6 Ocak 2017 Cuma

S.ÇAĞAPTAY: TÜRKİYE AŞIRI DERECEDE HASSAS VE SAVUNMASIZ



TÜRKİYE AŞIRI DERECEDE HASSAS VE SAVUNMASIZ

Röportajı veren: Soner Çağaptay (Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü)
Röportajı yapan: Fritz Lodge & Mackenzie Weinger
The Cipher Brief, 20.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Rus Büyükelçi Andrey Karlov’un Ankara’da suikasta uğramasının ardından Türkiye nerede duruyor?
Suikastın zamanlaması manidar, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye ile Rusya’nın ciddi bir şekilde yakınlaştığı bir dönemde geldi. (…) başarısız darbe teşebbüsünün ardından (…) Batı’nın kendisini yalnız bıraktığını hisseden Erdoğan Rusya’nın elini tuttu.
Tabii ki Erdoğan’ın Rusya’yla yakınlaşmasının Suriye’de Kürt ilerleyişini engellemek gibi başka nedenleri de var. Bir bakıma darbe, ilişkilerin normalleşmesini hızlandırmada sadece uygun ortamı yaratmış oldu. Halep konusunda iki ülke birbirine yaklaştı (…). Bir bakıma Ankara, Halep’te on binlerce kişinin katledileceği bir soykırımın önüne geçerek Suriye’de aklıselimin sesi oldu. (…)
Karlov suikastı, işte tam da Türkiye ile Rusya’nın birçok öncelikte buluştuğu bir anda meydana geldi. Başta suikast, Türk-Rus ilişkilerine zarar verecek gibi görünüyordu, ancak artık durum değişti. Rusya, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’den istediklerinin çoğunu aldığından [bu suikastı büyüterek] bir çuval inciri berbat etmek istemiyor. Benzer şekilde Türkiye de Rusya’dan istediklerini elde ediyor: PYD’nin Türkiye’nin güney sınırı boyunca bir “Kürt koridoru” kurmasını engellemek üzere Ankara, Suriye’nin kuzeyinde Rusların zımni onayını aldı ve İdlib’le Halep’te Türkiye destekli isyancıların kontrolünde bir güvenlik kuşağı oluşturdu. Bu yüzden iki taraf da normalleşmenin rayından çıkmasını istemiyor (…).
(…) Mesela Türkiye suikastla ilgili bir ortak soruşturma komisyonu kurdu. Bu son derece sıradışı bir adım. Devletlerin çoğu bu tür suikastları araştırmak için milli bir komisyon kurarlar ve yabancı bir istihbarat teşkilatını davet etmezler. Hele de Türkiye’de, hatırladığım kadarıyla, bunun bir benzeri daha yok. (…)

Sizce bu, Türkiye’nin dünyadaki yeri hakkında neler söylüyor? Biz burada Rusya’yla Türkiye arasında gerçekten derinleşen ilişkilere mi şahit oluyoruz, yoksa hala anlaşmazlık içindeler mi?
Bence hala ihtilaflar var. Her iki ülke de vekâlet savaşını sürdürüyor. Türkiye destekli isyancılar Esed’e karşı savaşı bırakmadılar. Suriye’de hala bazı ciddi anlaşmazlıklar var ve bu da Ankara’yla Moskova arasında sıcak ilişkiler kurulmasını zorlaştırıyor.
Bana göre Türk-Rus yakınlaşması için bakılması gereken yer, Türkiye’nin Karadeniz ve Ukrayna meselelerinde Rusya’nın konumuyla uzlaşma istekliliği. Rusya için asıl öncelik Suriye değil, hep Karadeniz ve Ukrayna olmuştur. Dolayısıyla Türkiye, Suriye meselesinde %60 ama Karadeniz, Ukrayna ve Kırım meselelerinde %90 Rusya’nın yanında yer alsa Moskova bundan son derece memnun olacaktır. Çünkü Türkiye’nin Rusya’nın Kırım’ı ilhakını gayriresmi kabulü, Rus karşıtı yaptırımlardan uzak durması ve kıyıdaş olmayan devletlerin Karadeniz’e erişimini sınırlaması Moskova için çok daha önemli ve kanaatimce Türk-Rus işbirliğinin asıl yansımasını burada göreceğiz. (…) Türkiye ve Rusya Karadeniz konusunda çok yakın çalışacaklar.

Peki, Türkiye’nin İran’la ilişkileri nasıl?
Bu ilginç; zira İran’la Rusya Suriye’nin kuzeyi konusunda aynı görüşte değiller. Rusların “Faydalı Suriye” denilen büyük şehirleri ve sahil kesimini içine alan bölgeyi Esed’in kontrolüne almasını yeterli gördüğünü ve İdlib ile Halep’in kuzey kırsalının isyancıların elinde kalmasını çok da umursamadığını düşünüyorum. Yani bu bölgeyi Türkiye’nin kontrolü altına alma planı bir bakıma Rus vizyonuna da uyuyor. İranlılar ise Esed’in kontrolü konusunda daha keskin görüşlere sahipler; rejimin mümkün olduğunca fazla bölgeyi kontrolü altına almasını istiyorlar.

Türk-İran rekabetinin alanlarından biri de tarihsel olarak Irak. Burada herhangi bir değişim görüyor musunuz?
Rekabetin asıl alanı Irak olacaktır. İran’ın eli burada çok daha güçlü; hem Bağdat’taki gelişmeleri kontrol ediyor hem de çok fazla sayıda kendisiyle müttefik milis gücü var. Katılmak istemesine rağmen Türkiye’yi Musul operasyonundan uzak tutan aslında Irak hükümetiydi. 
Bu, İran’ın Ruslarla gücü paylaştığı Suriye’ye kıyasla Irak’ta ne denli güçlü olduğunun bir göstergesi. İranlıların Irak’ta gerek Şii milisleri gerekse Bağdat yönetimini kullanarak Türkiye’ye karşı koyacağı ve burada siyasi bir vekâlet savaşına şahit olacağımız düşüncesindeyim. Türkiye’nin de aralarında Iraklı Türkmenlerin ve Kuzey Irak’tan Mesud Barzani ile partisi KDP’nin olduğu kendi vekilleri var.

Türk iç siyasetine dönersek, [suikastçıyla ilgili] Gülenci iddiası hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu, içeride Erdoğan için ne anlama geliyor?
Bu beni üzüyor. Zira uzunca bir süre ben hep Türkiye’yi istikrarsızlığa ve şoklara karşı dayanıklılıkta bir istisna olarak düşünmüştüm. Ve yine Ortadoğulu komşularına kıyasla hep bir istikrar adası olarak görünmüştü. Türkiye’yi istikrarlı olarak görme sebebim, güçlü kurumlara, özellikle de istihbarattan polis teşkilatı ve orduya kadar güçlü milli güvenlik kurumlarına sahip olmasındandı.
Şimdi ise bu kurumlar siyasallaştı. Ordu içinden bir fraksiyonun hem Türk Silahlı Kuvvetlerini hem de hükümeti devirmeye kalkışmasında bunu gördük. Şimdi ise aynısını polis teşkilatında görüyoruz. Suikast sırasında izinli olsa da Mevlüt Mert Altıntaş bir polis memuruydu. Siyasi bir suikast işledi. Motivasyonu ve arkasındakiler her ne olursa olsun bu siyasallaşmanın bir ürünü.
(…)
Türkiye çok zorlu bir fırtınayla, Suriye savaşının kendisine doğru yayılmasıyla karşı karşıya (…). Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu kurumlar siyasallaşmış durumda. Bu yüzden durumun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Türkiye önceki şoklara ve krizlere güçlü kurumları sayesinde dayandı. Ama artık kurumlarına bel bağlayamaz; Türkiye’yle ilgili en derin endişem işte bu.

Bütün bu tehditlerle kuşatılmış durumdaki Erdoğan, sizce kafasında belli bir planı olan mı, yoksa salt olaylara göre tepki veren bir lider mi?
Bence bir planı var. Yürütme yetkisine sahip bir cumhurbaşkanı olmak istiyor ve bu yüzden Türkiye, ona adeta tapan destekçileriyle lanet okuyan muhalifleri arasında iyice kutuplaşmış durumda. Olumsuz olan şu ki Türkler artık iki ayrı gerçeklik âleminde yaşıyorlar. Türkiye’nin yarısı Erdoğan’ı sevip ülkesini cennet olarak görüyor ve onun asla yanlış yapmayacağına inanıyor. Diğer yarısı ise ondan tiksinip ülkenin bir cehennem olduğunu ve Erdoğan’ın doğru hiçbir şey yapmadığını düşünüyor. Erdoğan, planı doğrultusunda ilerlerken ülkenin yarısının desteğini alacak, ama kalan yarısı bu planı baltalayacak kanaatindeyim. Ve Türkiye hakkındaki endişemle konuyu bağlarsam, bu plan tam da Türkiye’nin IŞİD’den PKK’ya, Rusya’dan Esed’e ve İran’a kadar olağanüstü iç tehditlerle yüzleştiği bir dönemde gündeme geldi.
gündeme geldi.
Dolayısıyla birincisi, Türkiye derinden kutuplaşmış durumda. İkincisi, şiddetin zirveye çıkışıyla ve artan dış ve iç düşmanlarla yüzleşiyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin önceki krizlerden sağ salim çıkmasını sağlayan kurumları siyasallaşmış durumda. Dördüncüsü, kutuplaşma o denli derin ki artık iki ayrı gerçeklik söz konusu ve benim en büyük endişem de bu. Çünkü daha evvel ülkenin şoklarla yüz yüze olduğu dönemde –1970’lerde iç savaşvari sokak çatışmaları, otuz yıla yakın süren üç haneli enflasyon, 1990’larda İran ve Suriye destekli topyekûn PKK isyanı sürecinde- Türkler iki ayrı âlemde yaşamıyorlardı. Ama artık öyleler. Bu gerçekten endişe verici. Zira çok fazla şiddet yaşanması (ki son 18 ayda meydana gelen 32 terör saldırısında 700 kişi can verdi), çok fazla dış düşman bulunması (İran, Irak, Suriye ve hatta Rusya) ve gerek içeriden gerekse Suriye’den kaynaklı cihatçı tehdit, büyüyen Kürt meselesi ve PKK’yla savaş hali ve kurumların siyasallaşması Türkiye’yi bana göre son derece hassas ve savunmasız bir hale getiriyor. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder