31 Ekim 2016 Pazartesi

M.HÜNEYD: ARAP DÜNYASININ YOLSUZLUK SORUNU



ARAP DÜNYASININ YOLSUZLUK SORUNU

Muhammed Hüneyd (Tunuslu araştırmacı ve akademisyen)
El-Cezire Arapça, 30.9.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu tercüme, el-Cezire Türk internet sitesinde 31.10.2016 tarihinde yayınlanmıştır: http://www.aljazeera.com.tr/gorus/arap-dunyasinin-yolsuzluk-sorunu


Yolsuzluk, istibdatla terörün en büyük arka bahçelerinden biri; geri kalmış her otoriter rejimin, özellikle de küreselleşen yeni sömürgeciliğin/emperyalizmin doğrudan etkisi altındaki rejimlerin üzerine inşa edildiği temel dayanak.
Ancak, Arapların en büyük kurtuluş savaşı haline gelen yolsuzlukla mücadelede problem, bu fenomenin sadece sosyolojik, ekonomik ve siyasi bir sorun olmaktan çıkıp kültürel ve davranışsal bir hale gelmesi.
Yolsuzluğun gelişimi ve bir fiile dönüşümü, bölgesel Arap siyasi yapılarının varlığını tehdit eden en büyük tehlike.

Yolsuzlukları sınıflandırma hatası
Para ekonomisi ve finans literatürü, yolsuzluğu iki ana kategoride tasnif ediyor: Büyük veya küçük yolsuzluk.
Büyük yolsuzluk, adından anlaşılabildiği gibi, milyonlarca dolar değerinde yerel, bölgesel ve uluslararası her türlü alışverişi, işlemi ve faaliyeti kapsar. Bunlar, ticari anlaşmalar, fahiş fiyatlardan komisyonculuk, gayrimenkul soygunları, sistematik kaçakçılık, milli servetin yağmalanması ve kara para aklama olabilir.
Bu büyüklükteki yolsuzluklar, genellikle devlet kurumları, bakanlıklar, büyükelçilikler ve büyük işadamlarının dahil olduğu devasa mekanizmalarda ve yine genellikle çok-uluslu şirketler, uluslararası bankalar, para fonları ile kıtalar, uluslar ve bankalar arası özel ağlarla bağlantı içinde gerçekleşir.
Küçük yolsuzluklar ise gruplardan ziyade bireylerle alakalı olduğundan ilkine kıyasla maddi değer bakımından çok daha küçük miktardadır; zira çoğu zaman mikro ölçekte bireysel olarak hareket edilir. Temel olarak vatandaşların resmi ve özel kurumlarla ilişkilerinde günlük işlemlerini etkileyen rüşvet, aracılık/torpil ve adam kayırmacılık şeklinde zuhur eder. Ancak her ne kadar bireysel düzeyde maddi değer bakımından küçük olsalar da, bu tür yolsuzluklar, bugün Arap ülkelerinde iyice yaygınlaşmış olmaları itibarıyla büyük yolsuzluklardan fiilen çok daha tehlikeli bir hale gelmiş durumda.
Bu bağlamda, literatürde yolsuzlukların büyük ve küçük şeklinde sınıflandırılması, aslında bu olgunun gerçek tehlikesini örten ciddi bir yanılgıyı su yüzüne çıkarıyor.
Zira küçük yolsuzluklar, büyük yolsuzluklara kıyasla çok daha sık, yaygın ve derin olup kökten temizliğe karşı daha dirençli. Yolsuzluğa bulaşmış işadamlarından hesap sormak, sağlık hizmetleri sektörünü rüşvet, adam kayırma, organ ticareti, ilaç kaçakçılığı, sahte tıp diploması gibi olgulardan temizlemekten çok daha kolay.

Yolsuzluk ve değerler sistemi
Mısır, Tunus ve Libya gibi Arap Baharı ülkeleri ve yine Cezayir ile diğer Arap ülkelerinin çoğunda yolsuzluğun – devletin bizatihi kendisi diyemesek de – devlet içinde devlete dönüştüğünü kim inkâr edebilir ki?
Durum o denli vahim ki vatandaşlar rüşvet vermeden, nüfuzlu bir tanıdığa uğramadan veya kanunun bir açığını yakalayıp hileye başvurmadan en basit hak ve hizmetlere dahi erişemiyorlar.
Yolsuzluk fiili, yolsuzluk olgusundan çok daha tehlikeli, zira yolsuzluk bir davranışa ve zamanla toplumun zımnen kabullendiği bir kültüre dönüştü. Başlangıçta ses çıkarılmayan, sonraları çirkin bulunsa da mecbur kalınan ve en nihayetinde yapılması alenen mubah sayılan bir fiil haline geldi.
Böylece hukukun olmadığı, daha doğrusu hukukun uygulanmasına izin verilmediği geri kalmış devletlerin siyasi, iktisadi ve mali sisteminin bir olgusu ve sonucu olan yolsuzluk fiili, zaman içinde yapısal bir karakter kazandı.
Özellikle despot Arap devletlerinde bir salgın gibi yayılan yolsuzluk kültürü, bireysel ve toplumsal yapının temel altyapı şebekesi niteliğindeki değerler sistemine yönelik en büyük tehdit.
Nasıl ki değerlere dayalı devlet inşası ancak ve ancak adalet şartına, yani hukukun tatbikine, zulüm ve adaletsizliğin ortadan kaldırılmasına, otoriterlik ve totaliterlikle mücadeleye bağlıysa, bunun çöküşü de tam aksi olan adaletsizlikle, yani hukuki sistemin çöküşü ve yolsuzluğun yürütme ve yargı erklerine sirayetiyle gerçekleşir.
Bu meselede asıl sarsıcı olan boyut, Arap coğrafyasının gerek teorik açıdan, gerekse dayandığı kaynaklar ve literatür bakımından arka plan olarak yoğun biçimde Doğulu değerlere dayalı sağlam bir İslam akidesiyle öne çıkması.
İslam dini, her şeyden evvel bireysel ve toplumsal değerleri değiştirmeye odaklanan, bireyin ya da grubun her iki dünyada da kurtuluşunu garantilemesi için ahlaka sarılması gerektiğini vurgulayan bir din. Kurtuluşla ahlak arasındaki bu bağ, şair Ahmed Şevki’nin beyitlerine de yansımıştır. Milletlerin bekasını ve egemenliğini ahlaka bağlayan, ahlak kaybını milletlerin yok olmasına vesile sayan meşhur şiiri bu bağlamda ortaya çıkmıştır.
Buradaki temel soru şu: Milletlerin hayatta kalıp gelişmelerinin bir şartı olarak değerlere, ahlaka, ilkelere ve erdemlere en fazla vurgu yapan Arap İslam ümmetinin beşiğinde milletlerin sonunu getiren şartlar nasıl gelişip de bu denli yayılabildi?

Yolsuzluk ve devrim dalgalarının tekrarlanması
Arap Baharı’nı ateşleyen kıvılcımın – devrim şehidi Muhammed Buazizi’nin bedenini yakmak suretiyle dışa vurduğu – zulme ve yolsuzluğa itirazın sembolik bir ilanı olduğunu kim inkâr edebilir? Tunus Devrimi’nde öne çıkan “İş bir haktır, ey hırsızlar çetesi!” sloganının yurtdışına kaçan Cumhurbaşkanı Bin Ali'nin liderlik ettiği rejimin yolsuzluğa batışını ortaya döken gayet net bir ifade olduğunu kim reddedebilir?
Yolsuzluk, baskıcı Arap devletlerinin en belirgin özelliği. Dahası, bu devletler emperyalist güçler tarafından bu şartla kuruldu. Böylelikle servetin yağmalanmasına bekçilik edip kalkınmanın, adalet ve hukuk devletinin tesisinin önünde engel teşkil edecek bir düzen kurulacak ve küresel emperyalizmin hedeflerini tehdit edecek bir kalkınma olmayacaktı.
Ancak dikey yönlü büyük yolsuzluğun yatay bireysel yolsuzluğa doğru gelişmesi, aslında devletin servetini yiyip bitirmekten bireylerin hayatta kalma gücünü paramparça etmeye doğru bir değişimin işareti. Yolsuzluk doğrudan bireyin gündelik hayatında sıradanlaştığında, devletin varlığı içeriden aşınarak kanserli bir hale dönüşür – tıpkı bedenin hücrelerini yiyip bitirerek kendi kendini yıkması gibi…
İşte bu noktada devrimler ve devrimsel sallantılar, bu çapta bir aşınma durumuna ulaşıldığının ve hastalığın bedenin artık kaldıramayacağı kadar ileri aşamaya vardığının bir habercisi ve göstergesi. Devrimler, bedenin hücrelerinin artık hayati işlevlerini sürdüremediğinin ve cerrahi müdahalenin bir zorunluluk olduğunun ilanı. Dolayısıyla devrimler bir nevi iyi bir acı. Artık bir tedavinin, bir ilacın gerektiğini hatırlatan olumlu bir işaret.
Arap Devrimleri ve Büyük Halkların Baharı, ümmetin hastalığının rejimin ve görevlerinin yeniden şekillendirilmesini gerektirecek denli ileri aşamalara ulaştığının kanlı bir ilanı. Dolayısıyla karşı-devrimler ve Arap derin devletinin despot rejimleri geri getirmek için gösterdiği hummalı çaba, ümmetin varlığını tehdit eden öz yıkım mekanizmasını konsolide etmekten başka bir şey değil.

Devrimler ve hayalkırıklığı
Mesela Mısır’daki darbe, eğer ki birinci devrim dalgasının kazanımlarını geri getirecek ikinci devrim ortaya çıkmazsa, Mısırlıların varlığına yönelik bir yıkım, devletin kurtuluşunu engelleme ve devlet yapısını geri dönüşü olmayacak bir şekilde paramparça etmek demek.
Örneğin bugün doların değeri ve dış ticaret açığı astronomik bir seviyede.
Uluslararası arenada Mısır, vatandaşların susuzlukla, çocukların açlıkla karşı karşıya olduğu, zengin sınıfın vahşileştiği, cari açığın astronomik düzeye çıktığı, yolsuzluğun adeta devleti yöneten bir devlet haline geldiği, darbeci askerlerin devleti ellerinde tuttuğu gülünç bir ülkeye dönüşecek.
Tunus’ta devlet, 2014 sonunda seçim yoluyla yapılan darbeden ve eski rejimin dünkü düşmanı İslamcılarla ittifak kurarak yeni bir devrimci kılıfla geri dönmesinden sonra çökmenin eşiğine geldi.
İslamcılar burada sahte ulusal uzlaşı gerekçesiyle devrime ve tabanlarına sırt çevirdiler. Yolsuzluk yapanların bir tanesi bile yargılanmadı. Tam aksine, ‘imkanlar ancak bu kadarına el veriyor’ bahanesiyle yolsuzluk aklandı.
Tunus ve Mısır, devrim dalgalarının esasında yolsuzlukla alakalı olduğunu ortaya koyan en açık örnekler. Zira hem Bin Ali hem de Mübarek rejimi, yolsuzluğun ve toplumsal adaletsizliğin yüksek seviyelere ulaştığı ve bunun da toplumsal öfkeye yol açtığı zorba askeri devletlere birer örnekti. Ve yine her ikisi de devrimsel dalganın bugün veya yarın ama elbet birgün tekrar kabaracağının en kesin delili.
Devrim hareketlerinin tekrarlanmaması, ümmetin geleceğindeki en tehlikeli eğilim olabilir. Zira bu, ümmetin parçalanma ve dağılma akımına geri dönülmez bir şekilde entegre olduğu anlamına geliyor. Çünkü yolsuzluk alışkanlığı, adaletin yokluğu ve hukukun sonu her türlü medeniyetin harap olmasının habercisi.
Arap halklarından yükselen özgürlük talebi, sosyal adalet arzusunun ve – yolsuzluğun adresi ve bekçisi olan – istibdadı reddin diğer bir yönü aslında.
Küresel emperyalizmin barışçıl halk devrimlerine karşı cevap olarak ürettiği kaos, yolsuzluğu korumak için dışarıdan verilen desteğin silahlı versiyonu.
Bu bağlamda aralarında IŞİD’in de bulunduğu gerek suni gerekse doğal yollarla ortaya çıkmış kanlı terör örgütleri, despot rejimlerin yolsuzluklarının doğrudan bir ürünü ve aynı zamanda Arap istibdat yapısının en öncelikli hamisi.
Terör, Arap halklarının bir ürünü asla olamaz. Tam aksine, baskıcı rejimlerin ve hem onları hem de yolsuzluklarını koruyup kollayan uluslararası güçlerin ürününden başka bir şey değildir.
İstibdat-yolsuzluk-terör üçgeni, bugün vücudunu yaralar saran Arap dünyasındaki en tehlikeli fonksiyonel ittifaklardan biri. Piramit şeklini alan bu ittifakta siyasi istibdat piramidin sivri tepesini oluşturuyor. Yolsuzluk ise, dikey ve yatay şekilleriyle piramidin sağlam tabanı ve dayanıklı ekseni konumunda.
Mısır, Tunus ve Libya’da piramidin görünen tepesi hızlı bir şekilde uçtu ve zalim liderlerin tahtları çöktü. Ancak piramidin çelik tabanı, yani yolsuzluk şebekesi ve yolsuzluğa yol açan kültür, yeni bir baş çıkarmayı/filizlenmeyi başardı. Bu baş eskisinden daha sert ve dayanıklı. Bu da Arap dünyasındaki özgürlük savaşının ya tabanda yatay bir düzlemde olacağını ya da hiç olmayacağını ortaya koyuyor.

Adaletin tesisi, hukukun güçlendirilmesi, cezaların uygulanması, yolsuzluk alışkanlığı ve kültürüyle mücadele, siyasi istibdadın dayandığı sağlam tabanı kökünden temizleyebilmenin tek çıkış yolu. Arap coğrafyasının istibdat hastalığından, dış müdahalelerden ve eli kulağındaki patlamalardan – ki bunların öncekiler gibi sessiz olacağının da bir garantisi yok – kurtulmasını sağlayacak olan da işte bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder