7 Ocak 2017 Cumartesi

J.DIEHL: TRUMP’IN ELİ KULAĞINDAKİ İSLAM’A KARŞI SAVAŞI



TRUMP’IN ELİ KULAĞINDAKİ İSLAM’A KARŞI SAVAŞI

Jackson Diehl (Washington Post’un görüş yazıları sayfasının editör yardımcısı. Dış politikayla ilgili başmakalelerin de yazarı)
Washington Post, 11.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Donald Trump, 15 yıldır devam eden İslami aşırıcılık tehdidini etkisizleştirme arayışının üçüncü ve en karanlık dönemine öncülük etmek üzere. İlki, George W. Bush’un özgürlük inisiyatifiydi; buna göre, Ortadoğu’nun çürümüş baskıcı yönetimlerinin siyaseten liberalleştirilmesi teröristlerin eleman kazanma imkanını kurutacaktı. İkincisi, Barack Obama’nın angajman politikasıydı; buna göre, Ortadoğu’yla saygılı ve düzeyli bir diyalog ve Müslümanların –özellikle de Filistinlilerin– adalet taleplerini nazarıdikkate almak Batı’yı daha az hedef haline getirecekti.
Her ikisinin de başarısızlığa uğradığı kanaati büyük ölçüde hâkim. Yeni başkan ise gerek Bush’un gerekse Obama’nın ahlaken yanlış ve pratik olarak da ters tepici addederek safdışı bıraktığı bir yaklaşımı benimseyecek: medeniyet çatışması.
Trump’ın mücadelesi denilen şeyin ana hatları, Stephen K. Bannon, Michael T. Flynn, Jeff Sessions ve Trump’ın diğer atadıklarının söylemlerinden kolayca saptanabilir. Bu ekip, Bannon’un öne sürdüğü üzere “İslam’a karşı uzun bir Yahudi-Hristiyan Batı mücadelesi tarihi”nden veyahut müstakbel milli güvenlik müsteşarı Flynn’in yazdığı üzere “kötü insanların Mesihçi kitlesel hareketine karşı bir dünya savaşı”ndan dem vuruyor.
Bush ve Obama, el-Kaide ve İslam Devleti teröristlerini, saygı duyulmaya değer büyük bir din olarak niteledikleri İslam’dan ayrıştırmakta dikkatli davrandılar. Flynn ise böyle değil. Ona göre İslam, bir kanser, din kisvesi altında gizlenen ve aşağı bir kültürün ürünü olan bir siyasi hareket. Bu yıl yayımlanan yeni kitabındaki iddiası şu: “Ben tüm kültürlerin ahlaken eşdeğer olduğuna inanmıyorum; bence Batı ve özellikle de Amerika çok daha medeni, çok daha etik ve ahlaki.”
Peki, pratikte bu ne manaya geliyor? Ortadoğu’nun savaş alanlarında bunun karşılığı çok az. Trump’ın ekibinin Irak, Suriye ve Libya’da İslam Devleti’ne karşı devam etmekte olan saldırıları sürdüreceği kesin. Yavaş yavaş başarısını/etkisini göstermeye başladığından, Flynn ve müstakbel savunma bakanı James N. Mattis’in Obama’nın büyük bir Amerikan askeri birliği yollamaktansa yerel milis güçlerini destekleme yaklaşımını değiştirmesi muhtemel görünmüyor. Yeni yönetim, İran’a meydan okumanın göz boyayıcı yollarını arayacak; ancak bunu, asıl önem arz eden Suriye sahasında yapması ihtimal dahilinde değil.
Trump’ın medeniyet çatışmasını, –bundan büyük bir memnuniyet duyacağı kesin olan– Şii milisler de Sünni teröristler de tatmayacak; bunu tecrübe edecekler, Müslüman dünyadaki ortalama sıradan vatandaşlar olacak. ABD’ye girmeleri tamamen yasaklanmasa da “aşırı güvenlik incelemeleri”ne maruz kalacaklar. Ve yine bunu, medeniyet savaşında Trump’ın taktiksel müttefikler olarak gördüğü diktatörlere ve monarşilere Amerikan desteğinin artışında hissedecekler.
Bunların en başında, bir yandan sözde cihatçılarla savaşırken öte yandan İslam’ı “ıslah/reform” etmeye çalışması nedeniyle Trump’ın ve ekibinin rağbet gösterdiği Mısır’ın Abdülfettah es-Sisi’si geliyor. Başta bulunduğu üç yıl içinde ülkesinin en azından son yarım yüzyıllık tarihinin en sert yönetimini sergileyen Sisi, ekonomiyi enkaza çevirdi ve bir zamanların hareketli seküler sivil toplumunu neredeyse yok etti. Buna rağmen, giderek itibarını kaybeden bu diktatör hızla Trump’ın bölgedeki en önemli müttefikine dönüşüyor. Obama’nın geri çevirdiği Sisi’yi Trump, Beyaz Saray’a davet etti bile.
Diğer baskıcı rejimler de, İslam karşıtı görüntüsüne rağmen, Trump’ın stratejisinin sessiz sedasız peşine takılabilirler. Suudi Arabistan ve diğer monarşiler, ABD’nin İran’a ve ayrıca Müslüman Kardeşler’e yönelik artan husumetinden memnuniyet duyacaklardır. ABD’nin Körfez’deki 5. Filosu’na ev sahipliği yapan Bahreyn, milli gün kutlamasını Trump’ın yeni Pennsylvania Avenue otelinde yapmak suretiyle hemen hürmetlerini gösterdi.
Avrupalılar da onun peşine takılacaklardır. Macaristan ve Polonya’nın sağcı yönetimleri Trump’ın Müslüman karşıtı söylemine keyifle alkış tutuyorlar. Fransa’nın müstakbel cumhurbaşkanı olması beklenen iki güçlü adaydan daha ılımlı olanı, yani François Fillon’ın yazdığı kitabın başlığı şu: İslami Totaliterliği Mağlup Etmek. Liberal demokratik değerlerin geriye kalan en önemli savunucusu konumundaki Almanya’nın Angela Merkel’i dahi geçen hafta kendisini İslam karşıtı bir duruş sergilemek zorunda hissetti ve sayıları çok cüzi olmasına rağmen Alman kadınların burka giymesini yasaklamayı önerdi.
Bu hareketin sonuçlarını öngörmek hiç de zor değil. Cihatçılardan nefret eden ve ülkelerini serbest piyasayla ve demokratik kurumlarla modernize etme özlemindeki Müslümanlar, böylelikle muhtemel Batılı ortaklarından yabancılaştırılacaktır. Baştan beri Batı’yla medeniyet savaşı fikrini destekleyip yayan İslam Devleti ve el-Kaide, gerek Ortadoğu’dan gerekse Batılı Müslümanlar arasından saflarına yeni yeni savaşçılar devşirecektir. Sisi rejimi, bir halk isyanını atlatsa bile, önünde sonunda yolsuzluklarından ve beceriksizliklerinden ötürü alaşağı olacaktır.
Bush da Obama da Müslüman Ortadoğu’yu veya ABD’nin bölgeyle ilişkisini dönüştürmeye çalıştı, ama başarısızlığa uğradı. Trump’ın hedefi ise bölgeyi ve bölgenin dinini tecrit edip bastırmak. Öngörülebilir en kötü sonuç ise bunu başaracak olması.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder