9 Ocak 2017 Pazartesi

D.HEARST: HALEP DÜŞTÜKTEN SONRA NE OLACAK?



HALEP DÜŞTÜKTEN SONRA NE OLACAK?

David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 7.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

İster bir alışkanlık olsun isterse bir gelenek, Amerikan başkanlarının geçiş dönemleri bitmemiş işleri tamamlamak için en ideal vakittir. Yönetimin bir başkandan diğerine devri, Ortadoğu’da yeni emrivakiler yaratmak için çok cazip fırsatlar sunar.
Mesela İsrail, George W. Bush ile Barack Obama arasındaki geçiş sürecini Gazze’ye Dökme Kurşun Operasyonu’nu başlatmak için kullanmıştı. Şimdi de Rusya, Obama ile Trump arasındaki dönemi Halep’te aynısını yapmak için kullanıyor.
Suriye İç Savaşı’nda her iki taraf da zamanın ehemmiyetinin bilincinde. İsyancılar, aptalca bir şekilde Hillary Clinton’ın “ben iktidara gelene kadar dayanın” şeklindeki vaatlerine bel bağladılar. Clinton’ın yenilme ihtimaline karşı bir B planları dahi yoktu.
Tam aksine Ruslar, Donald Trump yemin etmeden evvel Halep’in doğusunda işi bitirmeleri gerektiğinin farkındaydı. (…)
Vladimir Putin, sadece Halep’i geri kazandığını düşünmüyor, aynı zamanda ABD’yle süregelen tartışmadan da galip çıktığı kanaatinde. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un geçen hafta Roma’daki sözleri bunu açıkça ortaya koyar mahiyette. Lavrov’a göre Trump yönetimi, “teröristler”in Amerikan milli güvenliğine yönelik Esed’den çok daha büyük bir tehdit olduğunu sonunda anlamış durumda.
Gelinen aşamada Lavrov’un şu sözlerine karşı çıkacak pek bir kimse yok: ABD, Afganistan’dan Libya’ya kadar birçok ülkede Selefi cihatçıları rejim değişikliği için bir vasıta olarak kullandı ama sonunda bu silahlar kendisine döndü. Lavrov, Rusya Esed’e evlilik bağıyla bağlı değil, diyerek konuşmasını sürdürdü. Zira Moskova’nın evliliği Suriye devletiyle.

Zafer korkusu
Lavrov’un sözlerinin aksine, Rusya’nın adımları bambaşka bir hikâye anlatıyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, 30 Eylül 2015–30 Ekim 2016 tarihleri arasındaki 13 aylık süreçte Rus hava saldırılarında 10.000’i aşkın insan hayatını kaybetti. Bunlardan 2861’i IŞİD mensubu, 3079’u isyancı ve İslamcı gruplardan, 2565’i 18 yaş üstü erkek, 1013’ü 18 yaş altı çocuk ve 584’ü kadın.
Sadece bu verilere bakıldığında dahi Rusya’nın isyancıların kontrolündeki alanlarda savunmasız bir nüfusa karşı topyekûn bir savaş verdiği aşikâr. Bu, tıpkı 16 sene evvel Çeçenistan’ın başkenti Gronzi’de olduğu gibi yerel halka, hastanelere ve çarşı pazarlara karşı yürüttüğü bir savaş. Attığı adımların Suriye ordusununkinden farkı çok az. Tüm sömürgeci güçler gibi Rusya Federasyonu da hangi Suriyelinin yaşaması, hangisinin ölmesi gerektiğine karar verme hakkını kendinde görüyor. Buna göre isyancıların elindeki alanlarda yaşayanlar hep birlikte ölecekler.
Ancak Lavrov’u endişelendiren bu değil. Lavrov, tıpkı Pirus zaferi gibi, bu zaferin neye benzeyeceği korkusunu içten içe taşıyor. Zafer ilan edildiğinde “meskûn Suriye” kavramı nasıl bir anlam ifade edecek? Bir enkaz yığını? Sakinlerinin önümüzdeki yıllar boyunca tamamen yardıma bağımlı hale geleceği ardı ardına yıkılmış şehirler?
Bombardıman uçaklarıyla yerle bir ettikleri şehirleri desteklemek için Rusya, bundan böyle hastaneler inşa edip doktorlar getirmek zorunda. Bunun için de sözkonusu şehirlerin korunması, yani muharebe alanlarına Rus askerlerinin bizzat yerleşmesini gerekiyor – ki ileride bunlar isyancı saldırılarının hedefleri haline geleceklerdir. Unutmamak gerekir ki şehirlerde yürütülen gerilla savaşlarında hava gücü bir işe yaramaz.
(…) Halep düştüğünde, tıpkı Rusların 2015 Eylül’ünde savaşa girmesiyle olduğu gibi, bir kez daha dengeler değişecek. İsyancı güçler, bu alanları Esed yanlısı milislerin saldırılarından artık koruyamayacak; bunun yerine hükümetin kontrolüne geçen alanlarda klasik gerilla taktiklerinden olan vur-kaç saldırılarını tırmandıracaklar. Esed, geri alınan bölgelerde ihtiyaç duyulan fiziki korumayı sağlama kapasitesine sahip değil.

Muhayyel Suriye devleti
Suriye’nin siyasi altyapısı fiziki altyapısından çok daha fazla tükenmiş durumda. Beş yıllık kanlı iç savaştan sonra Suriye Devleti, artık mezhepçi ve yabancı milislerin cirit attığı bir hayalden ibaret. Mesela Merkez Bankası’nın ana fonksiyonu, Rami Mahluf’un portföyünü yönetmek [Z.T.K. Rami Mahluf, Beşşar Esed’in anne tarafından kuzenidir. Suriye’nin neredeyse bütün ekonomisi onun kontrolündedir; iş kurmak, yatırım yapmak isteyen herkes onu da ortak yapmak zorundadır, yoksa kurduğu iş fazla ayakta kalamaz. Suriyelilerin söylediğine göre şöyle bir söz varmış: “Ya Mahluf ya muhalif” Yani Mahluf’u ortak etmezsen rejim muhalifisin demektir]. Suriye’deki her bir zümrenin sadakatini ve güvenini kazanmış bir devlet ortada yok.
Sağcı milliyetçi Rus yorumcular Stalingrad analojisini pek severler; ama Halep’in yıkımının yeni bir Suriye devletinin canlanışının sembolü olması mümkün değil. Daha muhtemel olan şu: Halep’in bu yıkımla birlikte askeri açıdan çok daha üstün durumdaki başta Rusya, ardından İran ve üçüncü olarak da Hizbullah’tan müteşekkil yabancı istilacılara karşı direnişin bir alanı haline gelmesi. Ruslar Halep’in kurtarıcıları değil, 6. Ordu’nun Friedrich Paulus’u [Z.T.K. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların 6. Ordu’sunun büyük başarılar kazanmış ancak Stalingrad’ı ele geçiremeyerek sonunda Sovyetlere teslim olmuş komutanı] ve eğer ki burada kalırlarsa onunla aynı kaderi paylaşacaklar.
Halep’in düşmesinin ardından iki senaryo var: Birincisi, Suriye muhalefetinin gerek ÖSO gerekse İslamcılar olsun her türlüsü parçalanıp kayıplara karışacak. Geçiş süreci için müzakereler ucu açık devam ederken Esed iktidarda kalacak. Suriye toprakları dışındaki mültecilerin katılacağı herhangi bir seçim yapılmayacak; tıpkı mülteci kamplarında yaşayan Filistin diasporasının da Filistin seçimlerinde hiçbir zaman oy veremediği gibi. Esed’i iktidarda tutabilmek için çok ağır bedeller ödemiş yabancı destekçilerinin bütün hesaplarında mevcut rejimin muhafazası kilit nokta olacak.
Bu nedenle Halep düştüğünde Putin ve Lavrov, tıpkı Bush’un Irak’ta yaptığı gibi, görevin başarıyla tamamlandığını ilan etmek için fazla mesai yapacaklar ve resmen savaşın sona erdiğini duyuracaklar. Ancak bu bir hüsnükuruntu. (…) Bu iç savaşın yol açtığı yıkımın ve insanların yerlerinden edilmesinin boyutu sadece ve sadece daha fazla direnişi tetikleyecektir. Halep, 1982’deki (…) Hama’nın bir tekrarı değil.

Acaba isyancılar öğrenecekler mi?
Halep’in düşmesi, sadece ve sadece Sünni liderlik krizini daha da artıracaktır. Buna bir tepki illa ki gelecektir. Temel stratejik soru şu: Acaba bu, cihatçıların öncülüğünde irrasyonel ve yıkıcı bir tepki mi olacak, yoksa isyancılar rasyonel bir mukabele şekli oluşturabilecek mi?
Ve işte ikinci senaryo bu. Acaba isyancılar bu devasa stratejik ve askeri başarısızlıklarından bir ders çıkarabilecekler mi? Zira alınması gereken çokça dersler var. Savaş alanında ihtiyaç duydukları silahların kendilerine verilmek üzere olduğunda dair Amerika, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’dan gelen birçok vaade inandılar. Ancak bu silahlar hiç gelmedi.
Rusya’nın saflarına çekmek için çok uğraş verdiği sürgündeki Suriyeli Hıristiyan muhalif Mişel Kilo, çok büyük bir öfkeyle Suud’u “Suriye halkına karşı suç işlemek”le itham etti ve dedi ki: “Suudi Arabistan’daki kardeşlerimiz, ne bir plan yapma kabiliyetine sahipler ne de Arap ve İslam toplumlarına karşı verilmekte olan mücadeleye öncülük edebilir durumdalar. Ayakta kalmalarının tek sebebi sahip oldukları para; bunlar çöl insanı. Ancak yarın bunun bedelini ödeyeceksiniz. Kendi çocuklarımın hayatı üzerine yemin ederim ki bizler Körfez’i kendi haline bırakmayıp paramparça yapacağız. Siz gerek İslam gerekse Arap dünyasının en iyi ülkesini, Suriye’yi yıktınız.”
Buradan çıkan ders şu: Suriye muhalefeti hiç kimseye bel bağlayamaz; ama kendi kendine yeterli hale gelebilmesi için de birlik olması şart. Muhaliflerin safına geçen diasporadaki diplomatlardan ve akademisyenlerden oluşan Suriye muhalefetinin siyasi kanadı, bu görevlerini doğru düzgün yapamadılar. Hizipleşerek paramparça oldular. Zayıflar; ABD’den gelecek yardım vaatleriyle aldatıldılar.
Suriyeli isyancılar başlangıçtaki o çok-mezhepli yüzlerini yeniden kazanmalılar. Savaş, bir aile diktatörlüğüne karşı silahsız sivil bir isyan hareketi olarak başladı. Artık unutulup gitse de bu devrimin yüzleri, Suriye Ulusal Konseyi’nin ilk başkanı Rum Ortodoks George Sabra, Geçici Ulusal Konsey’in Sünni başkanı Burhan Galyun ve Alevi kökenli kadın oyuncu Fadwa Soliman’dı.

Bugün savaşanlar cihatçı, mezhepçi veya Kilo’nun deyimiyle “demokratik olmayan” unsurlar. Eğer ki Halep’in küllerinden bir ve bütün bir Suriye yeniden doğacaksa, devrimin başlangıçtaki yüzü yeniden kazanılmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder