25 Eylül 2016 Pazar

N.ROUBINI: KÜRESELLEŞMENİN SİYASİ FAY HATLARI



KÜRESELLEŞMENİN SİYASİ FAY HATLARI

Nouriel Roubini (Hâlihazırda New York Üniversitesi Stern İşletme Fakültesi profesörü ve Roubini Macro Associates başkanı; Clinton yönetimi sırasında Beyaz Saray Ekonomi Danışmanları Konseyi kıdemli ekonomistiydi. Daha evvel IMF, Dünya Bankası ve Amerikan Merkez Bankası’nda görevler yaptı. )
Project Syndicate, 4.7.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Birleşik Krallığın kıl payı oy farkıyla AB’den çıkma kararının çeşitli nedenleri var. (...) –en azından gelişmiş ekonomilerde– küreselleşmeye, serbest ticarete, şirketlerin maliyetleri azaltmak için üretimin bir kısmını yurtdışında gerçekleştirmelerine, işçi göçüne, piyasa odaklı politikalara, ulusüstü otoritelere ve hatta teknolojik değişime karşı geniş bir popülist/milliyetçi ters tepkinin işareti.
(...)
“Brexit” oylamasında fay hatları netti: zengine karşı fakir, ticaretten/küreselleşmeden nemalananlara karşı kaybedenler, kalifiye elemanlara karşı kalifiye olmayanlar, eğitimlilere karşı daha az eğitimliler, gençlere karşı yaşlılar, şehirlilere karşı kırsaldakiler, çeşitliliğe karşı homojen toplumlar. Bu fay hatları, ABD ve Kıta Avrupa’sı da dahil diğer gelişmiş ekonomilerde de aynen mevcut.
Daha esnek ekonomisi ve iş piyasası sayesinde ABD ve İngiltere, Kıta Avrupa’sına kıyasla, GSYH ve istihdam bakımından 2008 Küresel Finansal Krizden daha güçlü bir performansla çıkmıştı. (…)
Buna rağmen ABD’de Donald Trump, ticaret, göç ve teknolojik değişimden olumsuz etkilenen öfkeli işçilerin kahramanına dönüştü. İngiltere’de Brexit referandumu büyük ölçüde, (“Polonyalı muslukçu” tabiriyle anılan) düşük ücretle çalışan AB ülkelerinden gelen göçmenlerin İngilizlerin işlerini ve kamu hizmetlerini ellerinden alacağı korkusunun etkisinde kaldı.
Kıta Avrupa’sı ve Avro Bölgesi’nde ise iktisadi şartlar İngiltere’ye kıyasla çok daha kötü; ortalama işsizlik oranı %10’larda (Avro Bölgesi’ne çevre ülkelerde ise bu oran çok daha fazla; mesela Yunanistan ve İspanya’da %20’yi aşıyor), genç işsizlik oranı ise %30’larda geziyor. Bu ülkelerin ekseriyetinde yeni istihdam piyasası durgun olup reel ücretler düşmekte ve emek piyasasında ikilik sözkonusu (yani kayıt altındaki sektörün ve sendikalı işçilerin maaşları dolgun olup konumları avantajlıyken; genç işçiler düşük ücretli, sosyal güvencesi bulunmayan ve hiçbir avantajı olmayan veya çok az olan riskli işlerde çalışıyorlar).
Siyaseten küreselleşmenin baskısı çift yönlü: Birincisi, bir nesli aşkın bir süredir serbest ticareti ve küreselleşmeyi destekleyen sistem içi sağ ve sol partiler, popülist ve yerliliği savunan/milliyetçi sistem karşıtı partilerin meydan okumalarına maruzlar. İkincisi, sistem içi partiler de kendi içlerinden çıkan küreselleşme karşıtlarının ana-akım anlayışa meydan okumasıyla birlikte –tamamen yıkılmasalar da– altüst olmuş durumdalar.
Sistem içi partiler bir zamanlar küreselleşmeden nemalananların kontrolündeydi: sermaye sahipleri; kalifiye, eğitimli ve dijitale meraklı çalışanlar; şehirli ve kozmolitan elitler; sendikalı beyaz ve mavi yakalı çalışanlar. Aralarında küreselleşmenin kaybedeni beyaz ve mavi yakalı işçiler de vardı tabii ki; ama bunlar, ya sosyal ve dini açıdan muhafazakâr olduklarından ya da merkez sol partiler resmen sendikaları, işçi haklarını ve devlet desteklerini savunduklarından her şeye rağmen sisteme sadıktılar.
Ancak 2008 Finansal Krizinin ardından küreselleşmenin kaybedenleri, örgütlenmeye ve hem sağ hem de sol kanatta sistem karşıtı müdafiiler bulmaya başladılar. Sol kanatta, İngiltere ve ABD’deki küreselleşmenin kaybedenleri, bilhassa gençler, geleneksel merkez sol partiler içinde kendilerine destekçi buldular: İngiliz İşçi Partisi’nde Jeremy Corbyn ve Amerikan Demokratları arasında Bernie Sanders.
En derin fay hattı ise merkez sağ partilerde çıktı. Bu partilerin –ABD’de Cumhuriyetçiler, İngiltere’de Muhafazakârlar ve Kıta Avrupa’sında merkez sağ partilerin– içinde kendi liderlerine karşı bir iç isyan patlak verdi. Ticaret, göçmen ve Müslüman karşıtı, aynı zamanda yerlici Donald Trump’ın yükselişi, müesses Cumhuriyetçi Parti’deki huzursuzlukların bir yansıması: Partinin sıradan seçmeni küreselleşmenin kaybedenlerine daha yakın. Benzer bir isyan, küreselleşmenin kaybedenlerinin iktidar partisinin “AB’den ayrılma” kampanyası etrafında birleşmesiyle veya bağlılıklarının popülist AB karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP)’ne doğru kaymasıyla İngiliz Muhafazakar Partisi’nde de yaşandı.
Çok partili parlamenter sistemlerin yaygın olduğu Kıta Avrupa’sında ise siyasi parçalanmışlık ve dağılma İngiltere ve ABD’dekine kıyasla çok daha şiddetli. AB’nin çevresinde (periphery) sistem karşıtı partiler daha ziyade sol temayüllü: Yunanistan’da Syriza, İtalya’da Beş Yıldız Hareketi, İspanya’da Podemos ve Portekiz’de sol partiler. AB’nin merkezinde ise bu tarz partiler daha ziyade sağ kanatta yoğunlaşıyor: Almanya’nın Almanya için Alternatif Partisi, Fransa’nın Ulusal Cephe’si ve Avusturya, Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve diğer yerlerde benzer aşırı sağ partiler.
Ancak küreselleşme karşıtlarının artan sayıları, örgütleri ve mobilizasyonlarına rağmen küreselleşmenin bizzat kendisi ille de lanetlenmiyor. Konuya henüz aşina olanlar için belirtmeliyim ki küreselleşme hala hem gelişmiş hem de gelişmekte olan piyasalar için net faydalar sunmaya devam ediyor ve bu nedenle küreselleşmenin kaybedenleri gelişmiş ekonomilerin ekseriyetinde hala azınlıkta. Küreselleşmeden nemalananlar sessiz de olsa büyük çoğunluğu oluşturuyor. Aslında “kaybedenler” de küreselleşmenin ve teknolojik yeniliklerin beraberinde getirdiği malların ve hizmetlerin düşük fiyatlarından faydalanıyor.
Bu yüzden sistem dışı ve popülist partiler hala siyaseten azınlıkta. Yunanistan’daki Syriza bile iktidara geldiğinde –AB’den çıkmak çok daha maliyetli olacağından– çark etti ve kemer sıkma önlemlerini kabullenmek zorunda kaldı. İspanya’nın erken seçimleri Brexit referandumundan üç gün sonra yapıldı ve seçim sonuçları gösterdi ki yüksek işsizlik, kemer sıkma önlemleri ve sancılı yapısal reformlara rağmen ılımlı Avrupa yanlısı güçler hala çoğunluğu koruyor.
ABD’de bile –seçmen tabanının demografik sınırlılığı sayesinde– Trump’ın cazibesi sınırlı. Kasım ayında başkanlık seçimlerini kazanıp kazanamayacağı şüpheli.
Yine bu yüzden Avrupa yanlısı merkez sağ ve merkez sol koalisyonlar AB ülkelerinin çoğunda hala iktidarda. Ancak diğer bazı ülkelerin yanı sıra İtalya, Fransa ve Hollanda’da AB karşıtı partilerin iktidara gelme riski artmakla birlikte bu hala uzak bir ihtimal.
Son olarak iktisat teorisine göre, nemalananlar kaybedenleri telafi ettiği müddetçe küreselleşmenin herkes için avantajlı olması sağlanabilir. Bu, doğrudan zararların telafisi şeklinde olabileceği gibi, daha fazla kamu mallarının ve hizmetlerinin ücretsiz veya düşük ücretle sağlanması biçiminde de olabilir.
(…) Kıta Avrupa’sında sistem içi partilerin halen iktidarını koruma sebebi kısmen ülkelerinin yoğun sosyal refah sistemini işletmesinden kaynaklanıyor.

Küreselleşme karşıtı güçlü tepki gerçek bir olgu ve giderek de büyüyor. Ama kontrol altına alınabilir ve işçilerin tali zararlarını ve maliyetlerini telafi edici politikalarla bu süreç yönetilebilir. Küreselleşmenin kaybedenleri, ancak ve ancak bu tarz politikalarla sonunda kazananların safına katılabileceklerini düşünmeye başlayacaklardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder