmamayı gerektiriyor. Ancak bunu yapmak için hiçbir siyasi temele sahip değil. Rusların stratejik hedefi, Amerikalıların eşiti olmak ki Rus ekonomisinin ve ordusunun mevcut hali dikkate alındığında bu imkânsız. Bu yüzden Moskova, eylemlerinin ardında sanki bir strateji varmış yanılsaması doğuracak şekilde taktik faaliyetler yürütüyor.
Kimileri Esed rejiminin değil, İD’in kimyasal silah kullandığına inanıyor. Bu az da olsa mümkün, ama azıcık… Suriye’de İD de diğer gruplar da hiçbir zaman kimyasal silah kullanmadılar, hiçbir zaman böyle bir silah üretme kapasitesi göstermediler ve sarin gazı yayma teknik kapasitesine de sahip değiller. Suriye rejimi ise daha evvel kimyasal silahlar kullandı. Dahası, kontrolüne girmekte ayak direyen bir ülkede muhaliflere gözdağı verme silahı olarak kimyasalları kullanması için rejimin her türlü gerekçesi var. Ayrıca Ruslar bunu önceden biliyor olmalılar ve en azından, kendi taktiklerine hizmet ettiği için, itiraz etmediler.
Burada en önemli husus, şu anda Trump’ın 11 Eylül’den beri yürürlükte olan temel Amerikan stratejisini takip ediyor olması. Trump yönetiminin Ruslarla ilişkisi, Moskova’nın 2008’de Gürcistan’la savaşından bu yana Washington’ın geliştirdiği ilişki biçimiyle özünde aynı. Trump, gerçekten değişik bir şeyler istedi, tıpkı Obama gibi. Ama her ikisi de bunu başaramadı. Bush yönetiminden bu yana yaşanan tek değişim, Trump ve Obama’nın bütüncül bir strateji inşasında başarısızlığa uğrarken çok daha az askeri birlik kullanması.
ABD bütüncül bir strateji inşa edemez; çünkü Amerikan askeri gücünün tamamını kullansa dahi, –rakip gruplarla ve siyasi-dini ihtiraslarla dolu ve üstelik can almaya istekli– Müslüman dünyada Amerikan arzularını dayatmakta yetersiz kalacaktır. Öte yandan geri çekilmek, Sünni bir hilafetin ortaya çıkmasına ve Şii devletle karşı karşıya gelmesine izin vermek anlamına gelecektir. Böyle bir yüzleşme ve çatışma, ABD için en kötü senaryo olmayabilir. Ama eğer ki taraflardan biri galip çıkarsa bu, gelecek on yıllarda çok daha büyük bir meydan okumaya yol açacaktır. Bu yüzden ABD’nin yapabileceği en iyi şey, yerel düzeyde altını oymaya dönük taktik hareketlerdir.

“Amerika öncelik” fikri oldukça çekici. İD’i ve böylelikle cihatçı hareketi yok etme fikri de öyle. Savaşmaya hazır diğer güçlerle –bu aşamada Rusya’yla– ittifaklar kurma fikri de cezbedici. Ancak başkanlar hızla şunu keşfediyorlar: cezbedilmek yıkıma uğramanın bir yoludur. Ve dolayısıyla ancak ellerinden gelebileni hayata geçiriyorlar. Son derece sınırlı bir askeri kuvvete dayanarak cesurca bir niyet ilan ediyorlar ve sonra da görev süreleri boyunca teneke tekmeleyerek işi savsaklıyorlar. 


J.SHAPIRO:TÜRKİYE REFERANDUMUNUN ÖNEMİ




TÜRKİYE REFERANDUMUNUN ÖNEMİ

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 11.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Daha evvel yazarın ve şirketi Geopolitical Futures’ın Türkiye jeopolitiğiyle ilgili analizleri tercüme edildiği için bu yazıda geçen ilgili kısımlar atlanmış, sadece en dikkat çekici bölümler tercüme edilmiştir. Yazının tamamını  https://geopoliticalfutures.com/significance-turkish-referendum/ linkinden okuyabilirsiniz. 

(…)
Nihayetinde bu referandum siyasetle ilgili ve bu da yüzeysel. Türkiye, geçiş sürecinde olan ve bölgesel bir güç olarak ortaya çıkan bir ülke. Bu tür süreçler öyle tereyağından kıl çeker gibi gelişmez. Fransız Devrimi’nin arifesindeki Fransa’yı bir düşünün. (…) Türkiye’yi cumhurbaşkanının yetkilerini artıracak bir halkoylamasıyla liberal demokrasiyi terk etmekle eleştirenler, aslında bu liberal demokrasiyi eğer kendi tercihlerine uygun sonuçlar üretirse isterler. Liberal demokrasinin Batı’ya nasıl geldiğini unuturlar.
(…)
Erdoğan’ın ve AKP’nin yükselişi, 1923’te kurulmuş zayıf ve mağlup ülkenin tekâmülünün bir parçası. (…)
(…)
(…) Türkiye’nin potansiyeli bölgedeki diğer ülkelerin potansiyelini fersah fersah aşıyor.
(…) İran, gücü ölçüsünde çıkarlarını savunmaya çalışıyor ve –Türkiye’nin tarihi düşmanlarından biri olan– Rusya, bölgede sınırlı bir kuvvetle ama Türkiye’nin çıkarlarının tam aksi bir doğrultuda sorumsuzca oynuyor.
Türkler pazar günü sandığa gittiklerinde tercih ettikleri yönetim şekli konusunda kolektif bir karar verecekler. “Evet” oyu, aşikâr ki Erdoğan’ın 2029’a kadar güçlü, otoriter tarzda bir cumhurbaşkanı olacağı anlamına gelecektir. O aşamaya gelindiğinde, cumhurbaşkanlığının iki dönemle sınırlı olması veya yönetmeyi sürdürme gücünün kalmaması veyahut yeniden anayasa değişikliği nedeniyle kenara çekilmek zorunda kalacaktır. “Hayır” oyu ise, Erdoğan’ın gücünün azalmasına işaret edebileceği gibi, mevcut sistem çerçevesinde güçlü olarak kalacağı veya Türk siyasetinde bazı yeni güçlerin yükseleceği anlamına da gelebilir. Jeopolitik, şahsiyetler konusunda hissi değildir. Jeopolitik, Türkiye’nin yükseleceğine işaret eder, onu yönetecek şahsın değil.
Erdoğan’ın iktidarda kalıp kalmayacağından bağımsız olarak Türkiye, bir millet olarak olgunlaşmaya ve neredeyse dört bir tarafından nahoş tehditlerle kuşatılmış bölgesel bir güç olmaya devam edecektir. Eğer ki referandum geçerse Erdoğan’ın otoritesi her halükarda denge-denetlemelere maruz kalacak; ama hiçbiri, Türkiye’yi dünyanın büyük güçleri arasına yeniden girmeye zorlayan jeopolitik baskılar kadar belirleyici olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye halkoylamasıyla geleceğini oylamıyor; zira onun gücündeki artış, herhangi bir halkoylamasından çok daha fazla ülkenin kaderini belirleyecektir.


ABD’NİN SURİYE’YE HAVA SALDIRISIYLA İLGİLİ 5 YAZI




ABD’NİN SURİYE’YE HAVA SALDIRISIYLA İLGİLİ 2 RÖPORTAJ VE 3 YAZI


ABD’NİN ESED’E MESAJI: ARTIK OYUN DEĞİŞTİ
Robert Richer (CIA Operasyonlar Direktörlüğü başkan yardımcılığından 2005’te emekli oldu; daha evvel Ortadoğu ve Güney Asya’da yürütülen gizli operasyonlardan sorumlu CIA Yakın Doğu ve Güney Asya Departmanı başkanıydı. Hâlihazırda Ortadoğu ve milli güvenlik konularında danışmanlık yapıyor ve International Advisory Partners’ın ana ortaklarından biri.)
The Cipher Brief, 7.4.2016

ABD, KUVVET KULLANMAYA İSTEKLİ OLDUĞUNU DOSTA DÜŞMANA GÖSTERDİ
James Stavridis (Halihazırda Tufts Üniversitesi The Fletcher School’un dekanı; 2009-2013 yılları arasında NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı olan amiral)
The Cipher Brief, 7.4.2017

TRUMP KİMYASAL SİLAHLARA KARŞI ‘KIRMIZI ÇİZGİ’Yİ HAYATA GEÇİRİYOR
Washington Post, 6.4.2017
TRUMP, GEÇEN HAFTA SURİYE VE ÇİN KONUSUNDA DOĞRU YAPTI VE BU BİR BAŞLANGIÇ
Washington Post, 11.4.2017
David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)

TRUMP’IN KÜRESEL LİDERLİK BOŞLUĞUNU DOLDURMASI İÇİN BİR FIRSAT
Washington Post Başyazısı, 7.4.2017


Tercüme: Zahide Tuba Kor



ABD’NİN ESED’E MESAJI: ARTIK OYUN DEĞİŞTİ

Robert Richer (CIA Operasyonlar Direktörlüğü başkan yardımcılığından 2005’te emekli oldu; daha evvel Ortadoğu ve Güney Asya’da yürütülen gizli operasyonlardan sorumlu CIA Yakın Doğu ve Güney Asya Departmanı başkanıydı. Hâlihazırda Ortadoğu ve milli güvenlik konularında danışmanlık yapıyor ve International Advisory Partners’ın ana ortaklarından biri.)
The Cipher Brief, 7.4.2016

Suriye’de seçilen hedefin önemi nedir? Bu tür bir saldırı sahadaki dinamikleri değiştirecek mi?
Öncelikle bu, tastamam doğru bir hedef, kimyasal silah saldırısının kaynaklandığı iddia edilen bir alan. (…)
Amerikan yönetimi, oradaki askeri hedeflerin –yani uçakların ve hangarların– peşindeydi, kışlaların değil. Bu, en uygun ve birçok bakımdan en az riskli hedefti. Anladığım kadarıyla, en az bir saat evvelden Ruslara bildirim yapıldı ki böylelikle Ruslar Suriyelilere haber verdi ve mümkün olan her savaş uçağını bölgeden tahliye etti.
Genel itibarıyla bu operasyon, sembolikti, ama Amerikan başkanı ve yönetimin kimyasal silah kullanımını ciddiye aldığını gösterdi.

Esed rejimine ne gibi bir mesaj verildi?
En büyük mesaj, geçmiş yönetime kıyasla, artık oyunun değiştiğiydi. Bu siyasi bir değerlendirme değil, sahada yaşananın ta kendisi. (…)
Bunu yapanların peşini bırakmayacağımızın, ama (…) tepkimizde aşırıya da kaçmayacağımızın bir mesajı.
Bu adeta teröristleri kovalamak gibi. Bir teröristi yakalamak için tutup da bütün bir köyü öldürmezsiniz, sadece teröristin peşinden gidersiniz. Ve yapılan tam da bu. [Kimyasal silah saldırısının] kaynaklandığı yeri hedef aldılar. Beyaz Saray’ın mesajı şuydu: Biz stratejik olacağız, biz taktik olacağız ve [kaynağa] odaklanacağız.

Bununla Rusya’ya yollanan mesaj nedir?
Görebildiğimiz kadarıyla, Ruslar kuralların farkında. Dolayısıyla Rusların kasıtlı bir şekilde bu tür bir operasyonu onaylayacağına inanmıyorum. Rusların bunu [Z.T.K. kimyasal silahla saldırıyı kastediyor] bildiği kanaatinde değilim.
Aslına bakarsanız, Suriye Cumhurbaşkanı Esed’in de şahsen [Z.T.K. kimyasal silah kullanılacağını önceden] bilip bilmediği henüz net değil. Obama yönetimi sırasında Suriye’de kimyasallar ilk kullanıldığında bunun emrini veren bir saha komutanıydı. Esed’in böyle bir emir verdiğini hiçbir zaman kanıtlayamadık. Suriye ordusu, hele de şimdilerde, birçok savaş bölgesi var olduğundan emir-komuta zincirine sıkıca bağlı halde değil.
Rusların “Evet, lütfen şu kimyasalları kullanın” diyebileceğini düşünmüyorum. Zira Ruslar, şu anda havada uçakların çakışmasını önlemek için ABD’yle koordinasyon içindeler ve dolayısıyla hangi uçağın nereden havalandığının bilgimiz dahilinde olduğunun bilincindeler. 

ABD bundan sonra ne yapmalı?
IŞİD’den kurtulmak için Ruslara ihtiyacımız var. Birkaç cephede IŞİD’le savaştayız; ama Rusların da onlarla savaşmasına ihtiyacımız var. Onlar da bu savaşın bir kısmını yürütüyorlar; bizimle koordinasyon içindeler ve aramızda temel bazı istihbarat paylaşımları sözkonusu. Bu bağlamda Rusları tamamen yabancılaştırmak istemiyoruz.
Ancak bu adım [Z.T.K. ABD’nin Şayrat Hava Üssü’ne füze saldırısını kastediyor], kimyasal saldırının bir oyun değiştirici olduğunu cümle âleme ilan etmiş oldu. Yani mesaj şuydu: Eğer ki bu tür malzemeleri tekrar kullanırsanız tepkisiz kalmayız. Artık kasabanın yeni bir şerifi olduğunu cümle âleme gösterdik. Yine Suriyeliler kendi hava savunmalarıyla ilgili her ne düşünürlerse düşünsünler, aslında saldırıya açık halde olduklarını gözler önüne serdik.
Yaptığımız, barbarca bir harekete karşı oldukça stratejik ve hedefe odaklı bir karşılık vermekti. Dürüst olmak gerekirse dünyanın ekseriyeti de buna destek verdi. Hatta Ruslar bile pek ses çıkarmadılar.

Peki bu, bölgede nasıl karşılanacak?
(…) Bölgedeki ülkeler bunun vuku bulmasından kesin mutlulardır diyemeyeceğim; ama ABD’nin bu çatışmaya daha güçlü bir şekilde angaje olduğunu görmekten memnun olmuşlardır. Zira böyle bir ABD, aslında hem IŞİD’e karşı hem de en temel endişe kaynağı olan İran’a karşı bir tavır alınması başta olmak üzere bölgenin diğer meselelerinde onlara yardımcı olabilir.
(…)



ABD, KUVVET KULLANMAYA İSTEKLİ OLDUĞUNU DOSTA DÜŞMANA GÖSTERDİ

James Stavridis (Halihazırda Tufts Üniversitesi The Fletcher School’un dekanı; 2009-2013 yılları arasında NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı olan amiral)
The Cipher Brief, 7.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Trump yönetiminin Suriye’yi vurmakla oynadığı stratejik rol neydi?
Bu, sahadaki fiili gerçekleri değiştirmeyecek veya önemli taktik etkisi olmayacak türden orantılı, meşru ve profesyonel bir saldırı. Ama üç muhatap kitleye yönelik büyük bir stratejik mesaj: (i) müttefikler (NATO, Suudiler ve Körfez ülkeleri), (ii) iç kamuoyu (içeriye, Trump yönetimi reaksiyonunda hızlı ve kararlıdır mesajı verildi) ve (iii) daha da önemlisi muhalifler (Esed, Rusya, İran, Kuzey Kore ve Çin). Tomahawklar havada uçarken (Çin) Devlet Başkanı Xi Jinping’in tam da [Z.T.K. resmi ziyaret için ABD’de] olması bir tesadüf olmasa gerek. İki devlet başkanının görüşmesinde, faydalı bir etki bırakabilecek şekilde ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı kuvvet kullanmaya istekli olduğuna dair güçlü bir sinyal yollandı.  

Peki, Esed rejimine ne gibi bir sinyal verildi?
Bir kez daha kimyasal silah kullanmaması konusunda rejime bir ikazdı; keza Esed’in iktidarda kalmasına karşı duruşumuzu değiştirmediğimiz yönünde bir uyarıydı. “Bunun arkası gelebilir” mesajı içeriyordu; umarım gerek Esed’in gerekse Moskova’daki patronunun çok daha ihtiyatlı bir yaklaşım benimsemesini sağlar.

Suriye’nin müttefikleri Rusya ve İran’a ne mesaj verilmiş oldu?
ABD kuvvet kullanmaya istekli. Belirtilmiş kırmızı çizgileri zorla kabul ettirmeye hazır. Küresel erişimi ve kapasitesi var olup Ortadoğu’yu öyle kolayca Moskova-Tahran eksenine bırakmayacak. Mesaj işte buydu.

Bundan sonra ABD ne yapmalı?

Rusya’ya hükmünü icra etmesi veyahut Esed’i destekten vazgeçmesi konusunda baskı yapmalı. Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda güvenli bölgeler kurmalı. İnsani çabaları koruma noktasında gerçekten ağırlığını koymalı, ılımlı Suriyeli direnişçilere desteği ve silah vermeyi artırmalı. Müzakereleri tekrar devreye sokmalı ve tıpkı 1990’larda Balkanların problemlerini çözmek için yapıldığı gibi, Suriye’yi parçalara ayırarak yeniden inşa etme ihtimalini tartışmaya başlamalı.



TRUMP KİMYASAL SİLAHLARA KARŞI ‘KIRMIZI ÇİZGİ’Yİ HAYATA GEÇİRİYOR
David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 6.4.2017

Soğukkanlı pragmatikliğini ilan etmiş bir başkan döneminde dahi liderliğin ahlaki boyutları, Oval Ofis’in içine sızmanın yolunu bir şekilde bulur. Başkan Trump örneğinde duygusal mesafe, Suriye’nin İdlib şehrinde acılar içinde kıvranan çocukların zihinlerden silinmez fotoğraflarıyla yerle bir oldu.
(…)
Onaylama: Suriye katliamı “artık benim sorumluluğum.” Ve itiraf: “Ben değiştim.”
Bu kanaate varan Trump, perşembe gecesi [6 Nisan] bir Suriye hava üssüne misilleme amaçlı füze saldırısı emri vererek askeri bir adım attı.
Amerikan müdahaleciliği bizim hem en iyi hem de en kötü özelliğimiz. Tarihsel olarak 1941’e kadar ABD, yabancıların işlerine karışmaktan korkan isteksiz bir savaşçı niteliğindeydi. Perşembe günü, aynı zamanda ABD’nin –anlamsızca ama görevine bağlı şekilde adam öldürmelerin devam ettiği– Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin 100. yıldönümüydü. Avrupa’nın genç askerleri 1914’ten beri birbirini boğazlamaktaydı; ama Atlantik’in öte tarafında Kongre, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson’ı destekleyip 6 Nisan 1917’de [Almanya’ya] savaş ilan edene kadar “Amerika Öncelik” modundaydı.
Trump’ın Suriye konusundaki ihtiyatı, tıpkı selefi Başkan Barack Obama’nınki gibiydi: Geçtiğimiz altı yıl boyunca, bilhassa son seçim kampanyası süresince, ahlaken belki acilen gerekli ama stratejik açıdan bulanık maceralara Amerikan ordusunun bodoslama dalmasına karşı olduğunu tekrarlayıp durdu. Obama’nın Suriye’ye müdahale isteksizliğine, Trump değil, Cumhuriyetçi şahinlerden Senatörler John McCain ve Lindsey O. Graham adeta patlamıştı. Trump ise 2013’te Esed’in kimyasal silah kullanmasına karşı misilleme olarak Suriye’yi bombalama çağrılarına karşı çıkmıştı. Trump’ın Suriye’ye bakışının Obama’nınkine oldukça benzediği dikkate alındığında, son kimyasal saldırılardan dolayı selefini sözde zayıflıkla suçlaması özellikle kuşku doğurucu. Böylelikle aslında Trump, savunma pozisyonundaki sıkışmış imajını gözler önüne seriyor: O, bir başkasının kötü kararlarının kurbanı... Deniz komandosu William “Ryan” Owens, Yemen’de Özel Harekât birliklerinin bir saldırısında öldüğünde [Z.T.K. Trump başa geçtikten sonra ölen ilk Amerikan askeriymiş], Trump’ın benzer bir acemice suçu başkasına atma hali yüzünden birçok askeri komutanın başı ağrımıştı. (…)
Peki, Esed niçin İdlib’de sinir gazı kullandı? Bunu bilmek imkânsız. Belki bu, gittikçe saldırganlaşan İsrail’e karşı verdiği “Hala daha elimde kimyasal silahlar var” mesajıydı veyahut Rusya’ya Trump’la büyük pazarlığında takas edilecek bir piyon olmadığı uyarısıydı. Ama kuvvetle muhtemel olan, Amerikan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın birkaç gün evvel Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Esed’in geleceğine “Suriye halkının karar vereceği”, yani ABD’nin Esed’in görevi bırakmasını artık istemediği anlamına gelen bir açıklaması üzerine artık elinin tamamen serbestleştiği zehabına kapılmasıydı.
[Z.T.K. Ignatius’un tahminleri doğru olmakla birlikte bence bunun en temel sebebi, İdlib gibi devasa bir toprak parçasını konvansiyonel savaşla ve silahlarla geri alamayacağının farkında olması. Plan, sık sık ve farklı farklı alanları kimyasal veya biyolojik silahlarla bombalayıp hem bir defada çok fazla can kaybına yol açmak hem hayatta kalanların korkup Türkiye’ye kaçmasını sağlamak hem de direniş azmini kırıp teslim olmaya zorlamak olmalı. Çünkü Esed rejimi kolay kolay muhaliflerle göğüs göğüse çatışmalara girmedi. Muhaliflerin kontrolündeki diğer şehirlerin veya ilçelerin etrafını aylarca kuşatıp insanları aç bırakarak muhaliflerin direniş gücünü kırıp teslime zorlamıştı. İdlib gibi bir geniş alanı, üstelik de Türkiye’yle upuzun sınırı varken, eski yöntemlerle geri alması imkânsızdı. Rejimin en az zayiatla en kestirme “çözüm”ü kimyasallardı kanaatimce. Şimdiye kadar direnecek gücü kalmayıp teslim olan ülkenin dört bir yanındaki muhalifler yapılan anlaşmalarla hep İdlib’e taşındı; dolayısıyla muhalifler burada güçlü durumda. Rejimin konvansiyonel yöntemlerle burayı geri alması imkansız.]
Trump, Obama’nın direndiği konuda kararlı bir adım attı; ama altı yıldır devam eden iç savaşta yerle bir olan Suriye’ye siyasi değişimi nasıl getireceği konusunda hala daha bir ikilemle yüz yüze. İronik olan şu ki Trump (…) tamamen aynı kötü askeri seçeneklerle yüz yüze. Amerikan askeri komutanları Suriye’nin doğusunda İslam Devleti’ne karşı savaşa odaklanmış durumda. Pentagon’un, Suriyeli Kürt savaşçılar önderliğinde bir güçle Hilafetin fiili başkenti durumundaki Rakka’nın görece hızlı bir şekilde geri alınmasına dönük bir planı var. Amerikan birlikleri Rakkay’ya yönelik saldırıyı ağır topçu atışı, Apache savaş helikopterleri ve ön cepheye konuşlu askeri danışmanlarla daha da güçlendirecek. İslam Devleti terör tehdidini, -Türkiye’yi küstürme ve Esed ile Şam’daki siyasi çamuru kendi kaderine terk etme riskine rağmen- hızlıca bertaraf etmek pragmatik bir plan. Beyaz Saray’ın nihai onayı dışında bu planın tüm parçaları hazır.
Ancak Suriyeli çocukların malum fotoğrafları geldi. Perşembe geceki harekât kararıyla Trump, aslında savaş ve barış kararlarının dayandığı, beklenmedik şekilde bardağı taşıran o son damla anlarından biriyle karşı karşıya kalmıştı: [Z.T.K. Birinci Dünya Savaşı’na girişi tetikleyen] 1915’te RMS Lusitania’nın batması [Z.T.K. Alman denizaltılarının batırdığı İngiliz transatlantik gemisi] ve 1917 “Zimmermann telgrafı”, [İkinci Dünya Savaşı’na girişi tetikleyen] 1941 Pearl Harbor baskını, [Vietnam Savaşı’na doğrudan girişi tetikleyen] 1964 Tonkin Körfezi saldırısı ve [Irak’ı işgalin bahanesi olarak kullanılan] 2003 Irak’ın kitle imha silahları yanılgısı. Savaşları tetikleyen bütün bu olayların ortak yönü, insanların bunların vuku bulacağını önceden görememiş olması.
Biz Trump’ın Suriye’de şu an yüz yüze olduğu seçenekleri düşünürken Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü özellikle zihinlere musallat olmuş durumda. Bir yüzyıl sonra o çatışma hala daha yerleşik bir anlatıdan ziyade akıl sır ermez bir muamma. Perşembe günü Kansas City’deki Birinci Dünya Savaşı Milli Müzesi ve Anıtı’ndan bir araya gelen tarihçiler, savaşın niçin başladığını ve çatışmaları sonlandıran antlaşmanın neden son derece istikrarsız olduğunu tartıştılar.
Trump, yüz yüze olduğu küresel sorumluluklar karşısında tamamen hazırlıksız şekilde göreve gelen diğer bir Amerikan başkanı Harry S. Truman örneğini çalışmış olabilir. Birinci Dünya Savaşı Truman’ı var etmişti. Argonne Ormanında bir topçu bataryasına komuta ediyordu. Savaşa bir anda yakalanmış niceleri gibi, o da sınanana kadar ne yapabileceğini bilmiyordu. Trump, Truman’ın o meşhur “Suçu başkasına atma burada biter” sözünün hakikatini artık daha iyi kavrıyor.



TRUMP, GEÇEN HAFTA SURİYE VE ÇİN KONUSUNDA DOĞRU YAPTI VE BU BİR BAŞLANGIÇ
David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 11.4.2017

İlk üç ayında Trump yönetiminin dış politikası, karışık mesajlar ve politika değişiklikleriyle baş döndürücü bir manzara arz ediyordu. Ancak geçen haftanın önemli imtihanlarında Başkan Trump, dengesiz yönetimini geleneksel Amerikan politikasının temel direklerine biraz yaklaştırmak suretiyle Suriye, Rusya ve Çin konusunda doğru kararlar verdi.
Üst düzey bir yetkili konuyla ilgili dedi ki, Suriye hava üssünü vurma kararı, tecrübesiz ve zaman zaman dik kafalı Beyaz Saray için güven tesis edici bir adımdı. Trump, saldırı sonucu bir Rus’un öldürülmeyeceğinden veya başka tür acayip aksiliklerin meydana gelmeyeceğinden emin olamazdı. Tercih ettiği askeri seçeneğin iki önemli özelliği vardı: Birincisi, hızlılığı ki bu denli çabuk bir mukabele beklemeyen Rusları şaşırttı. İkincisi, ölçülülüğü ki ucu açık bir askeri müdahale yerine ölçülü bir mesaj yollandı.
Trump’ın kazanmayı sevdiği herkesin malumu; kaotik gerilemelerle geçen haftaların ardından muhtemelen bununla bir zafer iddiasında bulunacaktır. Sonuçta içte ve dışta genel olarak övülen Suriye operasyonu, belki de mevcut Beyaz Saray ekibinin siyasi dengesini değiştirebilecek şekilde, Trump’ın kilit dış politika ekibinin gücünü konsolide etti.
Görüştüğüm Cumhuriyetçi ve Demokrat eski en üst düzey yetkililerin uzlaştıkları nokta şu: Milli Güvenlik Müsteşarı H.R. McMaster kurumlar arası süreci sıkı bir şekilde yürüttü; Savunma Bakanı Jim Mattis de başkana net ve yönetilebilir seçenekler sundu. Trump, twitterdan uzak durmak suretiyle ekibinin işini yürütmesini teşvik etti.
Belki de bundan en fazla istifade eden, görevine rahatsız edici şekilde yavaş bir başlangıç yapan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson oldu. Tillerson, hem Trump’ın güvenini kazandı hem de mevcut Beyaz Saray yönetiminde işleri perde arkasından kararlı bir şekilde yürüten müsteşar (ve Trump’ın damadı) Jared Kushner’le bir ittifak kurdu.
Trump’ın baş stratejisti olmaya çalışan, ancak şu sıralar Başkan’a yakın bazı isimler tarafından bölücü, kendi kendini pazarlayan, günleri sayılı biri olarak yaftalanan Stephen K. Bannon için kılıçlar çekildi. Yardımcılardan birinin söylediğine göre, Trump ve onun iç halkasını öfkelendiren şey, “seçimlerden 72 gün evvel ekibe katılan birileri”nin üstünlük yarışına girmesi; “İnsanlar artık Bannon’un oyunlarından bıkıp usanmış durumda.”
Trump, üç büyük güç arasındaki oyunda Rusya’dan uzaklaşarak Çin’e doğru kaymış durumda; tıpkı Kushner’in mentoru olan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger gibi. Bu yeniden dengeleme, Trump’ın seçim kampanyasında savunduğunun zıttı niteliğinde; zira Çin’e sayıp sövmekte, Rusya’ya ise her fırsatta yaranmaya çalışmaktaydı. Ancak bu, çok daha mantıklı ve sürdürülebilir bir yönelim.
Başkan Barack Obama’nın milli güvenlik müsteşarı Tom Donilon, “Suriye’ye operasyonun tam destekçisiyim” diyor ancak ekliyor: “Rusya, Çin ve Suriye politikasında neredeyse travmatik değişiklikler meydana gelmekte.”
Geçen haftanın ince manevrası, eşzamanlı olarak Suriye’nin bombalanması ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile buluşmaydı. Trump, Çin konusunda 180 derecelik bir dönüş yaptı: Göreve gelmeden evvel ilişkilerin temellerine meydan okurken şimdi de Kissengervari bir işbirliği diline döndü. Yetkililerin dediğine göre gerçekleştirilen zirve toplantısının amacı, kendinden menkul iki “büyük adam”ın birbirini tanımasıydı. Kuzey Kore ve küresel ticaret gibi konulara bakışlarını birbirleriyle paylaştıkları yüz yüze görüşme nerdeyse 4 saat sürdü.
Beyaz Saray bunu “pürüzlü” bir görüşme olarak niteledi (…).
(…)
Tillerson bu hafta Trump’ın mesajını Moskova’ya götürecek. Dışişleri Bakanı’nın Rus yetkililere, Suriye lideri Beşşar Esed’le ittifaklarının boşuna olduğunu, ABD’nin Rusya için kabul edilebilir bir başka kişinin Suriye’nin başa geçeceği siyasi bir geçiş süreci için Moskova’yla çalışacağını söylemesi bekleniyor. Görüştüğüm yetkili diyor ki “Karara varmak zorunda kalmalarını istiyoruz. Ya birlikte çalışabiliriz ya da birbirimize karşı.”
Trump’ın ekibi, kimyasal silah kullanma yasağını uygulatmak üzere geçen hafta Suriye’ye saldırıdan sonra ABD’nin stratejik inisiyatifi Putin’den geri aldığı kanaatinde. Üst düzey bir yetkiliye göre, “Rusya bir değişim teklifinde bulunmak yerine gafil avlandı. Ruslar Trump tarafından şaşkına çevrilerek köşeye sıkıştırıldılar.”
Putin’i püskürtmek değerli bir hedef, her ne kadar bunun Trump’ın hedefi olması pek muhtemel görünmese de. Eski Dışişleri Bakanı Bob Gates önemli bir şerh düşüyor: “Siyaseten Rusya’yı dengelemek değerli; ancak askeri bakımdan öngörülemez olmak, hele de Rus birlikleri doğrudan [Suriye’ye] müdahilken, son derece riskli.”



TRUMP’IN KÜRESEL LİDERLİK BOŞLUĞUNU DOLDURMASI İÇİN BİR FIRSAT
Washington Post Başyazısı, 7.4.2017

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Esed rejiminin kimyasal silah saldırısına karşı bir Suriye hava üssünü vurma kararı, ahlaken doğru olup bir dizi pratik kazancı da beraberinde getirebilir. Esed rejimi sivillere karşı ölümcül gazları tekrar kullanmaktan caydırılabilir (…)
Rusya ve İran’ın Şam’daki elleri kanlı diktatörü desteklemeyi sürdürüp sürdürmeme konusunu düşünmek veyahut ondan kurtulmak için bir anlaşma yapma konusunda yeni sebepleri olacaktır. Diğer haydut rejimler ve onların destekçileri, provokasyonlarına ABD’nin ne tür bir karşılık verebileceğini hesaba katmak zorunda kalacaktır. (…)
Çok daha önemlisi, Amerikan müttefiklerinin Sayın Trump’ın Ortadoğu’da ve ötesinde (…) Başkan Obama’nın bıraktığı liderlik boşluğunu doldurabileceğine ümit beslemesi için artık nedenleri var. Sayın Trump’ın bu adımının İngiltere’den Almanya’ya, İsrail’den Japonya’ya kadar dünyanın farklı ülkeleri ve Kongre’nin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi üyeleri tarafından sevinçle karşılanması hiç de şaşırtıcı değil. Hatta Putin’in Kremlin’inin öfkeyle sarf ettiği sözler dahi yüzeysel; zira Pentagon, Suriye’deki Rus kuvvetlerini önceden uyarmayı ihmal etmedi.
Acaba Sayın Trump’ın kararı, Amerikan dış politika çıkarları anlayışında bir değişimi mi temsil ediyor, yoksa gazla boğulan çocukların ekranlara yansıyan içler acısı görüntülerine karşı bir kereye mahsus bir mukabele mi, işte bu henüz bilinmiyor. 2013’te Sayın Trump, Esed rejiminin çok daha fazla can kaybına yol açan sarin gazı saldırısının akabinde bir Amerikan misillemesine hararetle karşı çıkmıştı; daha salı günü yaptığı bir konuşmasında “Ben dünyanın başkanı değilim, gelecekte de olmayacağım” demişti. Ama hemen ardından perşembe gecesi Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, kimyasal silahlar konusunda “uluslararası normları” korumak için “uluslararası toplum” adına harekete geçtiklerinden bahsetti (…).
Sayın Trump bu haftaki operasyona uygun şekilde bir Suriye politikası geliştirmeli. Görünen o ki Washington, (…) Esed rejimi başta kaldığı sürece iç savaşın asla sona eremeyeceğini anladı. (…)
Bu arada yönetim, Sayın Trump’ın gerektiğinde güç kullanmaya hazır olduğu kozunu kullanarak, Rusya ile Suriye’nin komşularını ülkenin geleceğini müzakere etmek için bir araya toplayacak bir girişimde daha bulunmalı. (…)
Sayın Trump, Suriye’de hem ABD hem de kendi başkanlığı için bir fırsat yarattı. Bunun nihai değeri, Trump’ın bunu ne denli iyi sürdürebileceğine bağlı.