5 Haziran 2016 Pazar

J.SMITH - BÖLGESEL ÇATIŞMA İHTİMALİ


BÖLGESEL ÇATIŞMA İHTİMALİ

James B. Smith (ABD’nin eski Suudi Arabistan büyükelçisi)
The Cipher Brief, 7.2.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

1979 yılı, Amerikalıların çoğu tarafından Tahran’daki ABD büyükelçiliğinin ele geçirilmesiyle hatırlanır. O yıl bölge halkı için bir dönüm noktasıydı. İran’da İslamcı bir hükümet kurulurken Mekke’de de Cüheyman öncülüğünde bir grup radikal Kâbe’yi işgal etti. Bu iki olay, bölgede gelecek 35 yılı ve daha da ötesini şekillendirecekti. [Z.T.K. 1979 yılı daha birçok açıdan dönüm noktası: Ocak ayında İran Devrimi yaşanıyor, martta Mısır-İsrail arasında barış anlaşması imzalanıyor, temmuzda cumhurbaşkanı yardımcısı olan Saddam Hüseyin –kendi akrabası olan– cumhurbaşkanını devirip yerine geçiyor, aralık ayında da hem SSCB Afganistan’ı işgal ediyor, hem de Suudi Arabistan’da Cüheyman ve ekibinin Kâbe baskını ile Doğu Vilayetinde Şiilerin ayaklanması yaşanıyor. (Tabii bir sene sonra Türkiye’deki 1980 darbesi de bu süreçten bağımsız okunamaz.) Ve böylece bölgesel sistem değişerek bugüne kadar gelen sürecin önemli bir dönüm noktası oluyor.]

1979’dan itibaren İran bölgede istikrarsızlaştırıcı bir politika benimsedi. Siyasi hedefi belliydi: Komşular zayıf kaldığı sürece İran’ın liderleri ülke içindeki istikrarı garanti altına alabilirdi. Taktikleri, mezhep çatışmalarına odaklanmak ve Lübnan’da Hizbullah’ı, Gazze’de Hamas’ı, Yemen’de Husi isyancıları ve Bahreyn ile Suud’un Doğu Vilayeti’nde muhalifleri desteklemek oldu.

Bugünü farklı kılan ise Arap devletlerinin, ABD’nin artık bölgede liderlik rolü oynamaya isteksiz olduğu yönündeki algılamaları ve bu çerçevede Suudi Arabistan öncülüğünde bölgede kendi çıkarlarını savunmak adına daha aktif bir rol üstlenmeleri gerektiğini düşünmeleri. Yemen operasyonu aslında bir Arap koalisyonu. (…)
(…)
İran Nükleer Anlaşması şüphesiz bölgedeki endişeyi körüklüyor. Sünni çoğunluklu ülkeler için nükleer mesele değil, İran’ın istikrarsızlaştırma stratejisi temel endişe kaynağı olageldi. Onlara göre Batı, nükleer meseleyi [bir araç değil, başlı başına] bir amaç olarak görüyor. Anlaşma yürürlüğe girdikten sonra Batı, bölgeye sırtını dönerek İran’ın diğer Arap ülkelerinin işlerine burnunu sokmayı sürdürmesine fırsat verecek. İşte bu endişe, sadece Suudi Arabistan’ın değil, diğer Arap ülkelerinin de çok daha saldırgan bir politika izlemesine katkı sağlıyor.

Birçokları son olayların daha geniş bir çatışmaya yol açacağını düşünüyor. “Ağustos Silahları” senaryosu [Z.T.K. yani Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarına odaklanan ve savaşa yol açan sebepleri irdeleyen Barbara W. Tuchman’ın kitabının adı] ihtimali mümkün olsa da (çatışmalar çoğunlukla nevi şahsına münhasırdır) bu, gerginliğin yavaş yavaş ve içten içe kaynamaya devam etmesi ihtimalinden daha düşük. Birincisi, iki ordunun –karşı tarafın hamle yapmasını beklemek suretiyle– nerede karşı karşıya geleceği konusundan bir senaryomuz yok. İkincisi, her iki ülkenin de halkı hükümetlerini çatışmaya zorlamıyor. Bu yazıyı Riyad’dan kaleme aldığımdan burada işler her zamanki gibi, normal görünüyor. Tahran’dan yeni dönen bir arkadaşım, İran’da insanların siyaset değil, tamamen yaptırımlardan kurtulmayı konuştuklarını anlattı. Üçüncüsü, tırmanmayı engellemek için araya girmeye istekli birçok taraf var. Sonuncusu, İran ile Suudi Arabistan, iki ülkeyi birbirine yaklaştıracak birçok ortak çıkar ve meydan okumayı da paylaşıyor.

Bu tehditlerden biri IŞİD ve eğer ki İran’la Suud birlikte hareket etmezlerse bu tehdide karşı etkili bir strateji yürütülemez. İkincisi, eğer birbirileriyle görüşmezlerse Suriye’de bir geçiş süreci gerçekleşemez. Sonuncusu, hac ve umre ziyaretlerinin devam etmesi için iki ülke diplomatik ilişkilerinin kesilmemesi lazım. Bu ortak endişeler tırmanmayı engelleyecektir.


Son birkaç yıldır dış politika uzmanları için kilit meydan okuma, “Nasıl bir Ortadoğu?” temel sorusuna cevap bulmak için Tahran ile Riyad’ı bir araya getirmenin bir yolunu aramak oldu. Geçtiğimiz onlarca yıldır bölgedeki mücadele Batı ile İslam arasında bir çatışma olarak sunuldu. Acı gerçek ise yüz binlerce Müslüman’ın yine Müslüman kardeşleri tarafından katlediliyor olması. İşte bu, bölgedekilerin halletmesi gereken bir meydan okuma. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder