18 Ağustos 2016 Perşembe

SPIEGEL: DARBE SONRASI DİKTATÖRLÜĞE KAYIŞ

Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


ERDOĞAN DARBESİ: TÜRKİYE’NİN DARBE SONRASI DİKTATÖRLÜĞE KAYIŞI

Spiegel Online International, 22.7.2016
(Makaleye katkıda bulunanlar: Nicola Abé, Dieter Bednarz, Onur Burçak Belli, Eren Caylan, Konstantin von Hammerstein, Veit Medick, Peter Müller, Maximilian Popp, Roland Nelles, Christoph Schult ve Samiha Shafy)

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Z.T.K. Alman Spiegel dergisinin 4 bölümlük darbeyle ilgili bu uzunca yazısının daha ziyade olumsuz veya Alman bakış açısını yansıtan kısımlarını çevirdiğimi, AK Parti cenahından kişilerle yapılan görüşmelerden hareketle yazılan daha olumlu kısımlar ise bilindik şeyleri içerdiğinden tercüme etme gereği görmediğimi belirtmek isterim.


1. Bölüm: Türkiye’nin darbe sonrası diktatörlüğe kayışı
(…)
100 metre ilerideki bir kafede Esra Can, Erdoğan yanlısı gösteriler başlamadan evvel evine dönebilmek için hemen sigarasını söndürüp kalktı. “Sokaklardaki kalabalıkların ne yapacağı belli olmaz” dedi.
(…) Erdoğan’ın diktatörlük temayülüne rağmen demokrasiye ve hukuk devletine inandığını, ülkesinin diktatörlüğe doğru kaymasından korktuğunu söyledi.
36 yıldır ilk defa ordu mensupları geçen cuma günü hükümeti devirmeye kalkıştı. (…)
Türkiye’deki birçokları gibi Can da hükümetin darbe teşebbüsünü püskürtmesiyle rahatlamış ve 15 Temmuz’un dehşetinin insanları birleştirmesini ümit ediyor. Ama şimdi umutsuzluk içinde Erdoğan’ın bu çatışmadan faydalanarak mutlak gücü ele geçirmesini seyrediyor.
(…)
“Demokrasi tatili”
Erdoğan “devleti temizleme” niyetini ilan etti. (…) İdam cezasının geri gelmesini istiyor. Türk halkına sokaklara ve meydanlara dökülmesi da çağrısı yaptı.
Halk da onu dinledi. (…) Darağacı benzeri şeyler taşıyarak liderleri Erdoğan’a bağlılıklarını bildiriyorlar: “Vur de vuralım, öl de ölelim.” Konuşmacılar kalabalıkları kışkırtıyor. (…)
Ancak Can gibi laik, solcu ve liberal olan muhalefete göre bu hükümet yanlısı gösteriler bir demokratik dip dalgadan ziyade İslamcı bir karşı-devrim gibi görünüyor.
Türkiye muhtemelen bir iç savaşı önleyerek askeri bir darbeyi savuşturdu; ancak ülke haftaların, ayların acısını ve kargaşasını yaşıyor. Erdoğan’ın geçen Cuma başlattığı tasfiye dalgasıyla devlet kurumları durma noktasına geldi ve ekonomi sallantıda. Ordu büyük bir karışıklık içinde, ne ikinci darbe teşebbüsü ne de iç savaş ihtimali ortadan kalkmış durumda.
Şu anda Batılı siyasetçiler Ankara’ya şaşkınlık içinde bakıyorlar. Türkiye uzunca bir süredir küresel güvenlik mimarisinin bir mihenk taşı niteliğindeydi ve NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahipti. Yine Rusya ve İran’a karşı bir kale niteliğindeydi; (…) IŞİD’e karşı savaşın operasyon üssüydü.
“Allah’ın bir lütfu”
(…) Peki acaba ihtilaflı mülteci anlaşması çökebilir mi? Bu anlaşma çerçevesinde Avrupa’nın vaat ettiği AB katılım müzakerelerinin hızlandırılması, Erdoğan diktatörlük peşindeyken yerine getirilebilir mi?
Erdoğan bu kalkışmayı “Allah’ın bir lütfu” olarak niteledi, muhaliflerini ve eleştirenleri susturmak için elini serbestleştiren bir lütuf. (…)
Cumhurbaşkanı ve çevresinin kalkışmaya nasıl tepki vereceklerine hiç şüphe yok: acımasız bir şiddetle. (…)
Son yıllarda Erdoğan’ı eleştirmek iyice zorlaşmıştı (…) Başarısız darbe teşebbüsünün akabinde muhalefetin tamamen ortadan kalkması muhtemel. (…) Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu’na göre, “Erdoğan’ın özgürlük ve uzlaşma yolunda bir ortak olacağını zannedenler artık bundan ümidi tamamen kesmeliler.”

2. Bölüm: Ölüme hazırlanan bir milletvekili
Hükümetin demokrasiyi askıya alma teşebbüsünde bulunması muhtemel. (…)
(…) Ordu karşısında elde ettiği zaferin ardından bu sene içinde anayasa değişikliği için bir referanduma veya erken seçime gidebilir.
Ekibi çoktandır 15 Temmuz efsanesini yazmakla meşgul. Hükümet yanlısı gazeteler, tankların karşısına dikilen ve canlarını Türk demokrasisi uğruna feda eden korkusuz vatandaşların hikâyeleriyle dolu. Ancak o darbe gecesinde gerçekte neler olup bittiğine, mesela darbeye karşı duranların gerçekte kimler ve motivasyonlarının neler olduğuna dair birçok ayrıntı netleşmiş değil.
(…)
Sokaklar çıkmak
(…)
[Z.T.K. Bu bölümde AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın kızı Rümeysa Kalın’la yaptıkları görüşmelerden notları uzun uzun anlatmışlar]
İntikam duygusu
(…)
(…) Esra Can, geçen hafta beysbol sopalı sakallı erkeklerin muhalifleri korkutmak için geceleri mahallesinde devriye gezdiğini anlattı ve ekledi: “Bu ülkede artık kendimi güvende hissetmiyorum.”
İnsan hakları aktivistleri Türkiye’de “linç etme duygusu”nun yayıldığı konusunda uyarıyorlar. Darbe kurbanlarından birinin cenazesinde kalabalıklar “İdam isteriz!” diye haykırdılar. İstanbul’da İslamcılar halka açık yerlerde içki içenlere saldırdılar; Anadolu’nun birçok şehrinde radikal Müslümanlar kiliselere ve Alevi mahallelerine saldırılarda bulundular. (…)
Bir yüzbaşı eşine göre İstanbul’da insanlar Türk bayraklarını dalgalandırarak askeri lojmanların önünden sürekli geçiyorlar. Bir başka subay eşi, her zaman alışveriş yaptığı dükkanın sahibinin artık kendisine ekmek satmadığını söyledi.
En kötüsü de adını vermek istemeyen bir kadının geleceğinden duyduğu endişe. Eşinin arkadaşlarından biri tutuklanmış ve ailesi bunun nedenini hala bilmiyor. Söylentilere göre arabasında silahlar bulunmuş ve şimdi darbeye teşebbüsle suçlanıyormuş.
Geçen hafta polisin elinde bir listeyle lojmanlarına gelip birçok askeri tutukladığını anlattı. “Ya benim eşimi de tutuklarlarsa ne olacak?” diye sordu.
Artık çatışmayı yatıştırıp Türk halkını sakinleştirme görevi cumhurbaşkanında. Ama Erdoğan’dan bir arabulucu dışında her şey olur. Yine bölüp kutuplaştırmayı tercih edecektir. Muhalefeti “çoğalan bir kanser”e benzetti ve “hainlerden temizlenmiş parlak bir gelecek” vaat etti. önde gelen danışmanlarından biri “halkın silahlanabilmesi” için silahların kontrolüyle ilgili kanunun esnetilmesini destekliyor. 

3. Bölüm: Erdoğan’ın baş düşmanı
Erdoğan intikam almak istiyor. Daha da önemlisi, intikamı Türkiye’nin tüm dizginlerini eline geçirmek için kullanma arzusunda. Böylece otokrat Erdoğan gerçek bir diktatöre dönüşebilir. (…)
Aslında onu en tepeye taşıyan şey hırsı ve vicdansızlığıydı. Onun dünya görüşü hep “bize karşı onlar” oldu ve bu yolda kendisini küçümseyen laik elitten tutun da 2007’de onu devirmekle tehdit eden generallere kadar nice hasımlarını ezdi geçti. Polisleri 2013 yılında çevreci göstericileri vahşice bastırdığında birçok gözlemci iktidarının fazla sürmeyeceğini zannetmişti. Ama o, krizden sağ salim çıktı, tıpkı yolsuzluk skandalında olduğu gibi.
Ancak Erdoğan’ın kazandığı her savaşla birlikte düşmanlarının rütbesi/makamı büyüdü. Üç sene evvelki Gezi Parkı protestolarına gelinceye kadar şu anda 15 Temmuz Darbesi’ni tezgahlamakla suçladığı Fethullah Gülen’i dost sayıyordu.
Şimdi ise –bulmakta hiç zorlanmadığı- baş düşmanı haline geldi. (…)
Erdoğan gibi Gülen de bir İslamcı ve sessiz bir din adamı olarak Amerika’da mütevazı bir hayat yaşıyor. Ancak onun mütevazılığı görünüşte: Başında bulunduğu hareket gayet zengin ve güçlü. (…)
Gülen, İslam’ın modern bir versiyonunu yaymaya çalıştığı iddiasında. Ama onu eleştirenlere göre cemaati tıpkı Scientology veya Katolik Opus Dei gibi gizli ve nüfuz edilmesi zor bir tarikat.
(…)
İktidarla zehirlenme
(…)
Gülen, Erdoğan’ı muhaliflerini vahşice gözden düşürmeye çalışan bir diktatör olarak niteliyor ve siyaset tarzının patolojik olduğunu söylüyor. “Erdoğan fakir bir aileden geliyor ama şimdi saraylarda yaşıyor. Başarı ve iktidar onu zehirledi” diyor.
Türkiye’de Gülen Hareketinin orduya sızmayı başardığına şüphe duyanların sayısı çok az. Ama şimdiye kadar hükümet, Gülencilerin 15 Temmuz Darbesi’nden sorumlu olduğuna dair güçlü kanıtlar sunamadı. Türkiye’yi yakından takip edenler ise ordu içinde çeşitli güç merkezlerinden oluşan bir koalisyonun kalkışmayı planladığına inanıyor.
Ama şu anda Erdoğan Gülen ve hareketini –aynı zamanda ordunun komuta kademelerinden kendisini eleştirenleri ve siyasi muhaliflerini- yargılayıp ezmek için bu darbeyi kullanıyor ve Gülen’in ABD’den iadesini istiyor. (…)
AB’ye katılım ihtimal dışı
Gülen meselesinin ötesinde Erdoğan’ın açık saldırganlığı Batı’yla ilişkilerinde problemler yaratıyor. AB’yle mülteci anlaşması şu an tehlikede. (…)
Zaten iyice sürüncemedeki AB’ye katılım müzakerelerinin kısa zamanda hızlanması mümkün görünmüyor, hatta tamamen durabilir de. (…)
(…)
Zaten darbeden aylar öncesinden anlaşmaya yoğun eleştiriler vardı. Avrupa’nın Erdoğan’ın mülteci akışını kesmesi karşılığında değerlerini sattığı söyleniyordu. Şimdilerde birçokları “ben demiştim” havasında. Üst düzey bir AB diplomatına göre “Erdoğan, şu anda tam da aylar evvel mülteci anlaşması sırasında pek çoklarının uyardığı gibi davranıyor. AB’den aldığı açık çeki paraya tahvil ediyor.”

4. Bölüm: NATO’nun korkusu ve nükleer silahlar
Alman hükümeti Türkiye’deki gelişmeleri çok büyük bir endişe içinde izliyor. En büyük soru Türkiye’nin hangi yöne gideceği. (…)
(…)
Ancak Türkiye gerek stratejik gerekse jeopolitik olarak NATO için son derece önemli bir aktör olduğundan Batılı siyasetçiler NATO’yu NATO yapan demokrasi, bireysel özgürlükler ve hukuk devleti gibi ortak değerleri Erdoğan’ın karşısına çıkaramıyorlar. (…)
NATO üyesi Türkiye 15 Temmuz öncesinde de alarm verici düzeyde istikrarsızlaşmıştı zaten. Güneydoğuda ordu Kürt gerillalara karşı ümitsiz bir savaşı yeniden alevlendirmişti. Ve şimdi de darbe teşebbüsüyle devlet ve ordu daha da zayıflamış durumda.
(…) Darbeye karıştığından şüphelenilenlerin birçoğu TSK’nın önemli pozisyonlarından: Güneydoğu’da Kürtlere karşı savaşı koordine eden İkinci Ordu Komutanı Adem Huduti ve (…) İncirlik Hava Üssü komutanı Bekir Ercan Van gibi.
Bu, Pentagon için hiç de iyi bir haber değil: ABD, NATO’nun en büyük nükleer silah stokunu İncirlik’te tutuyor. Gerçekten de darbe teşebbüsü, istikrarsız ülkelerde kitle imha silahları depolamanın risklerini ortaya koydu. Gittikçe daha fazla Amerikalı ABD’nin İncirlik’ten çekilmesini istiyor. Foreign Policy  dergisinin son başlığı “Amerika’nın nükleer silahları artık Türkiye’de güvende değil” şeklindeydi.
“Geniş kapsamlı, iyi planlanmış operasyon”
(…)
Ordu üzerindeki kontrolünü artırmak için Erdoğan, askeri komuta kadrosunu temizleyebilir ama tüm askerleri atamaz. Silahlı Kuvvetlerin saflarında hala daha kaç tane darbeci kaldığını dahi bilmiyor. Rus lider Putin’in aksine Erdoğan devlet aygıtının bir adamı değil. Hiçbir zaman ordu tarafından tam olarak kabul görmemiş, dışarıdan gelmiş bir isim. Ordu her daim kendisini devletin laik geleneğinin bekçisi olarak gördü ve Erdoğan’ın İslamcı coşkusundan hep şüphe duydu.
Yıllarca Türk ordusu için çalışmış İstanbul’da yaşayan siyaset bilimci Sinan Birdal, darbenin Gülen bağlantılı küçük bir grup tarafından sahneye konduğu teorisine karşı çıkıyor. Darbeci grubun ordunun farklı birimlerinden ve farklı üslerden gelen askerlerden oluştuğunu söylüyor. “Bu, geniş kapsamlı, iyi planlanmış bir operasyondu” diyor. Birdal, orduda Erdoğan’a karşı hala daha bastırılmış bir hayal kırıklığı/gerilim olduğuna inanıyor. İkinci bir kalkışmanın “son derece gerçekçi bir senaryo” olduğunu düşünüyor.
(…)
Acımasız savaş
(…)
(…) Selahattin Demirtaş PKK’ya karşı savaşın 15 Temmuz kalkışmasını alevlendirdiğine inanıyor. Orduyu hazırlayanın ve generallere ülkenin güneyinde tam yetki verenin Erdoğan olduğunu söylüyor. “Ordu artık kendisini kanunlara bağlı hissetmiyor” diyor ve uyarıyor: “Askeri darbenin ardından bu defa da bir Erdoğan darbesi gelebilir ve hatta bir iç savaş dahi yolda olabilir.”
Bazı uzmanlar Türkiye’deki krizin Kürt ayrılıkçıların Güneydoğu’nun ayrılması arzularını kışkırtabileceğinden korkuyor ki bu fikir Kürtler arasında da rağbet kazanıyor. Önde gelen Kürt entelektüellerden İbrahim Halil Baran bu darbe teşebbüsü Kürtler için ille de kötü bir şey anlamına gelmeyebilir diye düşünüyor ve diyor ki “Türk tarafı bundan böyle kendi kendisiyle meşgul olacak. Biz Kürtler hedeflerimize ulaşmak için Türkiye’nin bu zafiyetinden faydalanmalıyız.”
Diktatörlük? Darbe? İç savaş? Öyle görünüyor ki Türkler şiddetin lanetine düşmüş durumda ve çok çok az insan geleceğe bakma takatine sahip.
“Bu kadar da kolay değil”
[Z.T.K. AP Parti eski MYKY üyesi Osman Can’la yaptıkları görüşmeden hareketle bu bölüm yazılmış]
(…)
Kabul edilemez utanç


(…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder