9 Ocak 2017 Pazartesi

D.HEARST: TÜRKİYE VE RUSYA SURİYE’DE İRAN’I PÜSKÜRTEBİLİR Mİ?


TÜRKİYE VE RUSYA SURİYE’DE İRAN’I PÜSKÜRTEBİLİR Mİ?

David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 3.1.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Çok değil, kısa süre evveline kadar birçok insanın zihnindeki soru şuydu: “Acaba ABD, Suriye’nin kuzeydeki ilçelerinden el-Bab’ı İslam Devleti savaşçılarının pençesinden kurtarmak için Kürtleri mi, yoksa Türkleri mi müttefik olarak tercih edecek?”
Bu soru cevabını buldu. Türk kara kuvvetleri, hem kendi hava kuvvetlerini kullanıyor hem de Rusların hava desteğini alıyor ve buna karşı ABD’nin veya onun eski müttefiki Kürt YPG’nin yapabileceği pek de bir şey yok.
(…)
Ancak Sputnik, haberinde Kremlin’in Suriye Kürtlerinin ihtiraslarını destekleyip ilk uluslararası ofisi Moskova’da açmasına izin verdiğini hiç zikretmedi bile. Tabii ki o günden bugüne köprünün altından çok sular geçti.

Artık ilgilenmiyor
En azından mesele Suriye olduğunda, yeni dünya düzenine hoş geldiniz. Halep’in düşüşü, Suriye’nin gerek siyasi gerekse askeri muhalefetinin iplerini ellerinde tutan devletler arasında bir çeşit rejim değişiminin işareti. ABD ve Suudi Arabistan çıkarken oyuna Türkiye girdi.
Kısa süre evveline kadar Suriye muhalefetinin en küçük bir adımını dahi Suudiler belirliyordu. Mesela Suriye muhalefetinin liderleri Cenevre’deki en son barış görüşmelerinden çekilirken Riyad’dan onların ne zaman oteli terk etmeleri gerektiğine dair talimat gelmişti.
Aralık ayında Kral Selman, yeni atanan Şura Meclisinde “kraliyetin durumu konuşması” olarak görülebilecek bir konuşma yaptı. Zamanlama olarak Halep’in düşüşünden sadece birkaç gün evveldi. Dış politikaya ayrılan kısımda Suriye’ye tek bir atıfta dahi bulunmadı, sadece insani faaliyetlere ayrılan paragrafta bir yetersiz cümle içinde Suudilerin Suriyeli mültecilere yardım seferberliğinden bahsetti.
Bu ihmal kasıtlıydı. Selman’ın bir zamanlar para ve silah verdiği Suriyeli isyancılara yolladığı mesaj basitti: Artık sizinle ilgilenmiyoruz. Bunun Türkiye için de sonuçları vardı.

Türkiye’nin desteğini kazanmaya çalışmak
Türkiye’nin Obama’nın gidici olan yönetimiyle yaşadığı hayal kırıklığı özellikle başarısız darbe kalkışmasıyla zirveye ulaştı. Yıllarca Türkler Suriye’de bir uçuşa yasak bölge talep edip durdular, ama bunu elde edemediler. Yine yıllarca savaşın akışını değiştirecek silahların Özgür Suriye Ordusu’na verilmesini istediler; ama Obama bunu da veto etti.
İster komplo teorisi olsun ister olmasın, Türkiye’de hükümettekilerin ekseriyeti, Temmuz ayındaki darbe kalkışmasında Washington’ın parmağı veyahut önceden bilgisi olduğuna inanıyor. AB’nin Türk vatandaşlarına vize muafiyeti sağlama anlaşmasının bir sonuca bağlanamaması nedeniyle Avrupa’yla ilişkiler de bir o kadar buz gibi soğuk. Bu, Ahmet Davutoğlu’nu başbakanlıktan istifaya zorlayan nedenlerden biriydi.
Bunların çoğu, Erdoğan’ın en yakın müttefiki olan Rus lider Putin için bir talih kuşuydu. Türkiye dosyası Moskova için son derece önemliydi; o kadar ki Rus büyükelçi suikastı dahi ilişkileri rayından çıkaramadı. Türkiye NATO’daki ikinci büyük ordu ve bu askeri ittifakın doğuya doğru genişlemesi Rusya’nın jeopolitik gücünü ciddi şekilde baltalamakta. Erdoğan’ın –düşük de olsa– Türkiye’yi NATO’dan çıkarma ihtimali Putin için büyük bir başarı olacaktır.
Putin, Suriye’ye müdahaleyle istediklerini elde etti. Suriye’de artık kalıcı bir üssü var; Suriye devleti çöküşten kurtarıldı ve isyancılar o denli zayıfladı ki Esed’i başta tutacak bir geçiş hükümetini içeren bir anlaşmayı kabul etmeye dahi hazırlar veya en azından Ruslar böyle hesaplıyorlar.

Geri tepme riski
Rusya İdlib’deki Suriyeli isyancıları yok etmekle veyahut Sünni Müslüman nüfusu kendi aleyhine çevirmekle ilgilenmiyor. Sünni Müslüman olan 400 Çeçen askeri inzibatın Türkiye’nin talebiyle Halep’e konuşlandırılması Türk-Rus paktının diğer bir ürünü.
Trump ABD nüfusunun %1’inden de azını oluşturan Müslümanları bir problemi olarak hissederken, Rusya Federasyonu’ndaki çoğunluğu Tatarlar, Başkurtlar ve Çeçenlerden oluşan Müslüman azınlığın oranı %14. Sadece Moskova’da 1 milyon Müslüman yaşıyor. Suriye’nin Moskova caddelerinden geri tepme riski gayet gerçekçi, (…)
Rusya’nın çıkarı, Suriye çatışmasını bir an evvel sonlandırmakta. Putin’in istediği en son şey, George W. Bush’un Irak’taki veya Sovyetlerin Afganistan’daki hatasını tekrarlamak: Her iki işgalci güç de savaşı kazanmış ama barışı kaybetmişti.
İşte bu noktada Rusya ile İran’ın çıkarları farklılaşıyor. Suriye’nin güneyinde Hizbullah’ın ikmal hatlarına İsrail’in düzenlediği hava saldırılarını Rusya hiçbir zaman bir problem olarak görmedi. Rusya’nın aksine İran’ın Suriye’deki motivasyonu ideolojik.
Esed’in merkezî Suriye’nin etnik haritasını yeniden çizme planının beyni İran. Şam ile Lübnan sınırı arasındaki alanlardan bütün Sünnileri tahliye etmek istiyorlar. İran, daha ağustos ayına kadar muhaliflerin bir kalesi niteliğinde olan, yerel nüfusun tahliye edildiği Şam kırsalındaki Darayya’ya yerleştirmek üzere Irak’tan 300 Şii aile getirdi. Hz. Zeyneb Türbesini korumak için de Şam’a Şii aileler yolladılar. İran’ın planları stratejik, uzun vadeli ve derinlemesine mezhepçi.
İran, şimdiye kadar başarıya ulaşmasa da “isyancılara hiç göz açtırılmamalı” argümanıyla, Halep’in ardından İdlib’e topyekûn bir saldırı başlatmak için bastırıyor.

Kazananlar, kaybedenler ve bir geri çekiliş
İşte bu, 20 Ocak’ta başkanlık makamına oturacak Trump’ı bekleyen Suriye’deki oyunun durumu. Tek bir siyasi karar dahi almak zorunda kalmadan bu, Putin’le ve Erdoğan’la yeni Amerikan yakınlaşması için biçilmiş bir kaftan – tabii ki İsrail’in de takdiriyle.
Trump’ın da takdiriyle Türk-Rus paktının kaybedenleri İran destekli milisler ve YPG olacaktır. Tahran ile –İran’da da bir kolu bulunan Barzani’nin KDP’sine yakın– Irak Kürtleri arasında gerginlik sözkonusu. Kürtler, İran’ı IKBY’nin başkenti Erbil’in doğusundaki Koy Sancak’ı bombalayıp 5 savaşçıyı ve 1 Irak polisini öldürmekle suçluyor.
Çok uzun seneler sonra ilk kez 2016’da İran KDP’sine bağlı milislerle Devrim Muhafızları arasında İran’ın kuzeybatısında ölümcül çatışmalar yaşandı. Şimdilik Amerikan destekli SDG’ye bağlı Suriyeli Kürt birlikler Rakka’ya doğru ilerlemekte.
Suriye’yi nüfuz alanlarına bölmek üzere Rusya ile Türkiye arasındaki fiili pakt da Kral Selman’ın onayına bağlı olacaktır. Suudiler, Suriye’ye Rus müdahalesinden, İran’la nükleer anlaşmadan ve Amerikan Kongresi’den geçen Terörizmin Destekçilerine Karşı Adalet Yasası’ndan o kadar çok korkmuş durumdalar ki yeni Amerikan yönetimine ayak uydurmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Suudilerin dış politikası her şeyden evvel korku üzerinde kurulu. İşte bu yüzden en iyi gazetecileri olan Cemal Kaşıkçı’yı susturup tweet atmasına dahi mani oldular.
Ancak bu, tarihin sonu değil. Tıpkı Şam çevresindeki son ateşkes ihlallerinde görüldüğü üzere, isyancılara karşı elde ettikleri avantajı sonuna kadar sürdürmek isteyen ne İran ne de Esed öyle kolayca caydırılabilir. Suriye’ye dış müdahaleye aşırı yatırım yapmış durumdaki İran, Türkiye’nin ülkeyi istikrara kavuşturmasını ve Özgür Suriye Ordusu’nu tek bir komuta altında birleştirerek güçlendirmesini istemeyecektir.
Suriyeli isyancı gruplara da öyle kolayca aç-kapa yapılamayacaktır. Moskova’nın muhaliflerin –bırakın Esed’in görevde kalmasını kabulleneceklerini– Esed’le bir odada oturacaklarına olan inancını dahi paylaşmıyorum. Şahit olduğumuz şey, ABD’nin Ortadoğu’dan uzun çekiliş sürecinde yeni bir fasıldan başka bir şey değil.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder