18 Ağustos 2016 Perşembe

H.RHODE’LA TÜRKİYE’NİN VE NATO’NUN GELECEĞİ HAKKINDA

Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


DR. HAROLD RHODE’LA TÜRKİYE’NİN VE NATO’NUN GELECEĞİ HAKKINDA

Center for Security Policy, 25.7.2016
Röportajı yapan: Frank Gaffney (Güvenlik Politikaları Merkezinin kurucusu ve başkanı; en önemli komplo teorisyenlerinden biri. ABD’deki en kötü şöhretli İslamofobiklerden biri olduğu söyleniyor)
Röportaj veren: Harold Rhode (İsrail Ariel Üniversitesinde misafir profesör ve New York merkezli Gatestone Enstitüsünde kıdemli araştırmacı. Geçmişte Pentagon’da Türkiye masası şefi ve siyasi müşavir olarak görev yapmış geniş Ortadoğu ve Türkiye hakkında ABD’deki en saygın otorite isimlerden olduğu söyleniyor! Bütün Ortadoğu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri dillerini biliyor. Fehmi Koru bir makalesinde hakkında şunu yazmış: “Harold Rhode deyip geçmeyin. Bir ara, Washington’da görev yapan veya Washington’a yolu düşen Türk gazetecilerin en büyük haber kaynağı oydu.”)

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Z.T.K. ABD’nin sözde en büyük Türkiye uzmanından(!) son derece sinir bozucu ve ibretlik bir röportaj… Batı’daki Ortadoğu ve Türkiye uzmanlarına şüpheyle yaklaşmak gerektiğinin bundan iyi bir kanıtı olmasa gerek.

Rhode'un 15 Temmuz'la ilgili verdiği aşağıdaki iki mülakatı da okumanızı tavsiye ederim: 
Ariel Ben Solomon (The Jerusalem Post gazetesi Ortadoğu muhabiri ve yazarı)
Röportaj veren: Harold Rhode (İsrail Ariel Üniversitesinde misafir profesör ve New York merkezli Gatestone Enstitüsünde kıdemli araştırmacı)
Chris Mitchell (CBN News Ortadoğu bürosu şefi)
Röportaj veren: Harold Rhode (İsrail Ariel Üniversitesinde misafir profesör ve New York merkezli Gatestone Enstitüsünde kıdemli araştırmacı)


Geçen hafta Türkiye’de yaşanan olaylara girmeden evvel, öncelikle şu anda Türkiye’nin cumhurbaşkanı olan adamın, Recep Tayyip Erdoğan’ın kim olduğuna dair biraz bilgi vermeni istiyorum. Nereden geldi? Görüşleri ve hedefleri neler?
İstanbul’un fakir bir mahallesinden geliyor. Çok karizmatik biri. Köktenci İslami görüşlere sahip. Müslüman Kardeşler’in hep güçlü bir mensubu ve destekçisi oldu. Bu, Müslüman pan-İslamcı bir milli grup ve hedefleri de çok basit: Bütün dünya İslami yönetim altına girmeli, İslam’a ihtida etmeli, halifeyle ve şerait hükümleri altında yönetilmeli. Bu Erdoğan’ın uzun vadeli hedefi. Erbakan’ın liderliğindeki köktenci bir partide yetişti. Erbakan başbakan olduğunda, tıpkı bütün Sünni dünyanın merkezi olan Osmanlı’daki gibi, Türkiye’yi siyaseten İslami köklerine döndürmeye çalıştı. Bugün Sünni dünya 1,6 milyarlık Müslüman âleminin %86’sına tekabül ediyor. Bu adam [Z.T.K. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ı kastediyor] hep bir tehlikeliydi. Himayesine girdiği kişi olan Erbakan hızlıca Türkiye’yi siyaseten İslamileştirmeye çalıştı. Ama ordunun darbesiyle karşılaştı. Bunu tecrübe eden Refah Partisi’ndeki Erdoğan gibi adamlar Türkiye’yi hızlıca değil yavaş yavaş İslamileştirmek gerektiği sonucuna vardılar. Yoksa o dönem gayet güçlü olan ordu tarafından görevden uzaklaştırılabilirlerdi. Daha da önemlisi ABD. Maalesef ki ABD şu anda çaresizce “ılımlı” arıyor. Bu, hoş bir Batılı kavram; ama Ortadoğu’da ılımlı diye bir şey yoktur. İş, hedefine ulaşmak için hangi mesajları verdiğinde düğümleniyor. Washington ılımlı İslam her ne ise onunla barış yapıp iş tutalım dedi. (…)

(…)  Erdoğan’ın demokrasinin amaca ulaşmak için bir araç olduğuna dair meşhur bir sözü de var, öyle değil mi?
Biz Erdoğan’a ılımlı sıfatını yakıştırdığımız ve onunla muhatap olduğumuz için gerçekte ne olduğunu görmeyi hep reddettik. Ancak bize ne olduğunu kendisi söyledi. Ama ABD bunu duymak bile istemedi. Söylediği şeylerden biri, demokrasinin bir tren olduğu, ihtiyaç olduğu sürece bu trene binilip ardından da inileceğiydi. Diğer bir deyişle misyonu dünyayı İslamileştirmekti. Eğer demokrasi bunu yapmaya yardımcı olacaksa onu kullanır, faydasız hale geldiğinde de terk ederdi. İşte şu anda yaşanan tam da bu.

Türkiye’nin İslamileşmesinde iki engel olduğunu söyledin. Birincisi Atatürk’ün laik Müslüman devletinin garantörü olan Türk ordusu, ikincisi ise ABD. Büyük hedefleri önündeki bu iki engeli etkisizleştirmek için Erdoğan’ın demokrasiyi nasıl kullandığını bize kısaca anlatabilir misin?
ABD kutsal dil İngilizceyi konuşan, ılımlı olan veya olduğunu iddia eden, duymak istediğimiz şeyleri bize söyleyen herkesi görmekten hoşlanır. “İşte bu tam da bizim beğendiğimiz gibi” diye düşünür. Erdoğan İngilizce konuşmuyor. Ama o ve çevresindekiler ABD’nin, özellikle Amerikalı diplomatların ve hatta istihbaratçıların nasıl aldatılacağını gayet iyi biliyorlar. Onlar Erdoğan’ın gerçekte ne olduğunu görmeyi hep reddetmişlerdi. 

Obama başa geldiği ilk yıllarda Erdoğan’ı en iyi yabancı liderlerden biri olarak tanımlamaktaydı. Yani bu, Cumhuriyetçilerin de Demokratların da bir başarısızlığı aslında; sadece şu anda başta bulunan Demokratlara mahsus bir durum değil. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından Irak’a saldırı hazırlıkları yaptığı süreçte hatırladığım kadarıyla sen de bütün bunların samimiyetle içindeydin. O dönemde ABD ile Türkiye arasında neler yaşandığını bize anlatsana. 
11 Eylül’den sonra, ama daha önemlisi 2003’te Irak’ın özgürleştirilme savaşında Türkiye’nin bizim yanımızda olduğu zannettik. Erdoğan’ın partisi meclis çoğunluğunu elinde tutuyordu. Ama 1 Mart Tezkeresinin oylanmasına sıra geldiğinde sadece 3 oyla tezkere TBMM’den geçemedi. Size Ortadoğu’da siyasi partilerin nasıl çalıştığını anlatayım. Partililer parti başkanına itaat ederler. Maalesef ki Sayın Erdoğan bir kurnazlık yaparak tezkerenin geçmemesinden ötürü orduyu suçladı. Bizim bazı üst düzeylerimiz de aynı şekilde orduyu suçlu gördü.

Geçen hafta yaşanan darbe denilen şeyle sonuçlanan olayları da konuşalım. Neler yaşandı? Gerçekten bu bir askeri darbe miydi, yoksa başka bir şey mi?
Darbe olduğuna emin değilim. Eğer ki gerçekten bir darbe yapıyorsanız, ilk olarak ülkenin liderini yakalarsınız, ikincisi medyayı ele geçirirsiniz. Ama her şey o kadar acemiceydi ki. En baştan beri bunun yapılış biçiminden hayrete düştüm. Merak ediyorum, tıpkı Hitler gibi, mutlak iktidarı ele geçirme fırsatı yakalamak için acaba bunu Erdoğan başlatmış olabilir mi? Erdoğan zaten bu tür bir iktidar istediğini bizzat kendisi söylemişti.

Reichstag yangınından bahsediyorsunuz…
Evet, öyle.

Bu yangın Adolf Hitler’in gücü pekiştirmesine yol açmıştı… Erdoğan bütün bunları böyle bir amaç uğruna tezgahlayabildiyse, acaba bunu ordunun yardımıyla mı sahneye koydu, yoksa ordu görüntüsü altında üretilmiş ayrı bir grup mu var?
Sana bir şey anlatayım. Vakti zamanında Sovyetlere muhaliflikten yıllarca SSCB’de hapis yatmış, ama sonra İsrail hükümetinde bakan olmuş Natan Sharansky der ki, bu gibi durumlarda Sovyetler, hep darbe süsü veya hükümet karşıtı gösteri süsü vererek düşmanlarını ortaya çıkarırmış. Böylece bunlara katılanları daha sonra tutuklarmış.

Bahsettiğin bu Sovyet pratiği, her çizgiden ve her renkten otoriter yönetimlerce iyi bilinen bir şey olmalı. Hitler’in de benzer bir teknik kullandığından bahsettin. Peki, bize İstanbul ve Türkiye’nin diğer yerlerinde gerçekte neler olduğunu anlatır mısın?
Gerçekte neler olduğu net değil. Ama net olan şey sonuç. Bir anda Milli Eğitim Bakanlığında 15 bin personel ya işten çıkarıldı ya da tutuklandı. (…) rektörler (…), akademisyenler (…) Aşikâr ki ellerinde listeler önceden hazırdı. İşte bu, yaşananın bir darbe olduğu konusunda zihnimde şüpheler uyandırıyor. Devasa sayıda insanı tutukluyor. İnsanlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. ABD onun demokratik yollardan seçilmiş olduğunu söylüyor; ama hatırlayın Hitler de demokratik ve hatta serbest ve adil seçimlerle gelmişti. Erdoğan’ın bir seçimle geldiği doğru; ama bu gerçekten serbest ve adil bir seçim miydi, hiç emin değilim. İşte bu yüzden Amerikan yönetimi, “ordu ve bütün taraflar halkın iradesine ve seçim sonuçlarına saygı duymalı” dediğinde nasıl bu kadar aptal olabildiğimize inanamadım ben.

Bu tiyatronun oyuncularından biri de şu anda ABD’de yaşayan ve buradan oldukça büyük bir imparatorluğu yöneten Fethullah Gülen. Erdoğan’ın entrikalarında niye bu denli öne çıkarak rol oynuyor?
Birlikte iş tutmaya alışmışlardı. Her ikisi de –yönleri farklı olsa da- köktendinci Müslümanlar. Gülen’in 1999’da ABD’ye kaçmasının nedeni, demokrasiyi kullanacakları, Batı’ya duymak istediği her şeyi söyleyecekleri, sabırla bekleyip sonunda ele geçireceklerine dair özel bir toplantıda yaptığı konuşmanın ordu tarafından kayıt altına almasıydı. (…) Şu anda hem Türkiye’de hem Türk Cumhuriyetlerinde hem de Çin’in Uygur bölgesinden Adriyatik’e kadar uzanan coğrafyada her nerede Türkler yaşıyorsa orada çok fazla sayıda takipçisi var. Eğitim imparatorluğu, finansal imparatorluğu ve çok sayıda destekçisi… Ortadoğu’da insanlar gücü ele geçirdiğinde kendilerine meydan okuma potansiyeli taşıyan herkesi elindeki her türlü araçla yok etmeye çalışırlar. İşte bu nedenle Gülen potansiyel bir problem.

Anladığım kadarıyla öğretmenler, profesörler, yöneticiler, polisler, hakimler ve başkaları işten atılıp tutuklandı, öyle değil mi?
Evet, çok haklısın. Ve şimdi de ABD’den Gülen’in iadesini istiyor. Muhtemelen [Türkiye’de] Gülen’i ya öldürecekler ya tasfiye edecekler ya da işkence edecekler. Tam olarak ne yapacaklarını bilmiyorum. Bu durumda ABD “Kanıtların ne?” diye soruyor. (…) Erdoğan “O suçlu” diyor. (…) Ortadoğu’da kanıta ihtiyaç yoktur. Güçlü lider çıkıp da suçlu dediyse cevap olarak yeter. İşte burada yine Türkiye ve aslında tüm Müslüman dünya ile ABD arasındaki kültürler çatışması devreye giriyor.

Bugün bize bazı müntesiplerinin söylediği gibi, Fethullah Gülen gerçekten ılımlı bir Müslüman mı?
Doğrusunu istersen, biz Batı’da ılımlı kelimesini duymaktan hoşlanıyoruz. Ama bu kavramın Ortadoğu bağlamında ne anlama geldiğinden emin değilim. Gülen bir Türk İslam milliyetçisi. Ona göre doğru olan, Türk dünyasının İslam şekli. Arapları sevmez. Erdoğan’ın ise Müslüman Kardeşleri destekleyerek herkesi bir araya getirme türünden bir anlayışı var. Gülen ile Erdoğan nihai sonuç noktasında ihtilafa düşmüyorlar; yani her ikisine göre de tüm dünya bir halife ve şeriat kanunlarıyla İslam bayrağı altında yaşamalı. Anlaşamadıkları nokta bu sonuca hangi yoldan ulaşacakları. IŞİD’in de Suudilerin Vehhabi anlayışının da hedefi aynı, sadece hedefe ulaşma metotları farklı. Biz acaba bu ılımlı mı aşırı mı diye keşfetmeyi takıntı haline getirmiş durumdayız, ama hepsinin nihai hedefi aynı. Aralarındaki çatışma hangi metotlarla bu hedeflere ulaşılacağında. Bizim bir kenarda oturup onların birbiriyle çatışmasını izlememiz çok daha iyi olurdu. (…)

Taktik farklılıkları her ne olursa olsun onları birleştiren şey, temel stratejik hedefleri ve şeriat, öyle değil mi?
Doğru. Ayrıca onlar birbirlerinden nefret de ediyorlar. Ortadoğu’da geçmişi unutma, eski defterleri kapatma diye bir şey yoktur. Sünni-Şii mücadelesi Muhammed peygamberin vefatının ardından hilafet mücadelesiyle başladı. (…) İngilizcede “artık tarih oldu” diye bir ifade vardır. Ama Ortadoğu’da bunun bir karşılığı yoktur; hiçbir şey çözülmez, hiçbir zaman da barış olmaz. Yeterince güçlenene kadar bekleyip sonra da düşmanını öldürür, ortadan kaldırırlar. Olan işte budur. Bunun iyi veya kötü olduğunu söylemiyorum. Sadece bir realiteyi açıklıyorum.
SSCB döneminde, hatırla, CIA ve KGB’nin ortak çıkarları olan meselelerde birlikte iş tuttuğu dönemler vardı. Ama İslam’da çok farklı örnekler var. Şiilerle Sünniler birbirlerinden nefret ederler ve her ikisi de birbirinin ölmesi gerektiği düşüncesindedir. (…)

Türkiye’ye geri dönersek, Erdoğan ister gerçekten bu darbeyi teşvik edip uygulatan olsun isterse sadece son derece talihsiz bir operasyondan istifade etmeye çalışsın, Gülen’le hiç alakası olmayıp Erdoğan rejimine muhalif insanlar da şu anda derdest ediliyorlar. Şu anda çok ciddi bir güç konsolidasyonu ve muhtemelen gerçek bir İslam cumhuriyetine doğru büyük bir sıçrayış var gibi görünüyor. Sen de böyle düşünüyor musun?
Muhtemelen Ortadoğu’nun yaşayan en büyük tarihçisi olan Bernard Lewis 1990’larda demişti ki Türkiye ile İran gün gelip de yer değiştirebilir. İran, İslami cumhuriyeti geride bırakıp [medeni] ülkeler safına tekrar katılacak; Türkiye ise İslami bir güç olarak sivrilip bütün Müslümanları tüm dünyayı İslamileştirme savaşına sokmaya çalışacak. İşte bu Erdoğan’ın gitmek istediği yol. Ama Erdoğan, Amerikan Başkanını da tehdit ediyor; “Eğer ki Gülen’i iade etmezsen bunun Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde feci sonuçları olacak” diyor. Türkiye’nin gücüyle ilgili sana bir şey söyleyeyim. Ya çok güçlüsündür ya da başkalarının ayağını öpersin. Erdoğan bir anda çıkıp da ABD ve NATO’ya oyunun kurallarının ne olması gerektiğini dikte etmeye kalkışıyor. Erdoğan’a onunla birlikte çalışmadığımızı, kuralları koyma hakkının onda değil sadece bizde olduğunu, çünkü ABD’nin yeryüzündeki en büyük ve en güçlü devlet olduğunu çok net bir şekilde öğretmemiz lazım.  Affedersiniz ama bu basit adam Erdoğan kim oluyor da Amerika’ya bunları söylüyor, kabadayılık taslayıp ABD’nin gözünü korkutmaya kalkışıyor.

(…) İncirlik Hava Üssü’nde nükleer silah stoku bulunduğu haberleri yapıldı. Amerikan hükümeti bunu doğrulamadı (…) Ancak endişeler giderek artıyor. Anladığım kadarıyla Türkler İncirlik’in elektriğini bile kestiler ve İslam Devleti’ne karşı hava operasyonlarını durdurttu. Orada neler meydana gelmiş olabilir, ne düşünüyorsun?
Türkiye’yle aramızda İncirlik’in nasıl kullanılacağıyla ilgili Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması var. Eğer onlar anlaşmayı ihlal ediyorlarsa biz de ihlal etmeliyiz. Onlar antlaşmayı geçersiz saydı. Elektriğin kesilip kesilmediğini bilmiyorum, ama onlar bunu yapma cüreti gösterdiyse bizim de cevabımız olmalı. Eğer gerçekten orada nükleer silahlar varsa insanlarımızın güvenliğini sağlamalıyız. Sana bir anekdot anlatayım. Irak Kürdistan’ının başkanı Mesut Barzani birkaç sene evvel ABD’ye geldiğinde Barzani’nin adamları bana, ABD’nin Türkiye’yle ilişkileri bozulduğu takdirde İncirlik yerine geçecek şekilde her nerede isterse orada iki Amerikan üssü açabileceğini Başkan Obama’ya teklif ettiklerini söyledi. Maalesef ki Başkanımız hayır dedi. Bizim o bölgede sahip olduğumuz tek önemli üs İncirlik. Ben yeni bir üssü bir zaruret olarak görüyorum. Biz bu insanların, bu korsanın/yağmacının, bu diktatörün, bir İslamcı fundamentalistin bize neyin nasıl olması gerektiğini dikte etmesine izin veremeyiz. Onlarla aramızda bir anlaşma var. Belge imzalamayı çok seviyoruz. Ortadoğu’da ise belge imzalamak boşu boşunadır.

Özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini ve Türkiye’nin NATO’ya daha fazla katılımı konusunu merak ediyorum. Eğer Erdoğan bu yolda gitmeye devam ederse ilişkiler nereye evirilebilir?
Ben peygamber değilim, ama neler olabileceğine dair biraz fikrim var. Ortadoğu’da yazılı anlaşmalar, ulaşılmak istenen yere kadar götürecek birer adımdan başka hiçbir anlam ifade etmez. Erdoğan’ın hedefi bizi, ABD’yi, NATO’yu ve başka her ne varsa onu kullanmak, ta ki gideceği menzile kadar. Tıpkı daha evvel konuştuğumuz binilip inilecek demokrasi treni gibi… Ben onun uzun vadeli hedeflerinin ne olduğunu biliyorum. Onun sabır ve sebat içinde bunu yaptığını da biliyorum. Hedefleri konusunda kendi kendimize yalan söylememizi sağlayacak kadar da bizi uyuttu. Köktendinci değil, ılımlı diye inandık. Köktenci İslam sözkonusu olduğunda ılımlı diye bir şey yoktur. Bu noktaya nasıl ulaştı bilmiyorum ama dünyayı yönetmek istiyor. Bu çok megalomanca, biliyorum, ama böyle düşünüyor. Ben bunu nereden mi biliyorum? Kendisiyle sadece bir kez bir araya geldiğimden şahsen doğrudan bunu söyleyemem. Ama konuşmalarını dinlerseniz ve tabii sözlerinde ve faaliyetlerindeki İslami köktenci bağlamı da bilirseniz bunu çok rahat fark edersiniz. Gelecek ne getirir bilmiyorum, ama onun ne istediğini biliyorum. Müslüman vatandaşlarının çoğu Türk olan Rusya ve Çin, her daim İslami köktencikle mücadele etmek zorunda olan İsrail, Erdoğan’ın eliyle giderek Müslümanların istila ettiği Avrupa ve ayrıca ABD’nin dikkat etmesi lazım. Erdoğan ve Körfez’in Vehhabi Arapları, zengin Suudi işadamları tüm dünyanın İslami yönetim altına girmesi için yavaş ama emin adımlarla çalışıyorlar. Bunun nasıl ve ne zaman olacağının farkına varmalıyız; eğer ki bu gerçeği görürsek bununla baş edecek stratejiyi de düşünürüz. İslamcı köktencilik bizim şartlarımızla yenilgiye uğratılamaz, onların kökünün kazınması lazım. Onlara önce düşman dememiz, ardından da ona göre adımlar atmamız gerekir.

Bunu düşünebiliyor olmaları son derece fantastik. Geçtiğimiz birkaç yılda özellikle Avrupa’da gelişme kaydettikleri aşikâr. Biraz da bunu konuşalım. Biliyorsunuz bu krizi Avrupa’ya taşıyan Erdoğan rejimi. Başlangıçta Avrupa’da, özellikle Almanya’da birçok Türk vardı; ama Erdoğan ne yaptı? Türkiye üzerinden çok çok daha fazlasını Avrupa’ya yolladı ve Libya gibi yerlerden de diğerlerinin Avrupa’ya akması için şartları uygun hale getirdi. Böylelikle Avrupa’nın nüfus yapısını değiştirme amacı güttü. Şimdi bir de Türklerin Avrupa’ya vizesiz geçişinin sağlanacağına dair söylentiler var. Bunun sonuçları neler olabilir, hele de haberlerde geçtiği gibi 300 bin Suriyeli, Türk vatandaşlığına kabul edilip Avrupa’da seyahat edebilir hale gelirse?
Erdoğan kendisi için bir kazan-kazan durumu yarattı; Avrupa’ya, özellikle de muhtemelen Avrupa’nın en güçlü lideri olan Angela Merkel’e karşı. Öncelikle tüm mültecilerin Afganistan, Irak, Suriye ve diğer yerlerden Türkiye’ye gelmesine izin verdi. Bunlar Müslümanlar. Haberlerde mülteci kadınları ve çocukları gösteriyorlar hep; ama aslında bunların %70-80’i genç bekar erkekler, çoğu da 15-35 yaş arası. (…) Şimdi de Erdoğan Merkel’le bir anlaşma yapıyor; mültecileri kamplarda tutma karşılığında 6 milyar avro ve bütün Avrupa’da vizesiz seyahat hakkı kazanacak. 78-80 milyon Türk var. Bu, Avrupa’ya daha fazla Müslüman sokma noktasında kazan-kazan durumu. Müslümanlar sabırlıdır. Yavaş ama emin şekilde, önce kendi işlerine odaklanacaklar; ama kritik sayıda bir kitleye ulaştıktan sonra talepte bulunmaya başlayacaklar. Şeriat mahkemesi isteriz, helal gıda isteriz diyecekler. Düşünün Almanya’da domuz eti yenemeyecek… Bu çok absürt. Şu anda Almanya’da Müslümanlara saygıdan domuz eti servis etmeyen okullar bile var. Demek istediğim şu, Erdoğan’ın planladığı kazan-kazan durumu. Bu adamın kurnazlığına hayran kalmamak mümkün değil.

Sana göre bu onun uzun vadeli gündemi. Ama söylediğin gibi, ister şiddet kullanan isterse Müslüman Kardeşler gibi daha medeni türden olsun hepsinin gündemi aynı: Allah’ın istediğine inandıkları türden bir devleti kurmak. Bir tür halife altında şeriatın uygulandığı bir dünya… Geçen hafta Türkiye’de yaşanan gelişmeler, İslamcı gündem bağlamında ileriye dönük çok büyük bir adımın işaretine benziyor. Son olarak buna karşı geçmişte görev aldığın Pentagon’un veya Amerikan Başkanının neler yapmasını tavsiye edersin?

Öncelikle orduyu kullanın. Onların üslerini tamamen yok etmeliyiz. Onları küçük düşürmeliyiz, yerin dibine sokmalıyız. Böylelikle bize karşı yapacakları şeylerin bir bedeli olduğunun farkına varmalarını sağlamalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder