5 Şubat 2017 Pazar

A.BOSONI: 2017, AVRUPA’NIN KADERİNİ BELİRLEYEBİLİR


2017, AVRUPA’NIN KADERİNİ BELİRLEYEBİLİR

Adriano Bosoni (Stratfor kıdemli Avrupa uzmanı)
Stratfor, 15.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Gelecek sene bu vakitlerde Avro Bölgesi’nin cenazesi toprağa gömülebilir. Fiiliyatta bunun gerçekleşme ihtimali düşük de olsa, ortak para birliğinin çökme ihtimalinden bahsedilmesi Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı problemlerin büyülüğünü ayan beyan ortaya döküyor. Aşağı yukarı on yıl evvel mali, iktisadi ve siyasi krizlerin kıtaya üşüşmesinden bu yana Avrupa nice zor anlara göğüs gerdi. Ancak 2017, Avro Bölgesi’nin devamlılığı için en kritik yıl olacak; zira siyasi ve iktisadi risk, bölgenin kalbi olan Almanya, Fransa ve İtalya’ya kadar ulaştı.
Avrupa Birliği (AB) ve Avro Bölgesi’ne yönelik tehditler kilit üyelere kadar vardığından artık daha da akut hale gelmiş durumda. Belki Avrupa’nın ulus-üstü yapıları, mesela Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nden veya İngiltere’nin AB’den çıkışıyla ayakta kalmaya devam edebilir; ancak Almanya, Fransa veya İtalya’nın çıkışını muhtemelen kaldıramaz. Nitekim bu üç ülke, sadece Avrupa’nın en büyük ekonomilerine sahip değil, aynı zamanda Avrupa entegrasyonu sürecinin de ana itici güçleri.
Gelecek yıl bir dizi gelişme AB’nin kurucu yapılarını teste tabi tutacak. En önemli meydan okuma, düşük iktisadi büyüme ve görece yüksek işsizlikle malul Fransa ve İtalya’dan gelecek. Ekonomilerini göçmen ve serbest ticaret tehditlerine karşı korumak isteyen nüfuslarının genişçe bir kesiminde küreselleşme karşıtı hissiyat gayet güçlü. Bu arada birçok Fransız ve İtalyan seçmen AB’ye ve Birliği destekleyen ana-akım siyasi partilere şüpheyle yaklaşıyor. Her iki ülke de kürselleşmeyle mücadeleye ve Avrupa entegrasyon sürecini tersine çevirmeye ahdetmiş siyasi güçler için verimli bir zemin.

Fransa ve İtalya için iki senaryo
Fransa, nisan ve mayıs aylarında iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandık başına gidecek. İtalya’da ise Başbakan Matteo Renzi’nin istifası erken genel seçimlere kapı araladı. Her ikisinde de milliyetçi ve kürselleşme karşıtı partiler güçlü bir varlık gösterecekler. Ama asıl soru şu: Acaba bu partiler, kendilerini iktidardan uzak tutmak üzere dizayn edilmiş seçim sistemini alt edecek kadar destek kazanmış durumda mı?
(…)
Bu yüzden Fransa ve İtalya iki senaryodan biriyle yüzleşecek. Birincisi, Fransa’da Ulusal Cephe ve/veya İtalya’da Beş Yıldız Hareketi’nin iktidara gelişi, bu ülkelerin Avro Bölgesi’nden çıkışını daha da kolaylaştıracak. Ortak para alanını terk etmek için yeni hükümetlerin avro konusunda referanduma gidip kazanması lazım. Ancak Fransız veya İtalyan hükümetlerinin sadece para birliğinden çıkış niyetini ilan etmesi dahi daha referanduma gitmeden bölgenin çöküşünü tetikleyebilir. Referandum ilanı, Güney Avrupa’da insanların paralarını çekmek için bankalara hücum etmesini tetiklemeye muhtemelen yetecek; mevduat sahipleri güneyin zayıf ekonomilerinden paralarını çekip kuzeyin refah devletlerine yatıracaklar.
Böyle bir banka hücumunun etkileri, referanduma giden ülkelerin çok daha ötesine gidecek. Mesela İspanya ve Portekiz bankalarında paraları olanlar kuzeydeki bankalara yatırmak için koşacaklar. Eğer Avro Bölgesi çöker ve bank mevduatları yerel para birimlerine çevrilirse, hesap sahipleri avrolarını kendi yerel para birimleri İspanyol pesetası veya Portekiz esküdosu yerine Alman markına çevirmeyi tercih edeceklerdir. Avrupa Merkez Bankası verileri, zaten birkaç senedir Avrupa’daki paranın güneyden kuzeye doğru aktığını ortaya koyuyor. (…)
İkinci ve daha muhtemel olan senaryo ise Fransa ve İtalya’da ılımlı partilerin iktidarda kalması. Bu, Avro Bölgesi’nde ani bir krizi engellese bile sadece geçici bir soluklanma olacaktır. Zira Fransa ve İtalya’daki ılımlılar dahi Brüksel’deki merkezî kurumların zayıflatılması ve bazı yetkilerin yerel parlamentolara geri verilmesi suretiyle AB’nin yeniden yapılandırılmasını savunuyorlar. Ancak mevcut şartlarda –AB hükümetleri antlaşmanın reform sürecinin kapısını aralamak istemediklerinden– bu tür reformları düşünmek imkânsız; dolayısıyla onların diğer en iyi seçenekleri, tek taraflı hareket etmek ve Avrupa Komisyonu ile AB kurumlarının otoritesine titizlikle meydan okumak –veya doğrudan görmezden gelmek– olacaktır.
Ancak akılda tutulması gereken temel konu şu: Eğer ki bu ekonomiler güçlü ve hızlı bir iyileşme kaydedemezse milliyetçi partilerin iktidara yükselişi, sadece bir sonraki seçime kadar ertelenmiş olacak. Fransa’da bu, eğer ki ılımlı yönetim anayasal görev süresini doldurursa, beş sene daha demektir. İtalya’da ise bu, sadece birkaç ay anlamına gelebilir; zira hükümetler nadiren normal görev sürelerini tamamlayabiliyor.

Daha yalnızlaşmış bir Almanya mı?
2017’de Almanya’da da genel seçimler olacak. Ancak bu seçim, diğerlerine kıyasla Avrupa’nın kaderini en az etkileyecek olan. (…) Almanya’nın İtalya veya Fransa seçimleri üzerindeki etkisi az olacak ve Berlin’deki hükümet, olayları şekillendirmek yerine muhtemelen gidişata sadece tepki gösterebilecek.
(…)
Her ne kadar AB’ye üye hem kuzey hem de güney ülkeleri Birliğin reform ihtiyacı konusunda hemfikir olsalar da izlenmesi gereken yöntem konusunda farklı görüşlere sahipler. (…) Almanya’ya göre en iyi senaryo, esaslı AB reformlarını 2018’e kadar ertelemek; ancak bu da Birliğin problemlerini çözmek yerine sadece ve sadece erteleyecektir.
Öte yandan Fransa veya İtalya’da popülistlerin seçim zaferi Almanya’nın hesaplarını dramatik bir şekilde değiştirecektir. Berlin’in ilk tepkisi, Avro Bölgesi’nin çöküşünü engellemek için Paris veya Roma’daki yeni hükümetle uzlaşmaya çalışmak olacaktır. Ancak Almanya, iktisadi geleceğini Fransa veya İtalya’nın ellerine bırakamaz; bu da demek oluyor ki eşzamanlı olarak Berlin, Avro Bölgesi’nin dağılmasının ardından oluşacak dünya için acil durum planlarını incelikle oluşturmak zorunda kalacaktır.
Almanya’nın dağılan Avro Bölgesi’ne ilk tepkisi, gelecekteki ticaret ve para birimi blokları için işbirliği yapabileceği müttefikler bulmak olacaktır. Bu da hiç kolay değil. Avusturya Almanya için doğal bir ortak; ancak o da kendi milliyetçi güçleriyle boğuşmakta ve bu durum liderlerinin yeni bir ulus-üstü girişime katılma arzusuna ket vurabilir. Yine İskandinav ülkeleri iktisadi ve ideolojik olarak Almanya’ya yakın; ancak geniş çaplı siyasi kriz bağlamında sözkonusu bölge, kendi içinde bir entegrasyona odaklanma kararı alabilir. Sonuç olarak Almanya, sadece Benelüks [Belçika-Hollanda-Lüksemburg] ve Baltık ülkeleriyle [Estonya-Letonya-Litvanya] bir “kuzey Avro Bölgesi” oluşturmak için müzakerelere girişebilir.
Böyle bir karmaşık senaryoda Alman seçmenler (…) dördüncü dönem için Angela Merkel’i başbakan seçebilir. Ancak bu, varoluşsal bir krizle yüz yüze olan bu ülkeyi çok az rahatlatır. Almanya’nın ihracata dayalı ekonomisinin ülke içinde istihdam yaratabilmesi yabancı pazarlara erişimine bağlı. Avro Bölgesi’nin dağılması, kıta çapında iktisadi faaliyetleri zayıflatacak ve Alman ihracatını kesintiye uğratacak ciddi belirsizlikler yaratacaktır.
Ancak Almanya için gerçek tehdit, Avro Bölgesi’nin dağılması değil, Avrupa’da gümrük tarifelerinin yeniden yürürlüğe girmesi olacaktır. Bazıları, Avro Bölgesi’ne her ne olursa olsun Avrupalılar yine Alman arabalarını satın almak isteyecek ve Alman markıyla ödeme yapmaya razı olacaktır, iddiasını dillendirebilir. Ancak diğer ülkelerde alınacak korumacı tedbirler Alman ihracatına darbe vuracak ve işsizliği artıracaktır. Almanya’nın ABD ve Çin gibi AB dışı ticaret ortakları belki bir nebze olsun zararı azaltabilir; ama onlar da Avrupa’da azalan satışları tam anlamıyla telafi edemeyecektir. Avrupa ve ABD’yi kasıp kavuran küreselleşme karşıtı hissiyat dalgası, bilhassa başarılı bir iktisadi performans için küreselleşmeye bağımlı bir ülke olan Almanya’yı şüphesiz yakından ilgilendiriyor.

Eşzamanlı birçok tehdit
En zorlayıcı senaryo olan Avrupa şüphecilerin 2017 seçimlerini kazanması şimdilik pek mümkün görünmüyor. Ancak Fransa’da ve İtalya’da ılımlılar iktidarda kalsa dahi vatandaşlarının Avrupa statükosundan memnuniyetsizlikleri giderek artıyor. Önümüzdeki dönemde AB’de reform çağrıları daha yüksek sesle dillendirilecek ve ilk defa bu aykırı sesler, daha fazla Avrupa entegrasyonu yerine yerel hükümetlere güçlerinin geri verilmesini talep edecekler. Hükümetler çok daha sıklıkla tek taraflı adımlar atacaklar ve Brüksel’deki merkezî kurumlar anlamlarını yitirmeye devam edecekler. Daha da önemlisi, eğer ki kıtanın iktisadi şartları düzelmezse, 2017 yılında müesses nizam karşıtı güçleri muhtemelen iktidardan uzak tutacak mevcut seçim sistemi ve siyasi yapı, pek de uzun süre bir engel olarak kalamayabilir.

(…) son birkaç yıldır Avrupa’da yükselişe geçen meseleler aynı anda etkin hale gelebilir. Gelecek yıl içinde milliyetçi ve müesses nizam karşıtı hissiyat, çözülemeyen kıta içi kuzey-güney ayrımı, karışıklığa yol açan göçmen krizi, yerelleşme, kırılgan bankacılık sektörleri ve verimsiz karar alma süreçleri hep bir arada su yüzüne çıkarak AB’deki çatlakları daha da genişletebilir. Teoride bu problemlerin tek başına hiçbiri, Avro Bölgesi’ni 12 ay içinde yıkacak kadar ciddi değil; ama bir araya geldiklerinde Avro Bölgesi’nin dayanamayacağı kadar büyük bir baskıya dönüşebilir. Her ne kadar ortak para birimi avro birliğinin gelecek yıl çökmesi pek mümkün görünmese de –kıtada birçok kriz baş gösterdiğinden Avrupa entegrasyonu için 2017’nin en önemli yıl olması nedeniyle– bu, ihtimal dış da değil.

1 yorum: