9 Ocak 2017 Pazartesi

A.VAEZ: TÜRKİYE İLE İRAN’IN ÇATIŞMAYA DOĞRU TEHLİKELİ GİDİŞATI



TÜRKİYE İLE İRAN’IN ÇATIŞMAYA DOĞRU TEHLİKELİ GİDİŞATI

Ali Vaez (Uluslararası Kriz Grubu kıdemli İran uzmanı)
New York Times, 18.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Türkiye ile İran arasında günümüzdeki rekabet, aslında eski bir güç oyununun son dönemdeki tekerrüründen ibaret: Kendilerinden evvel bu coğrafyada hüküm sürmüş Bizans ve Pers [Sasani] imparatorluklarının Mezopotamya’yı –yani bugünkü Irak ve Suriye topraklarını– kontrol mücadelesi [Z.T.K. İslam’ın kısa sürede kadim medeniyet havzalarına yayılmasında, Bizanslılarla Sasaniler arasında Mezopotamya’da yaklaşık 90 yıl süren (500’lü ve 600’lü yıllar) savaşlardan artık iyice yorgun ve güçsüz düşmelerinin etkisi büyük. Tarih boyunca bölgedeki bütün güçlü devlet yapıları, dönemin süper gücü olmak veyahut ayakta kalabilmek için bu toprakları istila etmiştir. “Coğrafya kaderdir” sözünün en iyi yansımasından biri bugünkü Suriye-Irak toprakları]. Rekabet onların imparatorluktan ulus-devlete dönüşlerinden çok daha eskilere gitse de aralarındaki barışı yaklaşık 200 yıldır korumayı başardılar.
Ancak Türkiye ve İran, bölgenin ana Sünni ve Şii güçleri olarak Irak’ta ve Suriye’de derinleşen mezhepçi çatışmalara müdahil olmaları nedeniyle artık [kendi aralarında] çatışma yolunda ilerliyorlar. Birbirleriyle uzlaşamamaları ekonomilerinin gittikçe birbiri içine geçmesiyle son yirmi yılda geliştirdikleri güçlü bağları baltalama, hatta bozma potansiyeline sahip.
İki ülkenin güçlerini nasıl mevzilendirmeyi tercih ettikleri ve farklılıklarının üstesinden gelip gelemeyecekleri, Ortadoğu’nun geleceğini belirleme noktasında hayati önemi haiz. Eğer önü alınmazsa mevcut dinamikler, daha fazla kan dökülmesine, istikrarsızlığın artmasına ve –kasıtsız/ yanlışlıkla da olsa– doğrudan askeri yüzleşme riskinin büyümesine işaret ediyor.
Türkiye’nin Suriye’ye ve Irak’a askeri müdahalesi, aslında kısmen İran’ın –Türkiye’nin güney sınırına yakın savaş alanları olan Halep ve Musul ile çevresinde ilerleyerek– tarihi nüfuz alanında giderek haddi aştığı algılamasına bir cevap niteliğinde. Aynı zamanda Türkiye’nin baş düşmanı PKK’yla bağlantılı Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi PYD’nin daha fazla toprak kazanımını engelleme çabasının bir parçası.
Hâlihazırda Türk ordusunun desteğini alan Suriyeli isyancılar, İslam Devleti’ni Cerablus, Rai ve Dabık’tan süpürerek güneye doğru ilerliyor. Şimdi el-Bab ilçesinin kapılarındalar (…). Stratejik önemi haiz el-Bab, İslam Devleti’nin elinde ama ona başka göz dikenler de var: ilçeye doğudan yaklaşan ABD destekli PYD ile güneydeki Suriye ordusu ve İran müttefiki güçler. Bazı yetkililer, 24 Kasım’da el-Bab yakınlarındaki hava saldırısında 4 Türk askerinin İran yapımı bir insansız hava uçağının attığı bombayla öldürüldüğünü iddia ediyorlar.
Tahran, Türkiye’nin Suriye politikasını, yeniden nüfuz kazanmaya ve atalarının hüküm sürdüğü topraklarda Türkiye yanlısı Sünnileri güçlendirmeye dönük yeni-Osmanlıcı hırsın bir ürünü olarak görüyor. İranlı bir milli güvenlik yetkilisi bana dedi ki, iç savaşın başlamasından sonra “Suriye’de değişen tek şey, ne Suriye hükümetinin mahiyeti ne de İran’ın onunla ilişkileri ve fakat Türkiye’nin hırslarıydı.” Ayrıca İran, Ankara’yı Türk topraklarından Suriye’ye cihatçıların akışını ve onlara lojistik ve mali desteği kesmemekle suçluyor.
Aynı şekilde Ankara’daki yetkililer de İran’ın kadim Pers İmparatorluğu’nun Şii versiyonunu diriltmeye çalıştığı iddiasında. 2015 Mart’ında Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran’ı Irak’ta İslam Devleti’nin yerine geçmek için savaş vermekle suçladı. Ayrıca Türkiye, İran’ın Suriye’de Sünni çoğunluğa karşı Alevi azınlık yönetimini korumak için Lübnan, Irak ve Afganistan’dan Şii milisleri seferber etmesinin mezhepçi gerginlikleri artırdığı ve Sünni radikallerin adam devşirmesinde bunun etkili bir araca dönüştüğü görüşünde.
Bu karşılıklı suçlamalar havada uçuşurken, her biri, bir yandan (Suriye ve Irak’taki mevcut kaosun yıkıntılarından ortaya çıkacak şeyi kontrol etmek amacıyla sınırları ötesindeki savaşlara askeri birlik yollamak ve milisleri desteklemek de dahil) diğerinde kınadığı hareketleri bizzat kendisinin de yaptığını göz ardı ederken diğer yandan kendi gerçeklik algısını kabul etmemekle muhatabını suçluyor.
Her iki ülke de İslam Devleti’ni yenme veya en azından marjinalize etme ve Suriyeli Kürtlerin artan özerklik arayışlarını sınırlandırma ortak çıkarları etrafında ilişkileri şekillendirme çabasında. Ancak her ikisinin de birbirlerinin kaostan istifade etmeye dönük hırslarından derin şüpheler duyması gerginlikleri azaltabilecek düzenlemeler yapmaları önünde bir engel.
Gidişatı değiştirmek ve daha kötüsünü önlemek için Türkiye ve İran’ın, birbirlerinden duydukları kuşkulardan kurtulmaları ve –kazalara, yanlış anlaşılmalara ve yanlış hesaplara kurban gitme riski taşıyan– farklılıkları salt idare etmenin ötesine geçmeleri ve bir kerecik olsun birbirlerinin temel çıkarlarını ve güvenlik endişelerini içtenlikle kabul etmeleri gerekiyor.
Bu amaçla Irak ve Suriye’de daimi üst düzey müzakereler için bir kanal açmaları gerekli. (…)
(…)

Giderek kötüleşen Irak ve Suriye’deki vekâlet savaşlarına müdahil olan ülkeler arasında Türkiye ve İran kadar karşılıklı uzlaşma arayışı için daha uygun bir ikili yok. (…) Ortak zemin arayışıyla ancak daha istikrarlı ve güvenli bir bölgeye katkı sağlayabilirler. Alternatifi ise çok daha büyük bir kaos ve ızdırap olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder