10 Ağustos 2016 Çarşamba

S.KINZER: ABD, KIZGIN ERDOĞAN’LA NASIL İŞ TUTULABİLİR?


Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


ABD, KIZGIN ERDOĞAN’LA NASIL İŞ TUTULABİLİR?

Stephen Kinzer (Watson Enstitüsü’nde uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında kıdemli araştırmacı, yazar ve eski New York Times muhabiri [1996-2000 yılları arasında gazetenin Türkiye muhabiriydi])
The New York Times, 3.8.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

[Z.T.K. Makalenin yazarın Stephen Kinzer’ın Gülen Hareketiyle yakın bağlantıları bulunmaktadır. Yazıyı bu gözle okumanızı tavsiye ederim.]


Geçen ayki başarısız darbe teşebbüsünün ardından büyük tasfiye ve kitlesel tutuklama kampanyası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetiminden duyulan en ileri korkuları teyit eder mahiyette. Bu, Sayın Erdoğan’ın uzun suiistimaller tarihinin en son halkası. Son birkaç senedir Erdoğan, Türk basınını ve sivil toplumu çok sert bir şekilde bastırdı, Suriye’de radikal silahlı grupları destekledi, ülkesindeki Kürt milliyetçileriyle ümit vaat eden barış sürecini bozdu ve bir yarı diktatör gibi ülkesini yönetebilmek için inatla anayasayı değiştirmeye çalıştı.
Washington’a göre Türkiye, bir müttefikten ziyade bir baş ağrısı haline gelmişti. Daha evvel herhangi bir NATO üyesi hiç bu denli sürüden ayrılmamıştı. Türkiye ABD’yi zorlu bir tercihe doğru itmekte. ABD, Sayın Erdoğan’ı tanımayabilir/reddedebilir, Türkiye’yle ilişkileri kesebilir ve hatta onu NATO’dan atabilir. Bu adımları atmak, doğum aşamasındaki bir despotluğa karşı ahlaki bir duruş olabilirdi. Yine NATO’nun Suriye’deki politikasında iç tutarlılığı/uyumu geri getirebilirdi; nitekim bugün ABD’nin desteklediği bir grubu [PYD’yi kastediyor] Türkiye tutup da bombalıyor.
Diğeri ise kabullenilmesi güç bir alternatif: Türkiye’nin eşsiz jeopolitik önemini kabullenme ve Erdoğan’ı da olduğu gibi kabul etme. Bu, çok daha karmakarışık ve pek de asil olmayan, ama aynı zamanda Amerikan menfaatleri için en uygunu olduğundan gerçekleşmesi daha muhtemel bir seçenek. Türkiye uluslararası bir tecride doğru gidiyor ve hatta belki de bir ekonomik krize ve bir iç savaşa… Onu bu aşamada [NATO’dan] ayırmak, Washington’ın Ankara üzerindeki kalan nüfuzundan da vazgeçmesi anlamına gelecektir ki mevcut nüfuzun sürmesi önemli. Aynı zamanda bu, demokrasinin erozyona uğramasının yasını tutan ve bu karanlık dönem geçtiğinde demokrasiyi yeniden inşa etme şansı bulunan milyonlarca Türk dostu da terk etmek anlamına gelecektir.
Türkiye’nin istikrarına yönelik tehditler arttıkça Sayın Erdoğan, Amerikan tavsiyelerine açık hale gelebilir ve Suriye’deki yaklaşımını değiştirmeyi kabul edebilir. Bu da silahlı gruplara desteğini sonlandırıp onlara karşı mücadeleye dahil olma, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed yönetimine karşı husumetini yumuşatma ve askıdaki Kürt milliyetçileriyle barış müzakerelerini yeniden başlatma anlamına gelebilir. Bu tür bir U dönüşü şansı düşük; ama en azından bunun bir versiyonu hayata geçebilir. Amerikan nüfuzu olmaksızın ise bu hayal bile edilemez.
Sayın Erdoğan’ın Türkiye’yi Washington’ın gözüne girer hale getirebilmesi için diğer bir yol da ülke içindeki muhaliflerini ezme kampanyasından geri adım atmasıdır. Ama bunu gerçekleştirmesi güvenlik siyasetini değiştirmesinden de daha düşük bir ihtimal. Sayın Erdoğan, Türkiye’nin Kürtler, laikler, gazeteciler, üniversite dekanları, hakimler ve Pensilvanya’da yaşayan din adamı Fethullah Gülen tarafından desteklenen kötücül güçler tarafından dur durak bilmeyen insafsızca bir saldırı altında olduğu şeklinde bir söylem inşa etti. Bu söylem birçok Türk seçmen nezdinde yankı da buluyor.
Daha kötü bir stratejik durum Sayın Erdoğan’ın Suriye’de ve bölgedeki diğer yerlerde politikalarını yeniden şekillendirmesine yol açabilir. Ama onun karakteri de siyasi hesapları da, ülke içinde daha fazla muhalife ve tartışmaya tahammül göstermeye başlayacağı hissini uyandırmıyor. ABD’nin Türkiye’yle ilişkileri sürdürme yönündeki herhangi bir kararında bu nahoş gerçekliği kabullenmesi gerekiyor. Türkiye’nin dünyanın öncü Müslüman demokrasisi olma rolünü terk etmesi son derece içler açıcısı bir durum; ama aynı zamanda bu bir gerçeklik ve akıllıca dış politika her daim gerçekliğin kabullenilmesine dayanır.
İşbirliğine açık olmayan yönetimlerle ilişkileri kesmek ve hatta onları yaptırımlarla ve diğer zorlayıcı tedbirlerle cezalandırmak geçen yüzyılda Amerikan gücünün zirvesinde olduğu dönemde Washington’daki karar alıcılar için realist bir seçenekti. Bugün ise bu türden taktiklerin etki gücü daha az. Çünkü Türkiye’nin daha başka seçenekleri de var. ABD’yle ilişkilerin kopmasına karşı Ankara, Rusya veya Çin’i kucaklayarak veya Kürtlere karşı topyekun bir savaş açarak veyahut Suriye’ye kara gücünü sokarak bir karşılık verebilir. Bu gerginliği tırmandırmak iki tarafa da fayda getirmez.
ABD-Türkiye dostluğundan geriye kalanı korumak amacıyla yoğun bir diplomasiye girişmek Washington’ın menfaatine. Darbe teşebbüsünün ardından Türk ordusu, birçok üst düzey subayın görevden alınması veya hapse atılmasıyla darmadağınık bir hale geldi. Ordunun yeniden inşasına yardımcı olma konusunda ABD diğer herhangi bir güce kıyasla çok daha iyi bir konumda. Ayrıca Türkiye, son İstanbul Havalimanı’na bombalı saldırı da dahil terör olaylarıyla yıprandı ve yeni saldırıların önlenmesinde Amerikan istihbarat işbirliği hayati olabilir. Avrupa ülkelerinin birçoğu Türkiye’nin davranışlarından bıkıp usandı ve bir müttefik olarak Sayın Erdoğan’ın üstünü memnuniyetle çizeceklerdir. Bu, bugün olduğundan çok daha fazla Türkiye’nin tecridiyle sonuçlanabilirdi. ABD, içerideki bastırma harekatını mazur göremez; ama Ortadoğu’nun güvenliği çok büyük ölçüde Türkiye’nin adımların bağlı olduğundan NATO’daki ortaklarına öfkelerini dindirmelerini salık verebilir
Ancak ABD’nin bu uzlaşma çabası, Türkiye’nin 20 yıldır ABD’de yaşayan Gülen’in iadesi konusunda gittikçe artan ısrarlı talebini karşılayacak kadar ileri gitmemeli. Sayın Erdoğan onu son darbe teşebbüsünün beyni olarak ilan etse de Sayın Gülen bu suçlamayı reddediyor. ABD Türkiye’yle karşılıklı tavizlerle bir anlaşma arayışına girmeli ve politikasını değiştirme karşılığında ödüllendirmeyi teklif etmeli; ancak Sayın Gülen’ın başının istenmesine razı olmak, hele de bunca zamandır bu talebe karşı direnmişken, son derece aşırı bir taviz olacaktır.

Hevesleri Türkiye’nin de arzusu olan adamın [Z.T.K. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ı kastediyor] ani dönüşümü veya iktidardan beklenmedik ayrılışı dışında Türk-Amerikan ilişkilerinin öyle kısa sürede iyileşmesi mümkün değil. Türkiye’nin NATO müttefikleriyle işbirliği bilhassa Suriye konusunda gönülsüz ve kısmi olacaktır. İçeride özgür basın ve hukuk devleti bir hayal olarak kalacaktır. Buna rağmen ABD ve Türkiye arasında önemli menfaat birliktelikleri var. Bunların en önemlisi, Türkiye’nin, bazı komşularını da içine çekecek şekilde bir kaosa düşmemesini sağmak. ABD’nin gerçek dostlarının olmadığı bir bölgede ABD-Türkiye ilişkileri son derece önemli.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder