10 Ağustos 2016 Çarşamba

Y.AMİDROR: ERDOĞAN’IN TÜRKİYE’Sİ BİR YOL AYRIMINDA

Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


ERDOĞAN’IN TÜRKİYE’Sİ BİR YOL AYRIMINDA

Yaakov Amidror (İsrail ordusunda emekli tümgeneral; şu anda Begin-Sedat (BESA) Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde kıdemli araştırmacı ve JINSA’nın Gemunder Merkezi’nde araştırmacı; daha evvel ise İsrail başbakanlık milli güvenlik müsteşarı, savunma bakanlığı askeri müsteşarı ve askeri istihbaratta araştırmalar birimi başkanıydı)
BESA Merkezi Perspectives Papers, no.350, 29.7.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

ÖZET: Türkiye’deki başarısız darbe girişimi, çok büyük bir ihtimalle laiklerin son çıkışı/performansı oldu. İç ve dış çatışmalara rağmen Erdoğan, iktidar dizginlerini daha sıkıca ellerine almış durumda. İsrail bir taraf tutmaktan kaçınmalı.

Daimi kargaşalara ve jeopolitik altüst oluşa rağmen, geçen haftaya kadar Ortadoğu’da aralarında İsrail, Körfez emirlikleri ve hatta Türkiye’nin de olduğu en azından bazı istikrar limanları vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarını sağlamlaştırmak için diktatörce taktiklerine rağmen geçen haftaki askeri darbe teşebbüsü hiç ama hiç beklenmedik bir gelişmeydi.
Türk ordusunun siyasi alandan çoktandır el etek çektirildiğine ve ülkenin laik ve Batılı karakterini korumayı ahdettiğine inanılıyordu. Zannediyorduk ki ordu, Türkiye’nin siyasi kurumlarının bir parçası değildi.
Ama bu değerlendirmelerimizin yanlış olduğu ortaya çıktı. Geçen hafta dünya, Türk ordusundaki bazı unsurların halen daha ümidini kesmediğini öğrendi. Ancak genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının desteği olmaksızın bu unsurların Erdoğan’ı alaşağı etmekte çok zayıf kaldıkları da ispat oldu. Kamuoyunun cumhurbaşkanına desteğini küçümsediler ve darbe teşebbüsleri, geriye pek de bir iz bırakmadan tarihin tozlu raflarında unutulup gidecek şekilde başarısızlığa uğradı.
Bu duruma yol açan şu önemli sorular çok büyük bir ihtimalle hiçbir zaman cevaplanamayacak: Uzmanlar niçin gafil avlandılar? Türk istihbaratının başarısızlığı neyle açıklanabilir? Bir lider olarak Erdoğan’ın önsezi yeteneği neredeydi; uyguladığı politikaların kamuoyunda ve orduda birçokları arasında kabul görmediğinin farkında olması gerekmez miydi?
Şüphesiz bu sorular, Erdoğan’ın ordudaki muhaliflerini temizleme bahanesi sunması için darbeyi tertiplettiği komplo teorisini besleyecek cinsten. Ama uzunca bir zamandır öğrendiklerimden hareketle benim kanaatim şu: komplo-ahmaklık-beceriksizlik üçlüsünden son ikisinin asıl açıklama olması çok daha muhtemel; zira ahmaklık ve beceriksizlik çok daha yaygın. Konu Türkiye olduğunda dahi komplo, her zaman için senaryolardan en az muhtemel olanıdır.
Darbenin püskürtülmesiyle birlikte Erdoğan artık Türkiye’de iktidara çok daha sıkıca tutunacak. Tarihsel bir perspektiften bu önemli; zira Türkiye’de İslam, bir yüzyıldan daha kısa bir sürede laik devrimin altını oymuş ve belki de tamamen kökünden temizlemiş gibi görünüyor. Yaygın kanaatin aksine, öyle görünüyor ki Atatürk’ün Osmanlı’nın kalıntıları üzerinden modern Türkiye’yi kurarken attığı laik temeller yeterince kökleşememiş.
Başarısız darbenin sonuçları ve yansımaları ve Türkiye için bunların ne anlama geldiği hakkında spekülasyon yapmak için henüz çok erken olsa da bu kalkışma büyük ihtimalle Atatürk’ün laiklik çabalarının son çıkışı/performansı oldu; hele de ordunun genişçe bir kesimi Erdoğan’ın Türkiye’yi sürüklediği yolu kabullenmeye istekli görünürken... Giderek netleşiyor ki geçtiğimiz hafta olan biten, ordunun [Erdoğan’a/İslamcı gidişata] son karşı çıkma şansıydı.
Başarısız darbeyle Erdoğan’ın meşruiyeti arttı; onun üzerinde gerçek anlamda güç sahibi son kurumlar olan yargı ve ordu ile siyasi alanda geriye kalan son muhalefeti de bertaraf etmede hiç vakit kaybetmedi.
(…) Erdoğan’ın politikalarına karşı çıkanlar dahi onu bir askeri diktatörlüğe tercih ettiler.
Acaba bundan böyle Erdoğan, kendisine muhalif olan Türk halkının yarısını öylece görmezden mi gelecek, yoksa geçen haftaki olaylardan bir ders alıp da adımlarını mı yumuşatacak? Tarih gösteriyor ki Erdoğan’ın daha katı bir İslamcı temayülle “[halk tarafından] seçilmiş bir diktatörlük” kurması ve Türkiye’nin de daha az demokratik ve daha az hoşgörülü olması kuvvetle muhtemel.
Bu değişimlerin bölgesel etkileri de olacaktır: Türkiye Sünni dünyada kilit bir ülke ve onun Osmanlı hayalini dini bir diktatörlük üzerinden gerçekleştirmesi hiç şüphesiz Ortadoğu’yu daha da radikalleştirecektir.
Türkiye, demokratik seçimlerin ille de demokratik rejimi garanti etmediğinin ve açık toplumun ve özgür basının varlığının da bir teminatı olmadığının ileri bir kanıtı.
Türkiye’nin gerçek anlamda ne ölçüde bir demokrasi olduğu sorusu Batılı karar alıcıların zihinlerini çok daha fazla rahatsız edecektir. Türkiye’nin bir demokrasi olmadığını kabullenmek, Erdoğan’ın AKP’sinin radikal siyasi İslam’a karşı demokratik bir alternatif olduğunu düşünen birçok ülke için oldukça zor olacaktır. Vakti zamanında bu mesajı Müslüman dünyaya veren Beyaz Saray artık bu duruşunu yeniden gözden geçirmek zorunda.
Erdoğan’ın başarısız darbenin ardından –kitlesel tutuklamalar ve idamı geri getirmeye niyetlendiğine dair açıklamaları da dahil- aldığı bütün tedbirler, Türkiye’nin AB’ye girme ihtimalini tamamen ortadan kaldırmasa da geciktirecek olması iyi bir fırsat. Türkiye’nin AB’ye girme şansının zaten hep düşük olduğu doğrudur; ama eğer ki süreç resmen askıya alınırsa bu durum birçok eski-yeni meseleyi su yüzüne çıkartacaktır.
Mesela Erdoğan’ın Avrupa’ya geçmeye çalışan mülteci dalgasının kontrolünde AB’ye yardımcı olmaya devam edip etmeyeceği net değil. Keza ABD’den sonra NATO’daki ikinci büyük askeri güce sahip Türkiye’nin ittifakın kilit bir üyesi olarak kalıp kalmayacağı da belirsiz. Yine Washington’ın sürgündeki din adamı Fethullah Gülen’i iadeyi reddetmesi durumunda iki ülke ilişkilerinin nasıl etkileneceği de belirsizliğini koruyor.
Bu bağlamda Erdoğan’ın Rus lider Putin’le uzlaşması, bundan daha kötü bir dönemde gelemezdi; zira Amerikan başkanlık seçimleri yaklaştıkça Türk lider, silah tedarikçisi olarak ABD’ye bağımlılığı sürdürmeyi sorgulamaya başlayabilir.
Yeni Amerikan yönetimi de hiç şüphesiz “yeni” Türkiye’ye karşı daha temkinli olacak ve bu nedenle son model F-35 savaş uçaklarını satmak için Ankara’nın hala bir ideal ortak olup olmadığını gözden geçirecektir. Türkiye’nin bir nevi İslami diktatörlük haline gelmesinin ABD’yi olumsuz etkileyip etkilemeyeceği görülecektir. 
Ekonomi, ticaret ve turizm bağlarının ötesinde Rusya’nın Türkiye için önemi, komşu Suriye’de yaşanan iç savaşta Kürtlerin rolünde yatıyor. Ankara’nın Washington’la ilişkileri soğudukça Erdoğan’ın Putin’i Kürtlerin bağımsızlığına yardım etmemesi için iknası kolaylaşacaktır.
Rusya’nın Suriye’de Moskova’ya dost bir çözümü Ankara’nın desteklemesi için bunu bir koz olarak kullanması muhtemel. Nihai sonuç, Suriye’de isyancılara yardımın azaltılmasıyla Cumhurbaşkanı Esed’in iktidarda kalma şansının artması olacaktır.
Diğer bir kilit mesele, Türkiye’nin İslam Devleti örgütüne karşı savaştaki yükümlülüklerini sürdürüp sürdürmeyeceği. Bu mesele, geçen cumartesi günü ordudaki kalkışmayı bastırma çabaları çerçevesinde Ankara’nın –NATO ve ABD tarafından İslam Devleti’ne karşı savaşta kullanılan- İncirlik Üssü’ne erişimi kesmesiyle gündeme geldi. Üsse erişim daha sonra tekrar sağlandı; ancak gelecekte –geçici veya kalıcı- sınırlamalar konması ihtimali hala ortada ve bu da Batı’nın cihatçı terörist gruplara karşı savaşının geleceğini gölgeliyor.
Şunu unutmamak gerekir ki Erdoğan, hâlihazırda sadece başarısız darbenin sonuçlarıyla boğuşmuyor, aynı zamanda bir yandan rejimin Kürtlerle bozulan ilişkilerinden diğer yandan İslam Devleti’nden kaynaklanan bir terör dalgasıyla uğraşıyor. Geçen hafta sonu yaşananlar Türk ordusunu sersemletti ve darbe teşebbüsünün ordunun sözkonusu tehditlere karşı koyabilme gücünü ne ölçüde etkilediğini tahmin etmek bu aşamada zor.
İsrail’e gelince, Türkiye’deki yeni durum ihtiyatlı olmayı gerektiriyor. İsrail, Türkiye’nin iç çatışmasında bir tarafmış gibi görünmemeli ve haziran ayında iki ülke arasında imzalanan mutabakatın hayata geçirilmesinin peşine düşmelidir. Bu sürece politikaları yüzünden dünya çapında giderek popülaritesini kaybeden bir Türk lider dahil olduğundan tam bir dikkat/ketumiyet içinde yürütülmelidir.
Türkiye’nin kendi iç durumu Ankara’yla Kudüs arasında görüşülen konuları sürüncemede bırakmamalı; ama öte yandan İsrail, ait olduğu özgür dünyayla paylaştığı ortak prensipleri [Türkiye’yle uzlaşmaya] bir bedel olarak feda etmeye istekli bir devlet gibi algılanmayı da kaldıramaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder