30 Ekim 2016 Pazar

J.ANDREWS: SURİYE’NİN PARAMPARÇA MOZAİĞİ




SURİYE’NİN PARAMPARÇA MOZAİĞİ

John Andrews (The Economist dergisinin eski editörü ve dış muhabiri; “The World in Conflict: Understanding the World’s Troublespots” kitabının yazarı)
Project Syndicate, 7.10.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…)
ABD merkezli Yeni Amerika Vakfı’nda araştırmacı olan Barak Barfi’ye göre, Obama yönetimi “IŞİD’in yenilgiye uğratılmasına yardımcı olacak ve böylece Suriye’deki çatışmaya doğrudan müdahilliğini asgari düzeyde tutmasını sağlayacak müttefikler bulmak için alelacele hareket ederek birbiriyle çatışan hedefleri olan tarafları cesaretlendirdi. CIA muhalif isyancılarla yakın bağlar kurarken, Savunma Bakanlığı Pentagon Kürtleri eğitti ve Amerikalı yetkililer de Türk mevkidaşlarını sınır bölgelerini IŞİD’den temizlemeye teşvik etti. Bu girişimler, birbirini dengelemek yerine uzun süreli için için yanan çatışmaların ateşini daha da körükledi ve Suriye’deki felaketi çok daha tehlikeli seviyelere taşıdı.” 
Barfi’nin değerlendirmeleri sert, belki de aşırı sert. Ona göre “ABD, müttefiklerini daha dikkatlice seçeceği ve Amerikan müdahalesinin daha doğrudan olacağı tutarlı bir strateji geliştirmeli.”. Ama bunu dillendirmek hayata geçirmekten çok daha kolay, hele de Irak ve Afganistan’a doğrudan müdahalenin akıbetinden sonra. 

(…)
Hiç şüphesiz tehlike altında olan şeyler Suriye’nin kaderinden çok daha fazlası. Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Joschka Fischer’e göre Suriye’deki iç savaş “yeni” bir Ortadoğu’nun doğuşunun göstergesi: “Kaderi egemen Batılı güçlerce belirlenen eski Ortadoğu’nun aksine, yeni Ortadoğu’yu istikrara kavuşturacak bir dış hegemon yok. Ve hâkim bir bölgesel güç de olmadığından tehlikeli bir stratejik boşluk ortaya çıkmakta.” Bu boşluk sadece Türkiye tarafından değil, aynı zamanda çok daha önemli ve çok daha geniş kapsamlı bir şekilde Sünni İslam’ın amansız muhafızı Suudi Arabistan ve Şii İslam’ın bayraktarı İran tarafından doldurulmakta. “Bu ülkelerin bölgesel üstünlük mücadelesi” Fischer’a göre “Lübnan, Irak, Suriye ve şimdi de Yemen’de vekâleten yürütülen savaş meydanlarında oynanıyor.” 
(…)

Güle güle Sykes-Picot?
Geleceğin neye benzeyeceği varsayımlara konu. Tıpkı Fischer gibi, hâlihazırda Dış İlişkiler Konseyi başkanı ve geçmişte Amerikan Dışişleri Bakanlığında politika planlama direktörü olan Richard N. Haass da bölgesel şartlara odaklanıyor: “Bölgedeki dört veya beş ülkede hükümetler topraklarının önemli bir kısmını kontrol edemiyor.” İç karartıcı liste şu şekilde: “Lübnan onlarca senedir, Irak on seneyi aşkın bir süredir ve Suriye, Libya ve Yemen ise son beş yıldır bu konumda. Bütün bu ülkelerde milisler, terör örgütleri, yabancı savaşçılar ve diğer silahlı gruplar farklı düzeylerde de olsa yerel otoriteyi ele geçirmiş durumda. Kürtlerin karşılanmamış milli arzuları meseleyi daha da karmaşık hale getiriyor, tıpkı çözümsüz kalan İsrail gerçeği ile Filistinlilerin siyasi hedeflerinin nasıl uzlaştırılacağı meselesi gibi.”

Kesin olan şey şu ki yüzyıl evvel Sykes ile Picot’nun milli sınırlarını çizdiği Ortadoğu tamamen ortadan kalkmasa da iyice aşınmış durumda. Gerçekten de toprakları Irak’tan Suriye’ye uzanan IŞİD zemin kaybetmeye devam etse de Haass belki de şu görüşünde gerçekten haklı: “Hiçbir düzeyde harcanacak çaba bölgenin şu temel gerçekliğini değiştiremeyecek: pek de bir anlamı kalmayan sınırlar ve bundan azıcık daha fazla önem arz eden hükümetler. Haritada görünen ülkeleri yeniden birleştirmek ve aralarındaki sınıra bir kez daha önem kazandırmak suretiyle Sykes-Picot Ortadoğu’sunu yeniden canlandırmaya dönük her çaba bir çılgınlık olacaktır. Zira ideoloji, bölge, din, etnisite ve/veya aşiret bağları birçok yerde ulusal kimliklerin yerini almış durumda.” 

Ancak bu türden bir realizm diplomatları ve siyasetçileri mevcut zor durumdan kurtaramaz. İsrail eski dışişleri bakanlarından Shlomo Ben-Ami’nin de dediği gibi Suriye’de “Rusya’nın savunduğu seçenek, federal bir sistem; gerçekten de Rusların arkalarında bıraktığı bölgesel ayrımlar bunun temelini oluşturabilir.” Böyle bir senaryoda “Esed’in Alevileri, kuzeyde Lazkiye’den başlayarak güneyde Şam’a uzanan Suriye’nin batıdaki topraklarını kontrol edebilir; özerk bir Suriye Kürt bölgesi de kuzeydoğuda kurulabilir ve kalan kısım Sünni muhalefete bırakılabilir.” 

Ben-Ami’nin teklifi Suriye’de eski statükoyu yeniden diriltmekten çok daha makul görünüyor ve bu noktada Irak’taki özerk Kürt bölgesi muhtemelen izlenebilecek bir örnek olacaktır. Ancak ülke nüfusunun yarısına tekabül eden 11 milyon Suriyeli evlerinden çıkarılmış, 400 bin kadarı öldürülmüş, bütün şehirler yerle bir olmuş ve daha evvel Esed’in seküler rejiminde korunan Hristiyanlar ve diğer azınlıklar IŞİD’in ve diğer cihatçı İslami grupların eline düşmüş durumda. Hal böyleyken kurbanlara ve suçlulara adalet olmaksızın bir anlaşmaya varmak mümkün mü?

(…)
İngiltere’nin eski başbakanı Tony Blair, Suriye’nin problemlerinin Avrupa’yı etkilediği konusuna katılıyor. Gelinen noktada çatışmayı tanımlayan şey, (her ne kadar birer diktatörlük de olsa) laiklik ile (uzlaşmacılardan radikallere kadar uzanan farklı tonlardaki) İslamcı güçler arasındaki rekabet. Ve bu çatışma Suriye’nin ötesine geçerek Pakistan’dan Kaliforniya’ya kadar uzanıyor. (…)

Blair yapıcı bir yaklaşıma sahip: “Ortadoğu’nun ve İslam’ın bir dönüşüm sürecinde olduğunu bilmeliyiz: Ortadoğu kurallara dayalı ve dini açıdan hoşgörülü toplumlara doğru evirilirken İslamiyet de bir beşeriyet ve ilerleme inancı olarak doğru pozisyonunu alacaktır.” Bu bakış açısına göre, genel olarak Ortadoğu’nun, özel olarak da Suriye’nin içinde bulunduğu kaos hali “önlenebilir/uzak durulabilir bir kargaşa değil, [Batı olarak] bizim kendi temel çıkarlarımızın da tehlikeye girdiği bir ölüm-kalım mücadelesidir.” 

Durumun gerçekten de böyle olduğu 2016 yılı boyunca yaşananlarla ortaya çıktı ve Blair “Filistin-İsrail çatışmasının çözülmesi gerektiği”ni savunmakta haklı. Bu çatışmayı çözmek, “sadece kendi başına önem arz edecek bir konu değildir; hem uluslararası hem de dinler arası ilişkilere olumlu katkıları olacak ve böylece uluslararası düzenin üzerine inşa edildiği barış içinde bir arada yaşama ilkesini güçlü bir şekilde destekleyecektir.”

Ama moral bozucu gerçeklik şu ki ufukta ne bir Filistin-İsrail anlaşması beliriyor ne de Suudi Arabistan’la İran arasında herhangi bir uzlaşma. Ve son ateşkes müzakerelerinin çökmesinin ardından ABD ve Rusya her zaman olduğundan çok daha zıt kutuplarda. Suriye’nin ızdırabını dindirebilecek aktörlerin çoğu hala daha alternatif arayışında. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder