15 Mart 2016 Salı

R.HAASS - AVRUPA’NIN KUSURSUZ FIRTINASINI İDARE ETMEK



AVRUPA’NIN KUSURSUZ FIRTINASINI İDARE ETMEK
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış İlişkiler Konseyi başkanı)
Project Syndicate, 2.10.2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Çinliler hep Çincede kriz ve fırsat kelimelerinin tek bir karakter [aynı] olduğunu söylerler. Kriz ile fırsatın çoğunlukla el ele gittiği doğru olmakla birlikte Avrupa’nın mevcut şartlarını bir fırsat olarak görmek zor.
Avrupa’nın karşı karşıya olduğu mevcut durumun çok zor/çetrefilli olmasının nedenlerinden biri hiç beklenmedik olmasından kaynaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin üzerinden 70 yıl, Soğuk Savaş’ın bitmesinin üzerinden çeyrek yüzyıl ve Balkan Savaşlarının üzerinden de yaklaşık 20 yıl geçti ve bir anda Avrupa’nın siyasi, iktisadi ve stratejik geleceği, sadece bir yıl evvel tahmin edilenden çok daha fazla belirsiz gibi görünüyor.
Endişelenmek için bir neden daha var: Avrupa sadece tek bir krizle değil, birçok krizlerle yüz yüze. Bunlardan ilki ekonomik: Sadece mevcut büyümenin yavaşlaması realitesi değil, ama her şeyden evvel iş dünyasında çoğunlukla yatırımdan ve işe alımdan vazgeçirten politikalar yüzünden süresiz olarak yavaş büyüme beklentisinin artması. Avrupa kıtasında hem sağ hem de sol kanattan popülist siyasi partilerin yükselişi halkın hayal kırıklığının ve korkularının bir kanıtı.
Avrupa’nın ekonomisiyle ilgili işleri daha da kötüleştiren şey, onlarca yıl evvel ortak bir mali politika olmaksızın ortak paranın tedavüle sokulması oldu. Birçok ülkede mali disiplin ortadan kalktı; Yunanistan en yakın [dönemdeki] kazazede, ama sonuncusuymuş gibi de görünmüyor.
İkinci kriz Rusya’nın Ukrayna’daki adımlarından kaynaklanıyor. Rusya Kırım’dan vazgeçecek gibi görünmüyor ve Ukrayna’nın doğusu ile Baltık ülkelerindeki niyetlerine dair sorular giderek artıyor. Sonuç olarak, savunma harcamalarının az olduğu ve askeri müdahale için halk desteğinin büyük ölçüde bulunmadığı bir dönemde jeopolitik Avrupa’ya geri dönmüş oldu.
Üçüncü ve en ivedi kriz, Ortadoğu ve diğer bölgelerden kitlesel mülteci akınından kaynaklanıyor. İnsan akışı AB üyeleri arasında yeni çatlaklara yol açıyor ve uzun süredir AB’nin özünü oluşturan açık sınırlar ve hareket serbestisi prensibi konusunda sorular giderek artıyor.
Almanya ve birkaç ülke, hayranlık verse de sürdürülebilir olmayan bir şekilde bu meydan okuma karşısında sorumluluk almaya gönüllü oldu. Günlük yaklaşık 8000 mülteci –modern dönem Volkerwanderung’ı-, kısmen ülkelerindeki zor şartlardan kısmen de Almanya’nın onları ülkesine almakta istekli olmasından dolayı Almanya’ya giriyor. Bu sayıda bir kitlenin bakımı, işe alımı ve entegrasyonu kısa bir süre sonra fiziksel kapasitenin, mali kaynakların ve halkın hoşgörüsünün sınırlarını aşacak. Aşikar ki eğer kamu politikası, mülteci krizinin sebeplerine değil de sonuçlarına odaklanırsa başarılı olamaz. Etkisi en olumlu olacak değişim, Şam’da Suriye halkının büyük bir kısmı için kabul edilebilir ve ABD ve Avrupa için de tatmin edici bir ortak olacak yeni bir yönetimin ortaya çıkması. Maalesef ki bu ancak İran ve Rusya’nın desteği/teşviki/lütfuyla gerçekleşebilir ki onlar da Esed’in gitmesi için çalışma değil, ona desteği artırma eğiliminde.
Öte yandan diğer adımlar durumu iyileştirecektir. Çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapan Avrupa ve Ortadoğu’daki ülkelere uluslararası mali desteği artırmak bunlardan biri. İdeal olarak böyle bir destek, daha fazla ülkeyi Almanya örneğini takip etme konusunda ikna edecektir.
Diğer bir işe yarar gelişme, Suriye içinde insanların güvenli şekilde bir araya gelebileceği yerleşim alanları oluşturmak. Bu ise ABD ve diğerlerinin askeri desteğiyle Kürt güçlerden veya seçilmiş Arap aşiretlerinden yerel yardım almayı gerektiriyor.
Gerek Suriye’ye cihatçıların gerekse kuzeye [Avrupa’ya] doğru mültecilerin akışını azaltmak için Türkiye’yle yeni bir kapsamlı anlaşma yapmak da gerekiyor. Kriz geçene kadar Türkiye’nin Avrupa’yla uzun vadeli ilişkileri meselesi bir kenara bırakılarak, sınırlarında daha sıkı denetim karşılığında Türkiye’ye mali ve askeri yardım yapılacaktır.
ABD’nin yardım konusunda özel bir yükümlülüğü söz konusu. Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun diğer yerlerinde hem yaptıklarıyla hem de yapmayı başaramadıklarıyla Amerikan dış politikasının mülteci kaçışına yol açan sonuçlarda sorumluluğu var.
ABD’nin aynı zamanda krizle boğuşan Almanya ve Avrupa’ya yardım noktasında stratejik çıkarı var. Avrupa hala dünya ekonomisinin dörtte birini elinde tutuyor ve ABD’nin de en baş jeopolitik ortağı. Ekonomi ve güvenlik alanındaki meydan okumaların yanı sıra nüfus açısından da meydan okumalarla yüzleşen Avrupa’nın etkili bir müttefik olmaya ne gücü ne de isteği kalacaktır.
Bütün bunların arasında zaman her şeyin özüdür. Avrupa, bilhassa da Almanya statükoyu sürdüremez. Suriye sorununa çözümü beklemek bir cevap değildir; daha küçük adımlar Avrupa’nın çıkmazını çözemeyecek olsa da onu yönetilebilir hale getirebilir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder