11 Temmuz 2016 Pazartesi

D.IGNATIUS: İSLAM DEVLETİ, BATI’DAKİ İSLAMOFOBİYİ KULLANIYOR


İSLAM DEVLETİ, BATI’DAKİ İSLAMOFOBİYİ KENDİ YARARINA KULLANIYOR

David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 2.6.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Batı, İslam Devleti’yle savaşta –önde gelen stratejistlerden birinin ifadesiyle– “otoimmün hastalığı”ndan muzdarip [Z.T.K. yani bağışıklık sisteminin kişinin kendi hücrelerine, dokularına ve organlarına saldırması]. Donald Trump ve onun Avrupalı neo-popülist emsallerinin başı çektiği kendini savunma mekanizmaları, Batı’nın siyasi yapısını zayıflatarak ve cihatçı yangını daha da körükleyerek [kendi kendini vuran] zehirli bir yoğun faaliyete dönüştü.

İngiliz radikallikle mücadele uzmanı David Kenning, bu hafta kendisiyle telefon üzerinden gerçekleştirdiğim mülakatta işte bu provokatif iddiayı ortaya attı. Son dönemde çeşitli Batı yönetimlerinin yaptırdığı araştırmalar da bunu teyit eder nitelikte. Kenning’in yorumları, İslam Devleti’ni bir dini veya ideolojik hareketten ziyade, “mağduriyetin kimlik politikasıyla harekete geçen bir gençler çetesi” olarak gören son dönemdeki yeni analiz dalgasının bir parçası.

Bu şüpheci analistler, İslam Devleti’ne karşı mevcut söylem stratejisinin ters teptiği ve Trump gibi kutuplaştırıcı siyasetçilerin cihatçı etkiyi güçlendirerek en iyi cihatçı devşirme aracına dönüştüğü iddiasındalar. Kenning’e göre İslamofobi, “savunmadaki Müslümanlar” söylemini besleyerek cihatçılara yardımcı oluyor. Zira bu, bir yaralı topluluk hissiyatı yaratıyor, yani şiddet yoluyla intikamı körükleyen bir mağduriyet/mazlumiyet ortak kimliği üretiyor.

(…) Kenning, kendinden menkul hilafetin cazibesinin niçin [toplumdan] yabancılaşmış, ergen üyeler arasında oldukça güçlü olduğunu şöyle açıklıyor:

“İslam Devleti markası mensuplarına bir güç katıyor. Senin bir kurban olduğunu söylüyor ve intikam alma izni veriyor. Sosyal medya üzerinden sana meşhur olmayı teklif ediyor, yani hiçbir şey iken bir şahsiyet kazanma, özne olma fırsatı sunuyor. Teolojik bir argümanın bu akıma karşı bir merhem olacağını düşünen herkes ancak naiftir.”

Trump, cihatçılara karşı kutuplaştırıcı popülist söylemin Amerika’daki en baş örneği; ama toplumsal birlik ve bütünlüğün gerçekten kırılmaya başladığı Avrupa’da da muadilleri var. İngiltere’de “Brexit” kampanyasının bayraktarlarından Nigel Farage, Fransa’da sağcı milliyetçi Marine Le Pen, Hollanda’da Müslüman düşmanı Geert Wilders gibi siyasetçiler, terör ve İslamofobi çifte saldırısıyla sarsılan Avrupa’nın öne çıkan yüzleri.

Kenning ve diğer stratejistlerle birlikte çalışan Ortadoğu merkezli danışma şirketi Lepis Communication, son yayınlarından birinde İslamofobinin niçin cihatçılara yaradığını şöyle açıklıyor: İslamofobi “adam devşirmeyi engellemek yerine bu markaya daha da değer katıyor.”

Lapis, cihatçıların %90’ının 25 yaş altı gençler olduğunu ortaya koyan istatistiklere referansla “Ergen zihin dünyasına odaklanıyoruz” diyor. Bu militan gençler her şeyi siyah-beyaz olarak görmek istiyorlar. Lapis’in iddiasına göre, buna karşı tek panzehir “toplumsal uzlaşma ve hoşgörünün, incelikli düşüncelerin ‘gri’leri”.

Bu bakış açısını paylaşan diğer bir muhalif analist Marc Sageman ise bir psikiyatr ve eski bir CIA istihbaratçısı. Yakında piyasaya çıkacak Terörizmi Yanlış Anlamak (Misunderstanding Terrorism) başlıklı kitabında Sageman, radikalleşme sürecini, bu bir şahsi veya dini değil bir topluluk olgusu sözleriyle açıklıyor.

Sageman’ın varsaydığı cihadi grup, devletin saldırısına uğrayan ve toplum kutuplaştıkça radikal ve şiddet yanlısı hale bürünen bir siyasal protesto topluluğundan ortaya çıkıyor. Sageman, modelinin, üzerinde çalıştığı son iki yüzyıldır yaşanan 34 siyasi şiddet dalgasının %80’inden fazlasını açıkladığını söylüyor. Bu, yeterince basit bir olgu: İnsanlar kendi topluluklarının dışlandığını ve saldırı altında olduğunu hissettiklerinde şiddete tevessül ederler.

Peki, İslam Devleti’ne en iyi karşı koyma politikası nedir? Her iki analiste de bu soruyu sordum. Ortak temaları şu: Radikallikle mücadele kampanyaları, “Batı’ya yönelik ürkütücü Müslüman tehdit” muamelesiyle cihatçıların rüyalarını beslemeyi durdurmalı. Bu tarz söylemler sadece ve sadece cihatçıların ekmeğine yağ sürüp onları daha da motive ediyor.

Lapis’e göre “radikal İslam bir sebep değil, bir mazeret”. Kenning de tecrit ve mağdur edilen Müslüman topluluk duygusunu besleyen bu mesaj “Batı’da olabilecek en feci şey” diyor. Ona göre, İslam Devleti’nin stratejisini yenmenin en iyi yolu dünyadaki Trumpların çenelerini kapamaları. Eğer bunu yaparlarsa hilafetin enerjisi hızla tükenecektir.

Kenning diyor ki “Yönetimde berbatlar… Sokaklarındakilerin dediklerine göre hilafetleri sıkıcı”. Ve kontrolleri altındaki bölgeler bugünlerde tehlikeli bir yere de dönüştü. Ona göre, İslam Devleti’ni yavaş yavaş parçalamak için en iyi yaklaşım, bayrağı altında savaşanlar arasındaki mevcut fay hatlarını harekete geçirmek.


Sageman’a göre, İslam Devleti “muhayyel cemaati” göründüğünden çok daha zayıf. Paradoksal biçimde ona güç katan şey Batı’daki korku ve nefret. Şüphesiz İslam Devleti güvenliğimize yönelik bir tehdit, ama aynı zamanda Trump ve onun sevgili Müslüman düşmanlarının da bir yansıması.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder