15 Mart 2016 Salı

R.HAASS - AMERİKAN DIŞ POLİTİKASI KARGAŞA İÇİNDE




AMERİKAN DIŞ POLİTİKASI: SIKINTILI BİR KARGAŞA İÇİNDE
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış İlişkiler Konseyi başkanı)
American Interest, 20.4.2014

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Amerikan dış politikası sıkıntılı bir kargaşa içinde. Sonuç, düzenin tesisinde –diğer ülkelerin gerekli güce ve istekliliğe sahip olmamasından dolayı büyük ölçüde ABD’ye bağımlı olan dünya için hiç de iyi olmayan bir haber. Ve bu, sınırları ötesindeki gelişmelerden kendisini tecrit edemeyen/ayrı tutamayan ABD için de kötü.
Nasıl ki başarının babası çok olursa kargaşanın da öyle. Bush yönetimi, Irak’ta altından kalkamayacağı bir işi sırtladı ve (Merkez Bankası ve Kongre’yle birlikte) 2008 finansal krizine giden süreçte finansal sektörü yeterince regüle edilmedi. Kongre de (yatırım ve harcama arasında bir ayrım yapmayan) kamulaştırma/haczetme/el koymadan, hükümet çalışmalarının askıya alınarak tüm zorunlu olmayan federal hizmetlerin sonlandırılmasından, borçları zamanında ödenememesinden, göçmen sisteminin reformunda ve altyapının modernizasyonunda tekrar eden başarısızlıklardan da sorumlu tutulmalı. Bütün bunlar ABD’nin iktisadi gücünü zayıflatarak güvenirliğine ve yeteneklerine dair itibarını ciddi bir şekilde sarstı.
Buna rağmen Obama yönetimi, yanlış giden şeyler konusunda kendi sorumluluğundan kaçamaz. Tıpkı önceki yönetim ve Kongre gibi bu dönemdeki sıkıntıların çoğunu [Obama yönetimi] kendi kendine yaptı. Obama yönetiminin sıkıntılarıyla ilgili tuhaf olan şu ki bunlar bizzat kendisinin ilan ettiği/inandığı dünya yaklaşımıyla tutarsızlık içinde. Obama yönetiminin ilk döneminde geliştirdiği ve ilan ettiği üzere, ABD’nin dünyada ne yapması gerektiğine dair faydalı bir pusula niteliğinde kavramsal bir çerçevesi var. Eksik olan şey, bu pusulayla tutarlı bir dış politikanın uygulanmasını sağlamak için gerekli olan taahhüt ve disiplin.
Amerikan dış politikasının dayandığı kavram, “[Asya’ya] kayış” veya “yeniden dengeleme”; buna göre ABD Ortadoğu’ya vurguyu azaltarak Asya’ya odaklanmalı. Bu değişimin gerekçesi de şuydu: ABD’nin bu yüzyıla egemen olması muhtemel birçok ülkeye ev sahipliği yapan Asya-Pasifik bölgesinde çok büyük çıkarları söz konusu. Yine bu bölge, ABD’nin birçok resmi yükümlüğü hesaba katacağı bir alan. Endişe verici haber, bölgenin istikrarının giderek belirsizleşmesi; rahatlatıcı haber ise, ABD’nin burada çıkarlarını savunacak ve ilerletecek (diplomatik, ekonomik ve askeri) araçlara sahip olması.
Ortadoğu’ya gelince, büyük bir gücün bulunmadığı bu bölgenin dünyanın geleceğini belirleme ihtimali çok daha düşük. Üstelik Amerikan dış politikasının araçları, eğer hedef yerel siyasi sistemi yeniden şekillendirmek ise etkili olamaz. ABD[nin elindeki araçlar]  hükümetlerin -ülke içindeki davranışlarına kıyasla- sınırlarının ötesindeki siyasetlerini [yani dış politikayı] şekillendirmeye daha elverişli.
Peki, eğer strateji doğruysa mesele nedir? (…) dış politikanın %80’i uygulamadadır. (…) Mesele, [Asya’ya] kayış veya yeniden dengelemede değil, bunu pek de kaale almayan dış politikadır.
Bu yargı tuhaf gelebilir, zira ilk bakışta Obama yönetimi Ortadoğu’dan uzaklaşıyor gibi görünüyor. Irak’ta artık sahada çarpışan herhangi bir askeri güç yok ve (şu anda 40.000’in altına inmiş durumdaki) Afganistan’daki askeri personel sayısı [ileride] 10.000’e veya daha da altına inecek. Bölgenin diğer yerlerine gelince, Obama yönetimi -Kaddafi’nin devrilmesi sürecinde “muharebe alanına kara gücü” yollamaktan kaçınarak- kendisini Libya’da geriden yönetmekle sınırlandırdı. Suriye’deki savaştan büyük ölçüde uzak kaldı, “ılımlı” muhalifleri fazla silahlandırmaktan imtina ederek ve Esed yönetimi kimyasal silah kullanmak suretiyle “kırmızı çizgiler”e meydan okusa da askeri güç kullanımından geri adım atarak.
Ancak bir problem var. Amerikan yönetimi askeri bakımdan bölgede az şey yapsa da siyaseten hırsı/iddialı politikaları sürdürüyor. Obama yönetiminin Ortadoğu’daki dış politikasında olağan/varsayılan seçenek, -otoriter rejimlere defalarca yaptığı iktidarı bırakma çağrısıyla tutarlı bir şekilde- rejim değişimi gibi görünüyor. Önce Mısır’da Mübarek, ardından Libya’da Kaddafi ve sonra da Suriye’de Esed…
Tarihin müteaddit defalar gösterdiği üzere, bir lideri kovmak zor olabilir; bunun zor olmadığı hallerde ise Amerikan tercihleri için uygun olan istikrarlı, alternatif bir yönetimin gelmesine yardımcı olmak katbekat zor olabilir. Sonuç itibarıyla ABD sıklıkla kendisini nahoş bir tercihle yüz yüze buluyor: ya ilan ettiği hedeflerinden vazgeçmelidir –ki bu, kendisini zayıf/sorumsuz gibi gösterecek ve [kendisine karşı] yaygın bir meydan okumayı cesaretlendirecektir– ya da söz konusu hedeflerini yerine getirmelidir – ki bu da cana/kana, paraya ve zamana devasa yatırımı gerektirecek ve sonuç itibarıyla kendi çıkarlarını veya [hedeflerin] sonuçlarını nadiren meşrulaştıracaktır.
Irak veya Afganistan’da olduğu gibi, uzun vadeli, geniş çaplı bir [askeri] konuşlanmaya yol açacak herhangi bir şeyden sakınan Obama yönetimi, büyük ölçüde ilk seçeneği tercih ediyor. Bunun berbat bir örneği işte Suriye’dir. (…) Sonuç şudur: Esed gitmedi ve Amerikan perspektifine göre başat muhalefet ondan daha kötü; ABD’nin cihatçılara karşı kabul edilebilir muhalif unsurları desteklerken, Esed’i tolere etme acı ilacını yutması an meselesidir. Sahadaki gerçeklikleri göz ardı ederek uzlaşma çabaları pek de bir meyve vermeyecektir.
Bu arada Libya giderek daha fazla hükümet kontrolünden çıkıp milislerin ve teröristlerin kontrolüne giriyor. Mısır’da ABD hem seküler kesimleri hem de Müslüman Kardeşleri destekleyenleri kendisine yabancılaştırdı. Günümüz Mısır’ı kutuplaşmış durumda ve şiddet artmakta. Bölgenin ikinci en çalkantılı ülkesine dönen Irak’ta da benzer bir durum söz konusu ve ABD’nin on yıl süren maliyetli işgaline rağmen ülkedeki etkisi hala az. Teröristler geçmişe kıyasla bölgede artık daha fazla tutunmuş durumda. Ürdün mülteciler yüzünden mahvolma tehlikesiyle karşı karşıya; sadece Tunus daha iyi görünüyor ki o da şüpheli.
(…) rejimleri devirmek maliyetli olabilir (ki Suriye bunun baş örneği) ve bunu meşrulaştırmak için çok daha iyisini yerine ikame etmeye kalkışmak çok daha maliyetlidir (ve hatta bazen imkansızdır). (…) Ayrıca otoriter sistemlerin tedrici ve barışçıl bir şekilde reformu, daha az maliyetli ve açık toplumla sonuçlanma ihtimali daha fazla olmakla kalmayıp, karmaşa ve ölümle sonuçlanma ihtimalinin de daha az olduğuna dair yeterince kanıt söz konusudur. (…)
İsrail-Filistin çatışmasının çözümü için olağanüstü taahhütlerde bulunmayı da meşrulaştırmak zor. (…) İsrail-Filistin ihtilafının artık Ortadoğu’da merkezi bir yer iştigal etmediğini, (…)bölgeselden ziyade yerel bir ihtilafa dönüştüğünü kabul etmek lazım.
Obama yönetiminin bölgede enerjik bir şekilde peşinden koştuğu diğer bir taahhüt (…) İran’la nükleer anlaşma. İran’a karşı yaptırımları daha da artırarak nükleer bir anlaşmayı Tahran’ın da çıkarına bir hale getirmesi takdire şayan. (…)
(…) Asya’da yapılabilecek daha çok şey var. Düzenli istişareler Çin, Japonya ve Güney Kore’nin dahil olduğu bölgesel güçlerle yürütülüyor. Milliyetçiliğin ve rekabetin arttığı, ancak diplomatik kanalların veya kurumların az olduğu bu bölgede hem kriz önlenmesine hem de kriz yönetimine ihtiyaç var; aynı zamanda bütünleşmiş bir Kore Yarımadasına geçiş planlarına da. ABD’nin uzunca bir süredir söz verdiği bölgede hava ve deniz gücünde artırıma gitme kararının artık hayata geçirilmesi gerekiyor.
Ancak maalesef şimdiye kadar hemen hiçbir üst düzey yetkili –bölgesel ticaret paktı dışında- bu konuları [Obama’nın] ikinci dönemi[ni]n önceliği haline getirmedi. (…)
ABD ayrıca Avrupa’ya ve Avrupa’yla [birlikte dünyanın başka bölgelerine] müdahilliğini artırmak isteyecek. Amerikan aymazlığı/ihmalkarlığı Ukrayna’nın kendi siyasi işlevsizliği ve AB’nin beceriksizliğiyle birleşince Kırım’da Rusya’nın yayılmasına yol açtı. Rusya’nın davranışlarını şekillendirmek Atlantik’te sürdürülebilir bir diplomasiyi, Ukrayna’ya daha fazla iktisadi kaynak ayrılmasını, anlamlı bir miktarda petrol ve doğalgaz ihracını ve NATO’nun askeri teyakkuzuna dönük taahhütlerin yenilenmesini gerektiriyor.
Yönetimin ayrıca içeride ekonominin ve toplumun gücüne ve dayanıklılığına da odaklanması gerekiyor. Bu, ulusal güvenliğin bir alternatifi değil, merkezi bir parçasıdır. Enerjide [kayagazını kastediyor] ani iyileşme/patlama önemli bir olumlu gelişmedir. (…)

Ancak mesele, sadece Amerikan gücünü sağlama alma ve artan izolasyoncu hissiyat karşısında uluslararasıcılığı sürdürme değildir. Aynı zamanda diğerlerine doğru mesajı da gönderebilmektir. Son on yıldaki dış ve iç politika gelişmeleri, Amerikan liyakatine/becerisine ve güvenirliğine dair soruları artırdı. Ulusal Güvenlik Birimiyle ilgili ifşaatların [telekulakları vs. kastediyor], dost ve müttefiklerin çoğunun düşmanlardan çok da farklı bir muamele görmediği mesajını vermesi bu tür problemleri daha da arttırdı. Sonuç, Amerikan tercihleri ve çıkarları dikkate alınmaksızın giderek daha fazla kararın alındığı ve adımın atıldığı bir post-Amerikan dünyaya doğru yönelime ivme kazandırdı. Böyle bir dünya daha da karmakarışık ve Amerikan çıkarlarını daha az destekler bir dünya olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder