5 Şubat 2017 Pazar

D.HEARST: SUUDİ ARABİSTAN EKTİĞİNİ BİÇİYOR


SUUDİ ARABİSTAN EKTİĞİNİ BİÇİYOR

David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 2.11.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Ortadoğu'yla ilgili çok önemli yazılar kaleme alan David Hearst'ten şimdiye kadar yapılmış 8 tercümeyi toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.

Riyad’ın komşuları üzerindeki sıkı kontrolünün gevşediğine dair iki işaret var: Birincisi, [Yemen’deki] Husilerin Mekke’nin batısındaki Cidde havalimanına fırlattıkları uzun menzilli füze. İkincisi, bir zamanlar Suudilerin finanse ettiği Lübnanlı işadamı Saad Hariri’den aldığı destekle [Z.T.K. seçimlerin yapılamaması nedeniyle 2,5 yıldır boş kalan] Lübnan cumhurbaşkanlığına Mişel Aun’un seçilmesi. Aun [Z.T.K. iç savaş sırasında] genelkurmay başkanıyken bizzat savaştığı Hizbullah ve Şam tarafından destekleniyor [Z.T.K. Ordu komutanı Aun, iç savaşın sonuna doğru 1989’da Suriye’ye karşı ulusal kurtuluş savaşı başlatmış; ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Körfez Savaşı’nın arifesinde değişen küresel ve bölgesel dengeler bağlamında giderek yalnız kalan Aun, Suriye’nin harekatı karşısında tutunamayarak Ekim 1990’da Paris’e kaçmıştı. 2005’te Hariri suikastının ardından Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesi üzerine sürgünden ülkesine dönüp siyasi parti kurarak cumhurbaşkanı olma hayaliyle Suriye-Hizbullah bloğuna yaklaşmıştı. Suriye de eski baş düşmanı Aun’a Suriye aleyhtarı Hıristiyanların saflarını ve oylarını bölmek için destek vermişti. Aun, 28 yıl sonra en büyük hayali olan cumhurbaşkanlığı koltuğuna Saad Hariri’nin geri adım atmasıyla oturdu].
Her ikisi de Suudi kraliyetine yönelik bir çeşit darbe niteliğinde. Her iki Arap komşusunun da Riyad’daki dış politika adına dönen rüzgârgülünün şiddetli sapışına ilişkin anlatacağı kendi hikâyesi var. Suudi Arabistan bugüne kadar üç stratejik hata yaptı.
Irak’ı ele alalım. Suudi Arabistan, sekiz sene süren İran-Irak Savaşı’nda İran’a karşı Saddam Hüseyin’e 25 milyar dolarlık düşük faizli borç vermişti. Savaşın sona ermesinden iki sene sonra 1990’da Irak borç batağına saplanmışken Riyad ve Kuveyt petrol üretimlerini azaltmayı reddetmek suretiyle Saddam’ın altını oymuştu. İşte bu, Irak’ın Kuveyt’i işgalinin sebeplerinden biri oldu. [Z.T.K. Kuveyt’i Irak’ın işgalinden “kurtaran”] 1991’deki Körfez Savaşı için bu defa Suud ve Kuveyt savaşın maliyeti çerçevesinde ABD’ye 30 milyar dolar ödemek zorunda kalacaktı. [Z.T.K. Körfez Savaşı’nın masraflarının önemli bir kısmını Suud, Kuveyt, Almanya ve Japonya karşıladı]
2003’teki Irak Savaşı’nda ise kraliyet iki yönlü oynadı. Dönemin Veliaht Prensi Abdullah, Irak’ı işgalin muhtemel sonuçları konusunda Amerikan Başkanı Bush’u uyardı ve Suud Dışişleri Bakanı da ülkesindeki askeri üslerin kullanılmasına müsaade etmeyeceğini açıkladı. Ama uygulamada tam aksi yaşandı. Suudi toprakları ve askeri üsleri koalisyon kuvvetleri için hayati noktalar haline geldi.
Saddam’ın devrilmesi, Baassızlaştırma politikası ve bunun yol açtığı güç boşluğu, Irak’ın İran’a altın tepside sunulmasına yol açtı. Tahran, Şii ağırlıklı Irak’ın güneyine sosyal refah hizmetlerini sunan bir aktör olarak işe başladı. Zamanla ana siyasi hamiye dönüştü ve sonunda kendi vekil Şii milislerini kontrol eden askeri bir güç haline geldi.
Yemen’i ele alalım. Onlarca yıldır Suud’un Yemen’deki adamı diktatör Ali Abdullah Salih’ti ve 2011 yazında [Z.T.K. cumhurbaşkanlığı sarayına düzenlenen] bombalı saldırıda çok ciddi şekilde yandığında hayatını kurtaran Suudi doktorlardı. O dönem haber yaptığım gibi, Suudiler Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte Husilerle temasa geçmiş ve başkent Sanaa’ya doğru ilerlemeleri için teşvik etmişlerdi.
Plan, Yemen’deki İslamcıları temsil eden Islah Partisi mensuplarıyla bir savaş çıkartmaktı [Z.T.K. Bunun için daha evvel Husilerle çatışan Selefilere silahı bırakması için Suud baskı yaptı]. Ancak [Z.T.K. Islah’ın kendisine karşı oyunu fark ederek Husilerle çatışmaması üzerine] Husilerin başkente hiçbir muhalefetle/engelle karşılaşmadan kolayca girmesi ve [burada durmayıp] güneydeki Aden’e doğru ilerlemesiyle plan nefes kesici bir şekilde geri tepti. O andan sonra Suudiler, İran’ın [Husiler üzerinden]  yeni bir açılım yapmasını sağlamakla düştükleri hatayı anladılar. Geriye çok az seçenekleri kaldı.
Sonuç, ülkeyi yerle bir eden bir Suudi hava harekâtı oldu; ama şimdiye kadar başkent Sanaa’yı geri almakta veya füzelerin Cidde’ye veya Mekke’ye düşmesini engellemekte başarısız oldu.
Mısır’a bakalım. Kral Abdullah, Mısır’da stratejik bir tercihte bulunmamakla suçlanamaz. Nitekim o, stratejik tercihini Mısır devrimine karşı koyma yönünde yaptı ve bu, Suudi Arabistan’ın en büyük hatası oldu.
Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte Suudi Arabistan, Mısır’ı istikrara kavuşturmakta başarısız olan bir adam için tutup da 50 milyar dolar harcadılar ve şimdilerde bu adam Suud’un düşmanı İran’a kur yapmakla meşgul. Aslında en baştan beri onun Suud’la ilişkisi nakit para üzerine kuruluydu. 2013’te Sisi, kendisini askeriyenin başına geçiren Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye ihanet edip etmeme konusunda üç ay boyunca tereddütte kaldı.
Özel bir kaynağımdan aldığım bilgiyle daha evvel yazdığım üzere Sisi, Körfez ülkelerinden 12 milyar dolar para sözünü aldıktan sonra Mursi’yi devirdi. Peki Suudiler akıttıkları para karşılığında ne elde ettiler?

Bölgede pozisyonların değişimi
Mevcut Suudi-Mısır ağız dalaşı abartılabilir. Bazıları diyor ki Suudiler Sisi’yi terk etmekten hiç memnun kalmayacak, zira ona aşırı derecede fazla yatırım yaptılar.
Ancak görüldüğü kadarıyla Mısır, Suudilere Yemen’de savaşmak üzere askeri birlik sağlamaktan kaçındı ve Suudileri öfkelendirecek şekilde Halep’le ilgili Rusya’nın hazırladığı BM karar tasarısı lehine oy kullandı. Mısır, Suriye rejimine karşı çıkan ülkeleri dengelemek üzere İran’ın talebiyle İsviçre’deki görüşmelere dâhil edildi ve ayrıca Hizbullah ve Husilerle bağlantı kurdu.
Mısırlı diplomatlara göre bu bağlantının amacı, Yemen’deki savaşın sona ermesi için arabuluculuk yapmak ve Halep’te Suriye devletini desteklemek. Ancak Riyad, Mısır’a ayda 700 bin tonluk petrol yollamayı askıya aldı.
Bütün bu üç hatanın sonucu olarak bugün İran’la Suudi Arabistan Ortadoğu’da pozisyon değiştirdi. Irak savaşları öncesinde İran tecrit edilmiş haldeyken Suudiler bölgede nüfuz sahibi olmanın tadını çıkarıyordu. Şimdi ise Suudi Arabistan çatışmalarla ve çökmekte olan devletlerle çevrelenmiş durumda. Kraliyet kuzeyde ve güneyde savaş içinde.
Baş düşmanı İran; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de var olup dört Arap başkentini kontrol etmekle övünüyor. Suud ise dış müdahaleler için şimdiye kadar on milyarlarca dolar harcadı ama bölge daha evvel hiç olmadığı kadar istikrarsız. Milyonlarca insan evlerini terk ederek mülteci kamplarına sığınırken veya yurtdışına kaçarken Sünni liderliğin krizi daha evvel hiç olmadığı kadar ciddi bir şekilde ufukta belirmiş durumda. Onları koruyan hiç kimse yok.

Geçici müttefiklik, stratejik beceriksizlikler
Suud’un iç istikrarı da olumsuz etkileniyor. Suudi kraliyeti şimdiye kadar basit bir anlaşmaya alışmıştı: “Biz size para sayıyoruz, siz de çenenizi kapayın.” Ancak petrol fiyatlarının ani düşüşünün ve bazı devlet sübvansiyonlarının kaldırılmasının ardından Suud vatandaşları, dillendirilmeyen bu kuralı tersyüz ederek kendi kendilerine şu soruyu sormaya başladılar: “Eğer devlet artık bize para saymıyorsa niçin susalım ki?”
Kraliyet, kendisini Sünni Arap dünyasının bir lideri olarak görüyor. Liderlik yapmak için sadece kendiniz veya yönetici aileniz değil, aynı zamanda halkınız için de bir vizyonunuz olmalı. Suud’un böyle bir vizyonu yok.
İran’ın aksine Suud, bölgede kendi yerel müttefikler ağını sabırla ve sessiz sedasız oluşturmakla vaktini geçirmedi. Halep veya Musul için felaket tellallığı yapabilir; zira yürüttüğü çabalar ancak ve ancak mezhepçi bölünmelere yol açacak nitelikte. Ama İran plansızlıkla suçlanamaz; zira jeopolitik kontrolü ve bölgedeki mezhepçi yapıyı değiştirmeye çalışıyor. Öyle veya böyle İran’dan Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyada kalıcı söz sahibi bir aktör olmak istiyor.
Bu amaçla İran, uzun vadeli stratejik müttefikler ağı oluşturuyor, gelecekle ilgili önceden planlar yapıyor. Suudilerin bölgedeki devletlerle veya liderlerle kurduğu ittifaklar ise gelip geçici ve değişken. Lübnan’da bu hafta şahit olduğumuz gelişme işte bunun klasik bir örneği.
Her ne zaman stratejik bir tercih yapması gerekse Suudiler hep yanlış ata oynadılar. Tunus ve Mısır’daki Arap isyanlarında bu tercih görüldü. Muhammed Mursi’nin bir yıllık cumhurbaşkanlığı sırasında ilk dış ziyaretini gerçekleştirdiği Suudi Arabistan’a yaptığı teklifinde gayet netti.
Mursi, “Bu vesileyle diyorum ki Suudi Arabistan Krallığının büyük kardeş Mısır’a ihtiyacı olduğu gibi büyük Mısır’ın da Suudi Arabistan Krallığına ihtiyacı var. Eğer ki bu iki ortak uzlaşırsa, eğer ki bu iki ülke ittifak ederse, eğer ki bu iki halk razı olursa tüm Arap dünyasında ve hatta Müslüman dünyada hakiki bir Rönesans gerçekleşecektir. İnşallah bu olacaktır. Eğer ki Suudi Arabistan Krallığı ana-akım, ılımlı Sünni projenin, yani Sünni çoğunluğun projesinin hamisiyse Mısır da bu projenin koruyucusu, bekçisi olacaktır” demişti.

Ani yükseliş ve düşüş
Ama Kral Abdullah çoktan kafasına koymuştu. Müttefiki Hüsnü Mübarek’in devrilmesine, kendisini onun yerine koyarak, şahsen tepki gösterdi. 3 Temmuz 2013’ten Kral Abdullah’ın ölümüne [Z.T.K. Ocak 2015’e] kadarki süreçte siyasal İslam, Suudi Kraliyetinin stratejik tehdidi haline geldi.
Bu ölümcül bir hataydı. Arap isyanları Suudiler için bir fırsat olabilirdi. Mursi, Riyad’a Suudi Arabistan’ın yeni Arap statükosunun öncüsü, Mısır’ın da bunun koruyucusu olacağı bir anlaşma teklifinde bulunmuştu. İşte bu, tam da şu anda Suudilerin ihtiyaç duyduğu ama Sisi’nin yerine getiremediği şey.
Siyasal İslam’ı ezmek İslam Devleti’ne alan açtı. Sina, yerel bir meseleden bölgesel bir meseleye dönüştü. Suudi Kraliyeti için süreğen bir savaş hali iktisaden bir felakete dönüştü; her ne kadar bu, [Z.T.K. savunma sanayi alanında dünyanın en büyük şirketi olan İngiliz] BAE Systems gibi silah sağlayıcıları için bir nimet olsa da.
ABD ve Çin’in ardından Suudi Arabistan dünyanın en çok askeri harcama yapan üçüncü ülkesi. Bütçesinin dörtte birini bunun için harcıyor, yani 56 milyar dolar. Bunun 1,14 milyar doları Eurofighter Typhoon avcı uçağı sevkiyatı için doğrudan BAE Systems’ın hazinesine gitti. Yemen’deki dehşet verici bombardıman harekâtına bakıp da inanmak zor ama Suud bölgedeki en iyi finanse edilen, son model gelişmiş askeri güçlerinden biri.
Suudi paralarının diğer bir varış noktası Amerika. Ancak devlet aktif varlıkları, Terörizme Destek Verenlere Karşı Adalet Yasası (JASTA)’nın Kongre’den geçmesiyle birlikte artık tehlike altında; zira sözkonusu yasa 11 Eylül kurbanlarının Amerikan mahkemelerinde kraliyet aleyhine hukuki yollara başvurmasını kolaylaştırıyor. Çeşitli kaynaklardan aldığım bilgilere göre Birleşik Arap Emirlikleri çoktan ABD’deki varlıklarını geri çekmiş. Bir kere daha Suudiler hazırlıksız yakalandılar ve varlıklarının ucuza ve zararına satışı ihtimaliyle karşı karşıyalar.
Suudiler bu parayı eğer bölgeye akıtsaydı, eğer Mısır’da ve Yemen’de –kimin kazandığına bakmaksızın- demokratik seçimlerle başa geçmiş hükümetleri desteklemek için harcasaydı neler olurdu, düşünün bir kere.
Mısır çoktan demokratik dönüşümünde aşamalar kaydetmiş olurdu. Yemen’de Salih’in ve Husilerin tehdidi gerilerdi. Sina’da silahlı isyan olurdu, ama bu denli tehlikeli ve şiddetli bir hale bürünmezdi. Arap dünyanın her yerinde İslamcılar takip edilecek şiddet içermeyen ve başarılı bir model ortaya koyarlardı. Cihatçılara destek ortadan kalkardı, tıpkı Ocak 2011 Devrimi’nin akabindeki gibi.
Tıpkı Almanların Avrupa’da olduğu gibi, Suudilerin de Ortadoğu’da Arap dünyasının bankeri olma iddiası bugüne kadar tartışmasız kabul görerek devam ederdi. Kraliyet ailesi, yurtiçinde siyasi reform sürecini başlatarak artan bir siyasi şeffaflıkla, seçimleri yaparak ve meşruti bir monarşiye doğru evirilerek yerini sağlamlaştırırdı.

Servetini de kaybetmezdi, bugün olduğu gibi –prensler har vurup harman savurmaya devam ederken- Suudi vatandaşlarından kemer sıkmalarını isteyecek bir pozisyona da düşmezdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder