6 Aralık 2016 Salı

J.L.SHAPIRO: ABD TAHRİKLERE KAPILMAMALI



ABD TAHRİKLERE KAPILMAMALI

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 4.11.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Gün yok ki Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte ABD’ye hakaret etmek için yeni ve yaratıcı bir yol bulmasın. Senatonun muhalefeti üzerine Amerikan Dışişleri Bakanlığının 26.000 saldırı tüfeğinin Filipinler polis teşkilatına satışını durdurduğunu açıklamasından iki gün sonra Duterte, televizyondaki bir konuşmasında “Şu şebeklere bir bakın, istediğimiz 26.000 silahı bize satmayacaklarmış. (…) bizim zaten kendi ürettiğimiz silahlarımız var, size mi kaldık! Bu Amerikalılar budala!” dedi.
Duterte’nin sarf ettiği bu ve benzeri her sözle birlikte ertesi gün manşetlerimiz basit öngörülerle doluveriyor: ABD Asya-Pasifik’te önemli bir müttefikini kaybediyor. Amerika’nın gücü gözlerimizin önünde eriyip gidiyor. Çin bölgenin egemen gücüne dönüşüyor... Ardından haber akışı normal seyrinde devam ediyor. Duterte birkaç günlüğüne susuyor ve ABD ile Filipinler 65 yıldır aralarında Ortak Savunma Antlaşması bulunan iki müttefik olarak işbirliğine devam ediyorlar, ta ki Duterte yeniden ortalığı karıştıran bir şeyler söyleyene ve haber döngüsü tekrarlanana kadar.
Duterte tipik bir Amerikan karşıtı siyasetçi. Ama ABD’nin, liderleri kendisine hakaret eden daha nice ülkeyle ilişkileri var. Mesela ABD’nin dünyadaki en önemli müttefiklerinden biri olan Türkiye’yle ilişkilerini bir düşünün. Türkiye’deki başarısız darbe teşebbüsünden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan toplumun birçok kesiminde tasfiyelere gitti. ABD bu yüzden Türkiye’yi eleştirdi. Erdoğan da ABD’ye parmağını sallayıp Washington’ın darbenin arkasında olduğunu söyleyerek çok sert bir karşılık verdi.
Türk-Amerikan ilişkilerinde çok ciddi gerginlikler var. Bunun nedeni, Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Obama’dan veya daha genel olarak ABD’den duyduğu derin nefret değil. Türkiye yükselen bir güç ve ihtiyaç duyduğu her an ABD’nin emirlerini/isteklerini yerine getirmek istemiyor. Türkiye’nin varoluşsal çıkarı, ABD’nin 2003’teki ikinci Irak Savaşı’nın ardından Irak’ta başarısız devlet inşası çabalarıyla Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkmasına katkıda bulunduğu kaosa bir düzen getirmek. Türkiye masada önemli bir aktör olmak istiyor. Rusya’yla inişli yokuşlu ilişkileri ve Suriye ile Irak sınırı boyunca dikkat çekici hareketlilikleri de dâhil tüm adımları bu realiteden kaynaklanıyor. Erdoğan istediği gibi ABD’yi suçlayabilir; ama bu, her iki tarafın da şu anda birbirine ihtiyaç duyduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu yanılgının diğer bir örneği ABD’nin İsrail’le ilişkileri. Obama ile İsrail Başbakanı Netanyahu’nun birbirlerini pek de sevmedikleri gerçeği, birçok saygın haber kaynağı tarafından detaylarıyla belgelenmiş durumda. Netanyahu, Duterte’nin sözlerinin yarısını dahi dillendirmemiş olmakla birlikte çok daha beterini yaptığı kanısındayım. 2015 Mart’ında Netanyahu, Cumhuriyetçilerin Washigton’ı ziyaret davetini kabul etti ve Amerikan Kongresi’nin kürsüsünde yaklaşık bir saatlik konuşmasıyla Obama’nın İran’la nükleer anlaşmayı sürdürme kararının içini boşaltmaya çalıştı.
ABD’yle İsrail’in son yıllarda birbirinden ayrı düştüğü doğru. Amerikan-İsrail ilişkilerinin temeli Soğuk Savaş’tı ve bundan sonra Ortadoğu’daki güç dengesi değiştikçe Amerikan çıkarları bakımından İsrail eski önemini kaybetti. İki ülke hala daha müttefik; ama ABD artık İsrail’i dört kilit bölgesel güçten [Z.T.K. diğer üçü Türkiye, İran ve Suudi Arabistan] biri olarak görüyor. İsrail de her zamankinden çok daha güçlü ve kendini emniyete almış durumda. Amerikan güvenlik garantilerine bağımlı olsa da İsrail, kendi çıkarlarını -Washington’ın talimatlarıyla tamamen aynı çizgide gitmese dahi- sürdürme noktasında artık kendisini daha güçlü hissediyor. Bunların hiçbiri Obama ve Netanyahu arasındaki soğuk ilişkilerle alakalı değil. ABD geçtiğimiz eylül ayında İsrail’le 38 milyar dolarlık askeri yardımı öngören 10 yıllık bir anlaşma imzaladı. Netanyahu’nun Kongre kürsüsünden Obama’yı sıkıştırıp küçük düşürme gayreti, işin sonunda çok da belirleyici olmadı.
Şu anki başkan adayları da saldırganca açıklamalardan muaf değil. İngiltere’nin mevcut dışişleri bakanı ve eski renkli Londra belediye başkanı olan Boris Johnson, 2007’de The Telegraph gazetesinde kaleme aldığı yazısında o dönem başkan aday adaylığı için yarışan Hillary Clinton’a hakaret etmişti: (...)
Clinton önümüzdeki seçimlerde başkan seçilirse İngiltere’yle ABD ilişkilerinin sırf bu yüzden gerginleşeceği endişesine hiç kimse sahip değil. (...) Her iki geminin de dümenine her kim geçerse geçsin bu ilişkiler devam edecektir.
Amerikan müttefiki devletlerin liderlerinin ABD’ye hakaretlerine dört örnek verdik. Hiçbirinde ilişkiler kesilmedi. Filipinler, Türkiye ve İsrail örneklerinde sözkonusu hakaretler, bu ülkelerin ABD’ye göre zayıflığının bir yansıması olabilir. Nitekim her biri, ilişkileri ortadan kaldırma tehdidiyle ABD’yi istemediği bir şeyleri yaptırmaya kalkıştı. Hiçbirinde ABD oltaya gelmedi ve ilişkiler olduğu gibi devam etti.
Yukarıdaki türden renkli açıklamalar çoğu zaman epeyce dikkat çeker; ancak ifşa ettiklerinden çok daha fazlasını örtbas ederler. ABD’nin zikrettiğim ülkelerle ilişkileri sıkıntılı, ama her biri belirli bir düzeyde Amerikan müttefiki olmaya devam ediyor. Yaygaraya fazlaca kulak asarsan farklı düşünürsün.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder