30 Ekim 2016 Pazar

D.IGNATIUS: POST-IŞİD ORTADOĞU’SU İÇİN 5 MODEL



POST-İSLAM DEVLETİ ORTADOĞU’SU İÇİN MODEL OLABİLECEK BEŞ BARIŞ ANLAŞMASI

David Ignatius (Ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı. Aynı zamanda 25 senedir Ortadoğu’yu ve CIA’yi yakından takip eden Washington Post gazetesi köşe yazarı)
Washington Post, 19.11.2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…) İslam Devleti’yle savaşanların acilen ihtiyaç duydukları şey, bu terörist grubun yenilgiye uğratılmasından sonrası için takip edilecek bir yol haritası.

Savaş sonrası Ortadoğu’sunun alacağı şekli planlamak, radikallerin savaşı genişlettiği bir ortamda şu için bir fantezi gibi görünebilir. Ama bu, -aralarında Rusya, İran ve Sünni Arap ülkelerinin ekseriyeti ile ABD, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin ekseriyetinin de olduğu- İslam Devleti ile savaşan geniş koalisyon için hayati bir egzersiz. Eğer Suriye ve Irak’taki boşluğun nasıl doldurulacağına dair bir anlaşma olmazsa, radikalleri devirmek Ortadoğu’daki kaosu sadece ve sadece daha da artıracaktır.

Bu stratejik planlamaya yol göstermesi için, geçmişteki diğer sarsıcı çatışmalara son veren beş tarihe bakmak faydalı olabilir: 1648, 1815, 1919, 1945 ve 1989. Bunların dördü istikrarsızlığın sebeplerine inen kalıcı çerçeveler üretti. Ama bir tanesi modern Ortadoğu’daki felaketi harekete geçirdi. Haydi, hızlıca bu beş barış anlaşmasını gözden geçirelim. Her birinde bugün için de alınacak dersler var:

1648’deki Vestfalya Barışı, muhtemelen topluca Otuz Yıl Savaşları olarak isimlendirilen çatışmalardan çok daha iyi biliniyor. Birçok uzman Avrupa’daki Katoliklerle Protestanlar arasındaki kardeş katlini Ortadoğu’daki Sünni-Şii mezhep yangınına benzetiyor.

Vestfalya uzlaşması, her yöneticinin kendi devletinin resmî dinini belirleyebileceği bir egemenlik sistemi yaratarak Avrupa’daki kaosun temellerine indi. Bu anlaşmanın diğerlerinin içişlerine karışmama fikrini benimsemek suretiyle modern ulus-devletin doğuşuna işaret ettiği düşünülüyor.

Vestfalya, sınırların artık ortadan kalkmakta olduğu bir bölge için alakasız gibi görülebilir. Ama modern Ortadoğu’nun şiddetle ihtiyaç duyduğu iki fikri –yani karşılıklı saygı ve self-determinasyonu- içinde taşıyor.

1815 Viyana Kongresi, Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşlarıyla yaşanan ani ve büyük değişikliğin ardından Avrupa’da dengeleri yeniden kurdu. Kissenger 1954’te yayınlanan doktora tezinde bu diplomatik başarının özünü “Restore edilen dünya” olarak açıklıyor. Anlaşma, -devrim sonrası Fransa ve genişleyen Prusya ile statükocu güçler olan Britanya ve Avusturya-Habsburg gibi- 1815’in yükselen güçleri arasındaki çıkarları uzlaştırarak bir istikrar getirdi.

Günümüz Ortadoğu’su da –statükocu bir kraliyet olan Suudi Arabistan ile hala radikal bir güç olan İran’ın çıkarlarını dengeleyecek- benzer bir güvenlik çerçevesine ihtiyaç duyuyor. Suudilerle İranlıları (evet!) Viyana’da bir araya getiren son günlerdeki Suriye barış görüşmeleri bu noktada bir başlangıç olabilir.

1919 Versay Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı’nı bitirdi ama modern Ortadoğu cehennemini yarattığı söylenebilir. Savaştan zaferle çıkan sömürgeci güçler olan Britanya ve Fransa, eski Osmanlı İmparatorluğu’nu 1916 Sykes-Picot anlaşmasıyla çizdikleri sınırlar çerçevesinde parçaladılar. Yeni Suriye, Irak ve Lübnan devletleri etnik ve dini grupların karmaşık bir birleşimiydi. Sömürgeciler bu karmaşayı “böl-yönet” taktiğiyle yönettiler; ama sınırlar, bağımsızlık sonrası dönemde daimi bir karmakarışık (ve baskıcı) çağ yarattı.

Tarihçi David Fromkin, Versay Anlaşması’nı -kitabına da başlık yaptığı o unutulmaz ifadesiyle- “Bütün Barışları Sonlandıran Barış” olarak tanımladı. Bugün için alınacak ders şu: Eğer 1919’un sınırları geçerliliğini koruyacaksa [bu sınırlar] ancak özerk, federal devletlerin sınırları olarak işlev görebilir.

Eğer günümüz stratejisyenlerinin gerçekten başarma hırsı varsa, İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD’nin 1945 barış anlaşmalarını nasıl şekillendirdiğine bir bakmalı. ABD [savaş sonrasını] planlamaya 1944’te Almanların ve Japonların yenilmesi muhtemel hale geldiğinde başladı. Savaş sona erdiğinde BM, Dünya Bankası ve IMF’nin temelleri çoktan atılmıştı.

İslam Devleti’yle savaşan koalisyon da benzer şekilde ileri görüşlü olmalı. Hedefi, Ortadoğu’daki çürümüşlüğü durdurabilecek modern bir yönetişim ve iktisadi kalkınma yapısı [oluşturmak] olmalı.

İslam Devleti’nin yerine ne geçebilir diye düşünürken üzerinde kafa yorulmaya değer son anlaşma, 14 yıllık Lübnan İç Savaşı’nı sonlandıran 1989 Taif Anlaşması’dır. Taif Lübnan’ın çatışan mezhepsel grupları arasında bir güç dengesi yarattı, temel prensip “kazanan da kaybeden de yok” prensibiydi. Şiiler daha fazla güç kazandılar ve Hristiyanlar [nüfus oranlarına kıyasla] fazla temsillerini korudular. Bir Arap gücü (maalesef ki 2005’e kadar Suriye’ydi) düzeni muhafaza etti. Bu yapı sürpriz bir şekilde istikrar sağladı.

İslam Devleti’ne karşı savaş, yaklaşık yüzyıldır parçalanmış/bozulmuş olanı tamir etme fırsatı sunuyor. Koalisyonun insansız hava araçlarına ve savaş uçaklarına ihtiyacı var ama aynı zamanda biraz da tarih kitaplarına danışmalılar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder