10 Ağustos 2016 Çarşamba

G.FRIEDMAN: TÜRKİYE’DEKİ DARBENİN SONRASI


Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


TÜRKİYE’DEKİ DARBENİN SONRASI

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 5.8.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Türkiye’nin durumunu yerli yerince değerlendirmek için darbe teşebbüsü üzerinden yeterince vakit geçti. Şüphe yok ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bu darbeden çok daha güçlü bir pozisyonla çıktı. Darbe ülkeyi bölmek yerine, daha evvel olduğundan çok daha fazla birbirine kenetledi, tabii ki Kürt bölgesi hariç.
Erdoğan askeriyeden eğitime ve medyaya kadar tüm kurumları kendi istediği şekilde yeniden yapılandırıyor. Uzun vadeli hedefleri, diğer bir deyişle Türk kurumlarını yeniden yapılandırırkenki amaçları net değil. Yeniden yapılandırma, tutuklamalar ve işten çıkarmalar onun gücüne güç katacak; ama asıl önemli olan husus onun bu güçle ne yapmaya niyetlendiği.
Geçtiğimiz yıllarda defaatle parmak bastığım noktalarla konuya başlayayım. Bölgede kendini savunabilme yeteneğine ve güç projeksiyonuna sahip dört önemli güç var: Suudi Arabistan, İran, İsrail ve Türkiye. Bu dördü arasından sadece Türkiye bölgeyi şekillendirecek bir büyüklüğe, iktisadi güce ve siyasi nüfuza sahip. Görünüşte İsrail en kuvvetli güç; ama küçük olması, yakın komşularına güç projeksiyonunu sınırlandırıyor. Siyasi nüfuza sahip; ama bir Yahudi devleti olması hasebiyle bu gücü de sınırlı. Suudi Arabistan’ın temel güç kaynağı para; ancak petrol fiyatlarındaki düşüş bu gücüne darbe vurdu. Ordusu ise Yemen’de gördüğümüz üzere yeterince etkin değil. İran ise coğrafyasıyla mukayyet. Zağros Dağlarının batısına büyük çaplı bir askeri güç intikali ve bu gücü burada tutabilme kabiliyeti sınırlı. Sınırlı güce sahip [başka ülkelerdeki] vekilleri üzerinden gücünü kanalize edebilecek durumda sadece.
Bölgede büyük güç olmak için gerekli iktisadi, siyasi ve askeri güce sahip tek ülke Türkiye. Birinci Dünya Savaşı sonrası dönem hariç bin yılı aşkın bir süredir Türkler bölgedeki egemen güçtü. Bugün de bölgenin en büyük askeri ve iktisadi gücü ve dolayısıyla en büyük etkiye onlar sahip olmalı.
Ancak her ne kadar Erdoğan’ın AKP’sinin iktidara gelmesinden bu yana ekonomi çok ciddi bir büyüme kaydetse de gelinen noktada yavaşlamaya başladı. Ordusu Ortadoğu’nun en büyüğü olabilir; ama askeri gücünün önemli bir kısmını doğru düzgün askeri eğitimden geçmemiş kısa dönemlikler oluşturuyor. Ordunun askeri teçhizatı da Soğuk Savaş’tan bu yana fazla gelişmedi ve askeri doktrini de halen güncellenme aşamasında. Türkiye’nin dışişleri bakanlığı ve istihbarat servisi başta olmak üzere diğer kurumlarının da büyük bir güç olmaya ne denli ayak uydurabilecek bir pozisyonda olduğu net değil. Ayrıca hem iç hem de dış siyaset Türkiye’nin seçeneklerini sınırlandırıyor.
Bu yüzden Türkiye, bunun mağlubiyete yol açacağı ve Türklerin gelişimini raydan çıkaracağı bilinciyle aşırı yayılmaktan hep kaçınageldi. Sıfır düşman politikası, bir gerçeklikten ziyade bir hüsnükuruntuydu. Türkiye, sınırları boyunca sınırlı angajman politikasına ve İsrail ile Rusya gibi daha uzak güçlerle daha fazla açılıma yöneldi. Husumetten tarafsızlığa ve ardından sınırlı işbirliğine geçiş ve şartların dayatmasına göre yeniden geriye sarma, aslında kurnazca/ustaca bir politika. Türkiye şimdiye kadar ihtiyatlı bir savunmacı politika izleyegeldi.
Darbe, Erdoğan’a Türkiye’nin kurumlarını daha evvel mümkün olmadığı ölçüde yeniden şekillendirme fırsatı sundu. Darbe öncesi Erdoğan ciddi bir muhalefetle karşılaşıyordu. Darbe, Türkiye’ye bölgede daha fazla manevra alanı açacak şekilde orduyu, istihbaratı ve diğer kurumları yeniden şekillendirme imkanı verdi. Başarısız darbeler tamamen bastırılıp itibarsızlaştırıldığında kurbanlarının gücünü dramatik bir şekilde arttırır. Erdoğan da işte bunun avantajını sürmeye hazır görünüyor. Bu darbeyle birlikte Türkiye’yi bölgede tam kapasite iş tutmaktan alıkoyan sınırlamalar ortadan kalkmaya başlayacak. Şu an için Türkiye, güneyinde devasa bir kaosla, Kafkaslarda belli bir düzeyde istikrarsızlıkla ve Karadeniz’de yeni ortaya çıkan Amerikan-Rus rekabetiyle yüzleşiyor. Rusların Balkanlardaki, özellikle da Sırbistan’daki nüfuzu artıyor. Bölge istikrarsızlıklarla dolu ve Türkiye bunları durdurabilecek güçte değil. İçerideki bu yeniden yapılanma Türkiye’ye bölgede çok daha iddialı bir güç olma kapısını aralıyor.
Son yıllarda Türkiye’nin politikası taktik düzeydeydi. Geniş bir stratejisi olmaksızın ve tehditlere fazlaca maruz kalmaktan kaçınarak tehditten tehdide ve fırsattan fırsata atlıyordu. Mevcut şartlarda genel bir uzlaşma yaklaşımının savunulması gittikçe zorlaşıyor. Güneydeki durumun öngörülemezliği, -her yönden yükselen tehdit ihtimalleriyle birlikte- kontrolü artırma konusu üzerinde düşünmeye zorluyor. Bu bağlamda taktik bir politika milli bir stratejiyle yer değiştirmek zorunda.
Türkiye’nin şu anda önünde üç seçenek var: Birincisi, menfaatlerini kendi kendine hayata geçirmeye çalışmak. İkincisi, bölgenin ortak idaresi için Rusya’yla işbirliğine gitmek. Üçüncüsü de ABD’yle eski ittifakına geri dönmek.
Kendi gücüne dayanmak her daim çekicidir. Ancak Türkiye kurumsal yeniden yapılanma sürecine henüz daha yeni başladı. Tam anlamıyla kendi gücüne dayanan bağımsız bir politika izler hale gelmesi en az on yıl alacaktır. Ve bu noktadan sonra dahi bölgesel askeri güçlerin küresel iktisadi menfaatleri olacağından bu asimetri kendi kontrolleri dışında bağımlılıklar yaratacaktır. Dolayısıyla Türkiye bölgesel anlamda güçlense bile müttefiklere ihtiyaç duyacaktır.
Rusya’yla ittifak makul görünüyor. İdeal strateji, iki zayıf gücün daha kuvvetli bir gücü engellemek için işbirliği yapmasıdır. Vietnam Savaşı’ndan sonra ABD, Sovyetleri engellemek için Çin’le işbirliği yapmıştı. Bu stratejideki tehlike, müttefik güçlerden birinin diğerinden daha zayıf olması veyahut her ikisinin de bir anda ittifak değiştirmesidir. Rusların ABD’ye karşı bir denge kurabilmek için Türkiye’ye muhtaç olduğu çok açık ve Türkiye de aynı amaçla Rusya’yı kullanabilir. Ama eğer ki Rusya, iktisadi problemleri nedeniyle zayıflarsa veyahut Ukrayna konusunda ABD’yle uzlaşırsa bu defa Türkiye yalnız kalabilir.
ABD’yle işbirliğinin problemi ise şu: Aralarındaki güç dengesizliği, Türkiye’yi Amerikan politikalarındaki değişimlere karşı savunmasız/etkilenir hale getirebilir. ABD Türkiye’nin menfaatlerine uygun olmayan stratejiler benimseyebilir ve bunları desteklemesi ve kaynak ayırması için Türkiye’yi zorlayabilir. Rusya Suriye’de Türkiye’nin karşı çıktığı bir politikaya sahip. ABD’nin Suriye politikası ise net değil. Bu bağlamda ABD Rusya’ya kıyasla daha tehlikeli; zira Rusya’nın adımları en azından öngörülebilir. Türkiye’ye göre ABD, bir müttefikin sahip olabileceği en kötü özelliğe sahip: öngörülemez müttefiklik.
Bu hesapta bir unsur daha var. Rusya coğrafi olarak Türkiye’ye yakın, ABD ise çok uzakta. Rusya bölgede Türkiye’nin bir rakibi. ABD’nin ise bölgede yüz yüze olduğu riskler Rusya’nınkinden çok daha az ve dolayısıyla Türkiye için ABD, her türlü çekincesine/zorluğuna rağmen daha güvenli bir seçenek. Geçen yüzyılda Türkiye’nin bir Rus seçeneği vardı; ancak bu seçeneği, coğrafi yakınlık riskleri aşırı derecede arttırdığından hep geri çevirdi. ABD’nin daha az öngörülebilir olması, kaybedeceği şeylerin çok daha az olmasından kaynaklanıyor. Bir de ABD’nin bu darbenin arkasında olup olmadığı sorusu var. Bu sorunun cevabını bilebilecek pozisyonda değilim, her şey mümkündür. Ama çok basit bir nedenden ötürü buna inanmama eğilimindeyim. ABD, Ortadoğu’nun meselelerini bölgesel güçlerin çözmesine imkan vererek bölgeden çekilmeye çalışıyor.
Zayıflayan bir Türkiye, Amerikan menfaatlerine ters düşecektir. Farz edelim ki CIA, Türklerin inandığı kadar parlak zekalı/mükemmelen iş tutuyor; o halde CIA, planlanan darbenin beceriksizlerce sahneye konduğunu ve darbenin başarıya ulaşması halinde ortaya çıkacak tek sonucun da Türkiye’nin kaosa düşmesi olacağını bilmesi gerekmez miydi? ABD artık bölgeden el etek çekmek istiyor ve Türkiye güçlü kuvvetli olmazsa bunu gerçekleştirmesi imkansız. Kaosa düşmüş bir Türkiye ABD’nin en son isteyeceği şeydir. Jeopolitik nedenlerden ötürü ABD’nin bu darbeye sponsorluğu ihtimal dahilinde olamaz ve ayrıca bu, gereksiz bir risk almak demektir. Bana göre Erdoğan’ın zaferi, alternatiflerine kıyasla Amerikan menfaatleri için çok daha uygun.
Hâlihazırda Türkiye, benim yıllar evvel yaptığım tahmin üzere, ikincil bir güçten büyük bir bölgesel güce geçişin taşlarını döşüyor. Bu da Türk siyasi sistemi üzerine aşırı bir baskı yapıyor; öyle ki bu durum, Erdoğan’ın çok daha fazla güç kazanmasına yol açan bir darbeyi dahi tetikledi. Yine ben, önümüzdeki on yıllarda bunun bir çatışmaya yol açacağını da tahmin etmiştim. Ancak gelinen aşamada temel jeopolitik gerçeklik şu ki Türk dış politikasının dayandığı temeller açısından ABD’yle ilişkileri sürdürmek, Rusya’yla ilişkilerden veya bağımsız hareket etmeye çalışmaktan çok daha makul. Dış politika eldeki mevcut seçeneklere göre belirlenir. Türkiye’nin gücü artmakla birlikte henüz yeni seçenekler icat edebilecek bir düzeye erişmedi. Her iki tarafta da aşırı baskılar olacaktır; ama sonunda tahminim o ki Türk-Amerikan ittifakı yeniden ortaya çıkacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder