30 Nisan 2016 Cumartesi

G.FRIEDMAN - ABD VE İSRAİL UZAKLAŞIYOR


ABD VE İSRAİL BİRBİRİNDEN UZAKLAŞIYOR

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 9.3.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden, Amerikan-İsrail ilişkilerinde yeni bir anlamsız krizin akabinde 8 Mart’ta İsrail’e gitti. Diplomatik çevreler, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun, sadece [kendisine gelen] Washington’a ziyaret davetini geri çevirmekle kalmayıp, üstelik bir de Beyaz Saray’ı resmen bilgilendirmeden evvel kararını basına sızdırması karşısında oldukça heyecanlılar. Amerikan-İsrail ilişkileri duayenlerine göre bu, Netanyahu ile Amerikan Başkanı Barack Obama arasındaki derin karşılıklı antipatiden kaynaklanıyor ve bu antipati Amerikan-İsrail ilişkilerini yönlendiriyor.

İki lider birbirine antipati duyuyor olabilir. Bu sızdırma, Netanyahu’nun kasıtlı bir hakareti olabileceği gibi, –tıpkı ABD’deki gibi– İsrail’de de yaygın olan tipik bir sızıntı da olabilir. İşin aslı hangisi olursa olsun, Amerikan-İsrail ilişkilerini yönlendiren bu değil; [gerek Amerika’da gerekse İsrail’de yönetimin değişmesi halinde gelecek] yeni başkan ve başbakan da, birbirlerini sevseler dahi aynı gerilimlerle yüzleşecekler. [Zira bu,] şahsi bir gerilim değil, Amerikan ve İsrail menfaatlerdeki temel değişimlerden kaynaklanıyor.

Şunu hatırlamakta fayda var: ABD ve İsrail 1967 Savaşı öncesine kadar birbirine yakın değildi. İsrail’in silahlarının ekseriyetini temin eden Fransa’ydı ve ABD’nin sağladığı silah neredeyse yok gibiydi. 1967 Savaşı’yla Fransa’nın İsrail’le ilişkilerini kesmesinden sonra ABD İsrail’in başlıca bağışçısı/destekçisi konumuna yükseldi. Ve İsrail’e yüklü miktarda [Amerikan] silahı ve yardım akışı da ancak İsrail, Suriye ve Mısır arasındaki 1973 Savaşı’ndan sonradır. Buna dikkat çekmekteki amacım, İsrail ile ABD arasındaki can ciğer ilişkilerin İsrail tarihinin ilk 25 yılında var olmadığını açıklığa kavuşturmaktır. Bu ilişki verili bir ilişki değildir, dolayısıyla yıpranması da sürpriz olmamalıdır.

İlişkinin iki veçhesi vardı: İsrail’in kendi mali ve endüstriyel kapasitesini aşacak derecede güvenlik ihtiyaçları sözkonusuydu. Kendisini ancak milli güvenliğini sağlama alan bir büyük güçle savunur hale gelebilirdi. Böyle bir gücü yanına çekebilmesi için de İsrail’in, hem söz konusu büyük güce bir faydası dokunmaya hem de dış politikasına büyük gücün menfaatlerine de uyacak şekilde çekidüzen vermeye hazırlıklı olmalıydı. 1967’ye kadar Fransa İsrail’e önem verdi; ama bu savaş Fransa’nın menfaatlerine hizmet etmediği için bu tarihten sonra ilişkileri kesti. Bundan sonra İsrail’in dış politikası, ABD için önem arz edecek ve onunla müttefik olacak şekilde inşa edildi.

İsrail’in Amerikan menfaatlerine uygun bir stratejik değer olarak öne çıkması, aslında Soğuk Savaş’ın akışındaki şu büyük değişime kadar gerçekleşmedi: 1960’ların ortalarında Suriye ve Irak’ta Sovyet yanlısı askeri darbeler yaşandı. Bölgede ABD’nin kritik müttefiki olan Türkiye kuzeyden Sovyetlerin baskısı altındaydı. Eğer [Sovyet] baskı[sı] güneyden de gelirse Türkiye [Sovyetlere] boyun eğmek zorunda kalabilirdi. İran Iraklıları kıstırma görevini üstlenirken İsrail de bir yandan Suriyelileri kıstırıyor diğer yandan Sovyetlere yakın Mısır’a yönelik stratejik bir tehdit hizmeti görüyordu. Bu şartlar altında İsrail’e yardım bir bakıma Amerikan milli güvenliğine de yatırım anlamına geliyordu. İsrail, Ortadoğu’daki Amerikan stratejisinin temeli olan Şah’ın İran’ıyla birlikte,  Sovyetlerin elindeki değerleri maliyeti düşük bir şekilde tehdit ediyordu.

Soğuk Savaş 25 yıl evvel sona erdi ve bundan sonraki süreçte büyük ölçüde [Amerikan-İsrail] ilişkileri devam etti. Bu kısmen alışkanlıktan, kısmen paylaştıkları diğer ortak menfaatlerden dolayıydı. Ancak geçen on yılda stratejik ilişkilerin temelleri giderek zayıfladı ve zayıfladıkça karşılıklı memnuniyetsizliğin davul sesleri biteviye çalmaya başladı.

İsrail zaviyesinden bakıldığında, milli güvenliğini sağlama alacak bir büyük güce artık ihtiyaç duymuyor. Mısır resmen tarafsız pozisyonda ve bir dizi güvenlik meselesinde İsrail’le işbirliği içinde. Suriye kaosla boğuşuyor. İsrail’in Ürdün’le yakın ilişkileri sözkonusu. Hatta Hizbullah’ın bile Suriye’de, İsrail’le savaşmaktan çok daha büyük kaygıları var. İsrail’in İran’da soyut/farazi bir düşmanı var, ama o da hem çok uzakta hem de nükleer kapasitesi nihayetinde hala teorik bir düzeyde. Stratejik tehdidin azalmasıyla birlikte artık İsrail’in eskisi kadar ABD’ye ihtiyacı yok. Geçmişe kıyasla ABD’nin yardımları, İsrail GSYH’nin çok küçük bir oranına tekabül ediyor. Ama İsrail ABD’yle bağları koparmak istemiyor. ABD hala değerli, ama Amerikan dış politikasında İsrail’i bünyesinde tutmasına imkan verecek denli değil.

ABD’nin de bölgedeki menfaatleri değişti. Irak tecrübesi ABD’ye öğretti ki hasım bir devleti işgal etmek zordur, pahalıdır ve sonunda temel hedeflere ulaşılamayabilir. ABD Irak’ı terörizmle savaş için bir fırsat olarak görmüştü. Ama Irak’ı huzura kavuşturamadı, başarılı olsaydı dahi İslami terörizmin ortadan kalkma ihtimali yoktu.

Yine ABD anladı ki devasa bir askeri güce başvurmadan gerek İslam Devleti’ni mağlup etme gerekse ardından ortaya çıkacak direnişi kazanma ihtimali, en iyi durumda dahi pek mümkün değil ve muhtemelen de imkânsız.

Bu yüzden ABD, Ortadoğu’nun akışını kendi haline bırakabilir veya bölgedeki büyük güçlerle –İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail’le– ilişkiler üzerinden bu akışı yönetmeye çalışabilir. İran zaten, tıpkı ABD gibi, Bağdat rejimine destek vererek Irak’a angaje olmuş durumda. Suudi Arabistan petrol fiyatlarının çöküşüyle birlikte iyice zayıflamış halde. Türkiye daha ziyade Kürtlere odaklanıyor ve İslam Devleti’yle savaşın maliyeti altına girmekte pek de istekli değil. 160 bin kişilik İsrail ordusunun küçük bir kısmı muharip birlik. Yedek birlikleri oldukça büyük olsa da her yedek birlik gibi kalitesi oldukça değişken. Ayrıca İsrail, İslam Devleti’nden de epeyce uzakta ve böyle bir mesafede uzunca bir süre askeri birliklerini tutmak için lojistik imkânı da sınırlı.

Eğer ki ABD bölgeyi kendi kaderine terk etmeye karar verirse İsrail’in stratejik değeri çok büyük ölçüde azalacaktır. Eğer ABD savaşın yükünü paylaşmaya hazır diğer devletlerle bir koalisyon oluşturmaya karar verirse, bu durumda İsrail’in böyle bir kuvvetle askeri bağlantısı asgari düzeyde olacak, [hatta bunun önünde] siyasi bir engel teşkil edecektir. İsrail’in varlığı ABD’nin inşa etmeye çalıştığı her türlü koalisyona zarar verecektir. Suudi Arabistan büyük bir askeri güç değil, bu da demek oluyor ki ABD’nin ana odağı Türkiye ve İran olacaktır. Ve bu da bizi geri çekilmeyi yeniden düşünmeye sevk etmektedir.

İsrail, bu savaşa dahil olmayı tercih etse dahi, ABD’nin yerini tutan/vekil bir güç olamaz. Soğuk Savaş’ta değeri paha biçilemezken bu savaştaki etkisi önemsizden olumsuza kayacak. Bu yüzden İsrail’in bazı adımlarına karşı Amerikan müsamahasının asgari düzeye inmesi hiç de sürpriz değil. Öte yandan İsrail bölgesel güçlerce tehdit edilmiyor ve şimdilik büyük bir gücün himayesine de bağımlı değil. Artık ABD’ye eskiden olduğu kadar ihtiyaç duymuyor. ABD bir sigorta poliçesi, ama yüksek sigorta primini de üstlenemez.

Obama ile Netanyahu’nun şahsi ilişkilerine odaklanmak önemli noktanın gözden kaçırılmasına yol açıyor. [İki ülke arasındaki] gerilim değişen milli menfaatlerden kaynaklanıyor. Menfaatler farklılaştıkça her iki tarafta da muhtelif taleplere müsamaha giderek azalıyor. Azaldıkça da ilişkilerin arka planında gürültü patırtı cereyan ediyor; ama sadece arka plan gürültüsü... Asıl olaylar ise sessiz sedasız gerçekleşiyor, ama herkesin gözleri önünde. İsrail ile ABD, ihtiyaç duyduklarında birbirine yakınlaştılar ve göze alabildiklerinde de birbirinden uzaklaşıyorlar. Bu onların düşman olduğu anlamına gelmez. Ama bundan sonra dost da değiller. Devletlerin kalıcı dostları da kalcı düşmanları da yoktur. Sadece menfaatler bakidir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder