5 Şubat 2017 Pazar

R.D.KAPLAN: IRAK VE SURİYE ESKİ HALİNE DÖNEMEZ



IRAK VE SURİYE BİR DAHA ESKİ HALİNE GERİ DÖNEMEZ

Röportajı veren: Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Röportajı yapan: Jim Wiandt (ETF.com’un kurucusu ve eski CEO’su)

Inside EFT’s Europe, 26.4.2016


Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Önemli bir jeopolitik ve dış politika uzmanı olan Robert D. Kaplan'ın bu blogda yer alan 20 makale, analiz ve röportaj tercümesini toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ

(...)
Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de neler yaşandığından ve Suriye çatışmasının Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya etkilerinden bize biraz bahsedebilir misiniz?
Geniş Ortadoğu’daki anarşinin kökenindeki sebepler gazetelerde hiç yazılmıyor. Yaşanan şey, ardı ardında emperyal sistemlerin çöküşü. İmparatorlukların kötü olduğuna inanmayın sakın, gayet iyi yapılardı. [Z.T.K. Kaplan’ın bu konudaki makalelerinin tercümesine ulaşmak için tıklayınız: “İmparatorluğu savunma adına”, the Atlantic, Nisan 2014; “Ortadoğu’da imparatorluğun kalıntıları”, Foreign Policy, 25.5.2015]
Tarihin kahir ekseriyetinde insanlığın büyük bir kısmı bir çeşit emperyal sistem altında yaşadı. Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı imparatorluk sistemi, İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz ve Fransız emperyal sistemi çöktü.
Bundan sonra Saddam Hüseyin, Kaddafi ve Esed ailesi gibi post-emperyal diktatörlüklerin yönetimine şahit olduk. Bunlar emperyalizmin çizdiği sınırlar dahilinde ülkelerini yönettiler ve totaliter hapishane devletleri kurdular.
Amerikan güç projeksiyonu bir dizi sebeple (...) artık alışıldığı gibi değil. Dolayısıyla ortada bir boşluk var. Biz şu anda “post-emperyal an”ı yaşıyoruz. [Z.T.K. Kaplan’ın bu konudaki makalesinin tercümesi: “Postemperyal çağ”, the National Interest, Mayıs-Haziran 2016] Bunu isterseniz daha da açabilirim.
Avrupa’yla doğrudan bağlantılı olan bir başka boyut da şu: Akdeniz binlerce yıldır Avrupa’nın merkeziydi. Ancak ne zaman ki Araplar 7. ve 8. yüzyıllarda [Akdeniz’in güneyini]  işgal etti, işte o zaman Akdeniz ikiye bölündü.
Avrupa, İslami ve Hristiyan İspanya dışında, ekseriyetle Kuzeyli bir girişim olarak görüldü. Şimdi ise Akdeniz’in Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz kısmından kuzeye doğru akan mültecilerle Akdeniz’in yeniden bütünleşmesine şahit oluyoruz. [Z.T.K. Kaplan’ın bu konudaki makalesinin tercümesi: “İslam Avrupa’yı nasıl yarattı?”, the Atlantic, Mayıs 2016]
Medyada barış görüşmelerinden bahsedilse de, benim gördüğüm kadarıyla Suriye’deki savaş devam edecek. Irak ve Suriye bir daha eski haline geri dönemeyecek.

Artan çatışmanın sizce en büyük riskleri neler? Mesela Irak ve İran’ın aşiret alanlarına bölünmesiyle nasıl bir dalgalanma ortaya çıkacak, bunun sonuçları neler olacak?
Benim daima zihnimin bir kenarında tuttuğum şey şu: Teknoloji, iletişim devrimi ve askeri yeniliklerle mesafenin anlamını tamamen yitirmesi nedeniyle coğrafya yenilgiye uğramış değil; ama daralmış durumda. Dünyanın bütün bölgeleri daha evvel hiç olmadığı kadar birbiriyle etkileşim içinde.
İran’da yaşananları ve Irak ile Suriye’deki krizi düşünürken bunların Ukrayna’da ve Avrupa’da olan bitenle bağlantılı olduğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Daha evvel hiç olmadığı kadar her şey birbiriyle iç içe. Mesela Putin’in Suriye’ye müdahalesi, kısmen Ukrayna’yı ilgi odağı olmaktan çıkartma ve böylece Suriye’den Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya mülteci akınını ayarlayarak Avrupalılara karşı bir koz edinme amacı güdüyor.
Bana göre İran, Ortadoğu’nun en parlak noktalarından biri; zira iç bütünlüğü olan ve tarihsel kökeni bulunan, tarih boyunca kendi imparatorluğuna sahip bir devlet. Ben nükleer anlaşmadan çok çok önce zaten yazmıştım; eskiden beri hep ABD ile İran’ın birbirine yakınlaşmaya mahkum olduğunu düşünmüşümdür. [Z.T.K. Kaplan’ın bu konudaki makalelerinin tercümeleri: “Reagan gibi ol”, the Atlantic, Ocak 2010; “Nükleer bir İran’la yaşamak”, the Atlantic, Eylül 2010; “İran’la ısınma”, the Atlantic, Şubat 2015]
(...) şu anda Boeing’in İran Havayollarına daha fazla uçak satmak için görüşmeler yürüttüğünü görüyorsunuz. Bu daha bir başlangıç. On sene içinde ABD’nin İran’la ve ardından Suudi Arabistan’la yakın ilişkiler kuracağını bundan beş sene evvel yazmıştım. Bu yolda ilerlediğimizi düşünüyorum.
Eğer ki Suriye ve Irak’taki şiddetin İran’dan uzaklaşmaya yol açacağını düşünüyorsanız, hayır, ilişkiler sürecek ve bu da demek oluyor ki Avrupalıların mültecilerin baskısıyla yüzleşmesi daha devam edecek.

Siz bu sürecin Suudi Arabistan’a ve Ortadoğu’nun diğer yerlerine de uzanacağını düşünüyorsunuz, öyle değil mi? Bu ülkelerin İran gibi yerleşik bir istikrarı pek fazla yok. Bunun muhtemel sonuçları neler olabilir?
Şimdiye kadar Irak, Suriye, Libya ve Yemen’in çöküşüne şahit olduk. Ancak bu durum mali piyasaları fazla etkilemedi. Bunu bir nevi fiyatlandırdılar. Dört Ortadoğu devleti çöktü diye Dow Jones sanayicileri çökmedi. (...) Ancak eğer ki Suudi Arabistan’ın zayıflaması veya çöküşü baş gösterirse veyahut Güney veya Doğu Çin Denizlerinde bir savaş çıkarsa işte o zaman mali piyasalarda gerçek anlamda bir altüst oluş yaşanacaktır. Suudi Arabistan bu dört ülkenin toplamından çok daha değerli.

Niçin?
Petrol ve doğalgaz rezervleri nedeniyle. Suud’un zayıflayıp çökme ihtimali nedir? Şunu hiç unutmayın ki Suudi kraliyet ailesi, –kelimenin tam anlamıyla 1950’lerin Taş Devri’nden 2016’nın postendüstriyel ve postmodern toplumuna evirilen– fırtınalı bir devrimci toplumsal değişime öncülük ederek başa geldi ve bu sayede iktidarını korudu. Ve bu kraliyet ailesi hala yönetimde. Hala muhaliflerini parayla satın alabiliyor. Kraliyet yaklaşık 1500 kişilik çok geniş bir aile olduğundan, toplumun her kesimiyle ve her siyasi eğilimle kurduğu ağlar var.
Bizzat kraliyet ailesi, iç istihbarat servisi gibi işliyor ve bu onun güçlü tarafı. Ben “Suudi Arabistan çökecek” diyenlerin peşine takılmış değilim.
Ancak, bana göre, petrol fiyatları yükselse bile, bölgesel farklılıkları olan ve çölde sınırlı su kaynakları üzerine kurulu bir devletin uzun vadeli geleceği geçmişteki kadar parlak görünmüyor. Kızıldeniz kıyısındaki Hajar [Z.T.K. Kaplan’ın Hicaz’ı kastettiğini zannediyorum; yanlış deşifre edilmiş olmalı], ülkenin ortasındaki başkent Riyad’a kıyasla, dünyaya çok daha açık ve kozmopolit bir bölge.
Asıl büyük soru şu: Suudi Arabistan’ın geleceği nedir? Geçmişe kıyasla daha kötü; ama çöküş öngörüsünde bulunanlardan değilim.

Bu bölgelerde istikrarı sağlama noktasında Batı’nın rolü ne olmalı? Bizim onlarla fazlaca etkileşim kurmamızın inanılmaz şekilde beceriksizce sonuçlandığı görülüyor.
Söylediğiniz gibi biz, ulus inşasına yardımcı olmak amacıyla mümkün olan her yolla yerel ordular, yerel askeri birlikler inşa etmeye çalıştık; zira ulus inşası ordu inşasıyla başlar. Dünyanın bu kısmında ordusuz bir ulus olamaz; ancak biz bunda başarısız olduk. Bu işi bazı yerlerde zekice, bazı yerlerde aptalca yaptık. Ama zekice yaptığımız yerler dahi bu, gerçek anlamda işlemedi.
Ardından bir sonraki senaryo geldi. Bu neydi? Sahadaki varlığımızı iyice sınırlayacak şekilde yerel vekiller aracılığıyla iş tutmaktı. Zira öncelikle Amerikan halkı, Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde ciddi bir askeri varlık bulundurulmasına destek vermiyor.
Rusya’nın Suriye’de yaptığı, Ortadoğu’da taklit edebileceğimiz başarılı bir operasyon türü. Rusya Suriye’de başarılı oldu ve yeni bir düzen inşa etmeye kalkışmadı. Sadece istikrar uğruna eski düzeni desteklemeye çalıştı. Bir bataklığa saplanmamak için kara değil, hava gücünü kullandı. Hedefleri sınırlıydı ve bu hedeflerine ulaştığını hissettiği anda, tamamen geri çekilmese de varlığını azalttı. İşte bu, işleyen bir model.

Genel olarak terörizm hakkındaki görüşleriniz nedir? Batı terörizmden ne kadar endişelenmeli?
Terörizm bu teknoloji çağında ortaya çıkan bir şiddet çeşididir. Biz uçak gemilerinin, demiryollarının, kısaca her şeyin büyük olduğu Sanayi Çağını geçtik. Şu anda Sanayi Sonrası Çağdayız ve birkaç odayı havaya uçurmak için cebinize yeteri kadar plastik patlayıcı doldurmanız yeterli. Bu durum devlet dışı grupları ve teröristler gibi küçük grupları güçlendirmekte.
Bunları bastırabiliriz, ama tamamen yok edemezsiniz. Bunu hastalığı tedavi etmek yerine baskılamak gibi düşünebilirsiniz. Kanaatimce terör, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz, ardı arkası kesilmeyen sürekli bir faktör olacaktır. Buna karşı en iyi korunma ordular eliyle değil, istihbarat teşkilatlarıyla, telefon dinlemeleriyle, Ulusal Güvenlik Ajansı ve polis kuvvetleri gibi her tür araçla özel hayatları gizlice araştırarak sağlanacaktır. New York Polis Gücü’nün dünya çapında kendi istihbarat teşkilatı var. Gelecek bu şekilde görünüyor.

Şu anda bütün dünyadaki jeopolitik duruma baktığınızda sizin temel endişeleriniz ve bizim de gelecekle ilgili en çok endişelenmemiz gereken şeyler nelerdir?
ABD’den sonra dünyanın en büyük nükleer gücü olan Rusya’yla ilişkilerimiz daha iyi olabilirdi diye düşünebilirdim.
Ancak Rusya hala bir tehdit. Baltık Devletleri oldukça hassas. Baltık devletlerini ve Romanya, Bulgaristan gibi ülkeleri NATO’ya kabul ederken dışarıdan gelecek herhangi bir saldırıya veya istilaya, yani Rusya’ya karşı onları koruyacağımıza dair bir antlaşma imzaladık. Bu da demek oluyor ki biz, bir antlaşmayla bu devletleri koruma noktasında kendimizi hukuken bağladık, her ne kadar Rusya bu devletlerin sınırlarının çok yakınında büyük askeri birliklere sahip olsa da. 
Diğer bir mesele Güney ve Doğu Çin Denizleri. Herhangi bir savaş yaşanması ne ABD olarak bizim ne de Çin’in menfaatine; ancak tarih boyunca büyük güçler çoğunlukla kendi menfaatleri hilafına çatışmalara sürüklenmişlerdir.
Amerikan-Çin ilişkilerinin tamamen Güney Çin Denizi meselesine indirgenmesinden endişeliyim. Bunun daha geniş çaplı Amerikan-Çin ilişkilerine yön verdiği bir gerçek.
Kısaca temel endişelerim Güney ve Doğu Çin Denizleri, Baltık Devletleri ve aynı zamanda tüm Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri. Daha evvel bahsettiğim üzere Suudi Arabistan’ın çöküşü –her ne kadar öngörmesem de ve beklemesem de– yakından takip edilmesi gereken bir tehlike; zira Amerikan-Suudi ilişkileri gergin olsa da bölgede Amerikan gücünün hala daha bir siperi konumunda.
Salgın hastalıkları ve yine –eğer ki bastıramazsak– kitlesel ölümlere yol açacak terör saldırılarını da bu çerçevede zikredebilirim.

(…)
Gerek Çin gerekse ABD’nin ve Batı’nın Çin’le ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? (…)
ABD hiçbir şart altında Çin’le askeri bir savaşa girmeyi kaldıramaz. Ama öte yandan Pasifik’teki birçok müttefikinin Çin tarafından ezilmesine müsaade etme lüksü de yok.
Bu nedenle müttefiklerini savunmalı, ama Çin’le bir çatışmaya girmeden. Bunun bir yolu da Çin’le çok yönlü bir karmaşık ilişkiler ağı kurarak ilişkilerimizi öyle basitçe Güney ve Doğu Çin Denizleri’ndeki anlaşmazlıklarımıza indirgememek için sıkı çalışmaktır.
Bu nedenle Güney ve Doğu Çin Denizleri’ndeki anlaşmazlıkların zararını azaltmak babından Çin’le mümkün olduğunca fazla alanda işbirliği içinde çalışmalıyız.

(…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder