10 Ağustos 2016 Çarşamba

A.CROOKE: BAŞARISIZ DARBEDE BÜYÜK GÜÇ ETKİSİ


Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


TÜRKİYE’NİN BAŞARISIZ DARBESİNDE BÜYÜK GÜÇ ETKİSİ

Alastair Crooke (İngiliz istihbarat servisi MI6 ve AB diplomasisinde üst düzey görevlerde bulunmuş eski bir casus ve diplomat. Beyrut merkezli Conflicts Forum’un kurucusu ve başkanı. BM Medeniyetler İttifakı Küresel Uzmanlar komitesi üyesi)
Consortium News, 21.7.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz ordu “darbe”si için “Allah’ın lütfu” demesi ve bunun Türk devletinin baştan aşağı tasfiyesi için bir imkan sunması, öyle gelişigüzel/tesadüfi bir şeymiş gibi veya tarihi geçmişi tam olarak anlaşılmadan açıklanamaz. 
Erdoğan’ın “lütuf” iması, 15 Haziran 1826’da dönemin elit askeri kuvveti Yeniçerilerin -padişah II. Mahmud tarafından “isyankarlık” olarak görülen- askeri kalkışması etrafında gelişen “Vaka-i Hayriye”yi hatırlatıyor.
(…) [Crooke, İngiliz The London Times gazetesinin 16 Haziran 1826 tarihli nüshasından Yeniçerilerin isyanına ve devletin buna mukabelesine dair satırları alıntılamış ve ardından şunları yazmış:]
Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” imasıyla ilgili asıl ilginç olan konu şu: Wikipedia’ya göre, “Tarihçiler, II. Mahmud’un bu isyanı bilerek kışkırttığı kanaatinde ve bunu padişahın ‘Yeniçerilere karşı darbesi’ olarak isimlendiriyorlar. Yeniçeri elebaşları idam edildi, mal varlıklarına padişah tarafından el kondu. Genç Yeniçeriler de ya sürgüne yollandı ya da hapsedildi. Binlerce Yeniçeri öldürüldü ve böylece elit düzeni sona erdi.”
Acaba Erdoğan, “Allah’ın lütfu” imasında bulunurken “Gülencileri” Yeniçeriler gibi görüyor olabilir mi?

Faydalı “darbe”
(…)
Özetle ben, [Z.T.K. Türkiye’de de saha uzmanı olarak görev yapmış eski CIA ajanı] Philip Giraldi ve onun “Türkiye gözlemcileri” grubuyla aynı kanaatteyim: Bu darbe aslında bir kurguydu; içinde bir grup Gülenci/Kemalist subay gerçekten de bir çeşit darbe tezgahlamıştı. Muhtemelen de bu darbe bilerek kışkırtılmıştı.
Önde gelen Türk uzmanlarından birine göre “darbe” Türk ordusu içindeki derin bölünmüşlüğün bir yansıması: Tezgâhlayanlar, tamamen Gülenciler ve (laik) Kemalistler değil, aslında ordu içinde Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşıp Rusya-Çin-İran bloğuna kaymasını destekleyen “Avrasyacılar”a karşı koyan “NATO’cular”.
Kısaca, bunu başlatan Fethullah Gülen değildi, Cumhurbaşkanından duyulan hayal kırıklığı “darbe”yi ateşledi. [İttifaklar sisteminde] “Yeniden yönelme/safları belirleme”, tabii ki Rus uçağının düşürülüp pilotlardan birinin Suriye’de öldürülmesine karşı Erdoğan’ın Moskova’ya yolladığı özür mektubuyla başlamıştı.
Öyle veya böyle gerçek her ne olursa olsun, Erdoğan “darbe”nin rüzgarını arkasına aldı (ve Sultan II. Mahmud’u örnek almaya karar vererek) “Allah’ın lütfu” tabirini kullandı. “Darbe”yi tezgahlayanlar çok büyük bir ihtimalle ordudan tasfiye edilmek üzere olduklarının farkındalardı ve bir an evvel harekete geçmeye karar verdiler. Böyle yaparak alelacele ve henüz olgunlaşmamış bir operasyonu ortaya döktüler, sonuçta ne bekledikleri üzere komuta kademesinin ne de laik ve liberal kamuoyunun desteğini alabildiler (aksine “darbe”nin hemen akabinde kamuoyu darbeye karşı Erdoğan’ın yanında durdu)

Erdoğan’ı gizlice uyarma
Erdoğan’ı kim önceden uyarmış olabilir? (…)
(…) [Z.T.K. Darbeye destek vermesi istenen ama Erdoğan’a sadık kalan bazı ordu komutanları ve Rusya ile İran ihtimallerini ele alıyor; ayrıca BAE ile Suudi veliaht prensin darbedeki rolüne değiniyor]
(…) Erdoğan “affedici” değildir ve yeni Yeniçerilere herhangi bir destek işaretini öyle unutup gidecek de değildir. 
Peki o halde Erdoğan, tartışmalara yol açan Rusya ve İran’ yönelme yolunu niçin tercih etti? Bunun birkaç sebebi olabilir: Birincisi, ekonomi “hızla dibe doğru vuruyor”; Erdoğan –ve Rusya’yla aranın bozulması- bunun sorumlusu olarak gösteriliyor. Türkiye’de terörün bir anda yükselişe geçmesi yüzünden de sertçe eleştiriliyor; Erdoğan’ın izlediği Suriye ve PKK karşıtı politika bunun sebebi olarak görülüyor.
Daha stratejik sebep ise Erdoğan’ın ABD’nin önce Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt özerk bölgesi, ardından da Ortadoğu’nun tam kalbinde bir Kürt devleti kurmaya niyetlenmesinden endişe duyması. Bu konuda Ortadoğu’nun her yerinde ABD’nin motivasyonlarından çok derin kuşkular var.
Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesinde Batı’nın beş askeri üs kurma planı da ABD’nin -gerçek anlamda bir “devlet inşası” olmasa bile- küçük bir “özerklik inşası”ndan çok daha fazlasına giriştiği şüphelerini tetikliyor. ABD’nin bu tür bir hesabını durdurmak için Türkiye’nin Moskova, Şam, Bağdat ve Tahran’la bir ortak paydada buluşma çabası anlamlı.
(…)

CIA Komplosu mu?
(…)
O halde ABD darbeye katılmış olabilir mi? Buna ilişkin elde bir kanıt yok; ancak Türk ordusuyla derin bağları bulunan ABD’nin ordu içindeki ihtilafları ve bir “darbe” ihtimalini sezmemiş olmasına inanmak zor. Net bir şekilde Türkiye’nin ABD’yle ilişkiler hızla bozuluyor, tıpkı AB’yle olduğu gibi.
Şimdiye kadar ordudan tasfiye edilenler ve edilecekler Avrupa’nın Türkiye’deki dostları ve irtibat halinde oldukları. Ancak Avrupa, ABD’ye kıyasla bu tasfiyelere karşı daha ihtiyatlı olmalı; zira Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’ye yönelik aşırı bir eleştiriyi Avrupa’ya akacak mültecilere kapıları açarak cezalandıracaktır.
Dışarıda çok az dostu bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatta kalabilmek için stratejik derinliğe ihtiyacı var. Rusya ve İran’la daha yakın ilişkiler kurmak suretiyle bu siyasi stratejik derinliğe kavuşmayı ümit edecektir. İktisadi stratejik derinliğe (turizm ve ticaret) de ihtiyacı var. Türkiye’nin “Türk Akımı” projesiyle Avrupa’ya bir enerji koridoru haline gelerek gelecekte değerli bir ek gelire kavuşması önemli. Bunun için de Türkiye’nin Rusya ve İran’a ihtiyacı var.
Her iki ülke de Türkiye’yle yakınlaşmanın taktik avantajlarından faydalanacaklar, ama ona güven duymayıp dikkatli olacaklar ve Erdoğan’la mesafeyi koruyacaklardır. 
Rusların ve İranlıların zihninde “Acaba Erdoğan jeopolitik anlamda gerçek bir değişim mi yaşıyor?” sorusu dolanıyor olmalı. Erdoğan şu anda hiç şüphesiz çok büyük bir baskı altında ve bir an evvel kartları yeniden karmak için bir şeyler yapma ihtiyacıyla görünüşte Rusya’ya kayıyor olabilir. 
Eski bir Batılı üst düzey yetkilinin bana sorduğu üzere “Acaba bütün bunlar, Erdoğan’ın stratejik yöntem ve hedeflerinde (yani yabancı cihatçıları kullanmak suretiyle Avrupa, Kafkaslar, Rusya, Orta Asya ve Uygur bölgelerinin derinliklerinde bir nüfuz alanı kurarak Türkiye’yi yeni Osmanlıcı küresel bir güç yapma hedefinde) aslında hiçbir sahici değişim olmadığını saklayarak yaptığı sadece taktik manevralar olabilir mi?”
Yayınlanmamış bir rapora göre, birkaç hafta önce Erdoğan, bir an evvel bu bölgelere konuşlandırmak üzere cihatçıların eğitilmesinin hızlandırılması talimatını vermiş. Suriye ve Irak’taki savaş alanında başarılarını ispat eden Kuzey Kafkasyalı, Uygur, Özbek ve Arnavut cihatçılara ve ayrıca Kırım Tararlarına özel bir önem veriliyor.

Jeopolitik yansımalar
Bütün bunlar jeopolitik olarak ne anlam ifade ediyor? Birincisi, kıyafetleri soyulmuş, kalabalıklar tarafından dövülüp tekmelenmiş Türk askerlerinin ve ayrıca elleri bağlı yara bere içindeki ve yüzleri koridor duvarlarına dönük itilip kakılan generallerin fotoğraflarını gören herkes, Türk ordusunun kamuoyu önünde tamamen küçük düşürüldüğünü ve bu aşağılamaların daha da devam edeceğini tahmin edebilir.
Ordu dağılmış ve morali iyice bozulmuş durumda. Keyfi siyasi suçlamalardan duyulan korku kökleştikçe ordu mensupları arasında şek ve şüphe bulaşıcı bir hastalık gibi yayılacaktır. Ordu iç karartıcı bir hale bürünecek/içe çekilecek ve görevlerini ifa ederken kayıtsızca davranacaktır.
NATO’nun da bir aracı olan bölgedeki bu en büyük ordu, birçok açıdan aciz hale getirildi. Eğer ki darbenin dışında kalmayı seçen komutanlar, daha iyisi olmadığı için bunu tercih ettilerse, bunun silahlı kuvvetlere ve güvenlik birimlerine verdiği zarardan dolayı pişmanlık içinde dizlerini dövüyor olmalılar
NATO’nun da bir aracı olan bölgedeki bu en büyük ordu, birçok açıdan aciz hale getirildi. Eğer ki darbenin dışında kalmayı seçen komutanlar, daha iyisi olmadığı için bunu tercih ettilerse, silahlı kuvvetlere ve güvenlik birimlerine verdiği zararı görüp hayıflanıyor olmalılar.
Ve Türk toplumunun önemli bir bölümünü oluşturan laik, Batılı ve liberal kesim şu anda Türkiye’nin, benimsedikleri Avrupa değerlerinden uzaklaşarak İslamcılaşmaya doğru bir başka tarihi adım attığına şahit oluyor. Onlar öfkeli ve yenik düşmüş haldeler – tıpkı kamu hizmetlerinde ve akademide olduğu gibi; ama daha uzun vadede bir fırsat kollayacaklar, Erdoğan’a ve İslamcılara kin ve nefret güdeceklerdir.
Türkiye iyice kutuplaşmış bir toplum (…) ve zorlu ekonomik şartlara doğru sürükleniyor. Önümüzdeki süreçte iş dünyasının iyimserliği zayıflarken borçlar artacak ve yatırımcılar çok daha dikkatli olacaktır.
Erdoğan güçlü mü? Kısa vadede öyle olabilir. Türkiye’yi çoktandır tüm yetkileri ele almış bir sultan gibi kontrol ediyor. Sultan II. Mahmud’la aralarında kurduğumuz paralelliği sürdürürsek, Yeniçerilerin mağlubiyeti de başlangıçta padişahın pozisyonunu güçlendirmişti. Ama “Vaka-i Hayriye”den 5-6 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu gerileyip çözülmeye devam etti.  Erdoğan eğer ki kendi Yeniçeri imasını daha da ileri götürmeye kalkışırsa, işte bu akıbeti unutmamalı.
15 Temmuz “darbe”sinden en fazla faydalanan Suriye [rejimi] olabilir (eğer ki jeopolitik değişim gerçekleşirse). Haberlere bakılırsa Türkiye, ordusunu zaten Irak’ın kuzeyinden ve istihbaratçılarını da Suriye’nin kuzeyinden geri çekti. Bu çekilmenin etkisi, Suriye ordusunun ilerleme kaydetmesiyle Halep’te görülmeye başlandı bile.
Eğer ki Türkiye, Rusların istediği şekilde Suriye’yle sınırını tamamen geçişlere kapatırsa bunun gerek Suriye’deki çatışma gerekse Ortadoğu’daki güç dengesi bağlamında stratejik etkileri olacaktır.
Türkiye’nin sınırlarını isyancılara kapatması, Suudi Arabistan ve İsrail için çok büyük bir yenilgi olarak algılanacaktır. Suriye’de Suudi politikası Türk sınırın kapatılmasıyla felce uğrayacaktır (Güney geçişi, uçsuz bucaksız çöl olduğundan hava saldırılarına karşı oldukça korumasızdır ve zaten Ürdün de çoktandır Suriye’ye fazla angaje olmaktan kaçınmaktadır.)
Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın son aylarda Suriyeli isyancılara yardımları iyice artırması da başarısızlığa uğrayacaktır. Türkiye’deki “darbeciler”e sempati gösterdiği için Kraliyet ailesi içinden şiddetli eleştiriler alması muhtemeldir. Buna karşılık İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’deki nüfuzu artacaktır.
Her ne kadar Rus lider Putin’in, Suriye’de İran nüfuzunun artmasına –İsrail’in tehdit algılamasını dikkate alarak- engel olmaya çalışması ihtimal dahilinde olsa da İsrail’in Hizbullah’a karşı Güney Lübnan ve Golan’daki saldırı riski artacaktır. Zira İsrail tarafı, Golan’a İran birliklerinin yerleşmesinin “harekete geçme”yi gerektiren bir “kırmızı çizgi” olduğunu belirtiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder