1 Haziran 2010 Salı

ORTADOĞU'NUN AYNASI LÜBNAN




NOT: Her hakkı mahfuzdur. Sadece kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.


ORTADOĞU'NUN AYNASI LÜBNAN
Yazar: Zahide Tuba Kor
ISBN: 978-975-00610-8-0
Birinci Basım Aralık 2009
İkinci Basım: Haziran 2011
Yayın Hazırlık: İHH Araştırma ve Yayınlar Birimi
Büyük Karaman Cad. Taylasan Sk.
No: 3 Fatih-İstanbul
Tel: 0212 631 21 21
Faks: 0212 621 70 51
Kapak: Salih Pulcu
Sayfa Düzeni: Ayşenur Gönen




Kitabın PDF'ine ulaşmak için TIKLAYINIZ

NOT: Lütfen kaynak göstermeden kitaptan alıntı yapmayınız. 


ÖNSÖZ

Uzun seneler Ortadoğu’ya ilgisiz kalan Türkiye’de özellikle Lübnan üzerine yapılan çalışmaların ve telif eserlerin sayısının çok az olması ciddi bir eksiklikti. Bu eksiklikten hareketle, İHH İnsani Yardım Vakfı Yayınları’nın “İslam Coğrafyası Serisi”nden 2006 senesinde çıkan Lübnan: İç Savaşların Gölgesinde kitabını sadece güncellemekle kalmadım, içeriğini mümkün olan en kapsamlı şekilde zenginleştirdim. Kitabın yenilenmesi çerçevesinde, 13-16 Mart 2009 tarihlerinde İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı’nın organizasyonunda Lübnan’a bir ziyaret gerçekleştirdim. Dolu dolu geçen dört günlük ziyaret sırasında edindiğim Lübnan’a dair intibalarıma “Gezi Notları” bölümünde yer verdim. Lübnanlı siyasetçiler ve akademisyenlerin yanı sıra Filistinli uzmanlarla yaptığım röportajların bir kısmını ekler bölümüne, bir kısmını ise dipnotlara ekledim. Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, Lübnan’ı her yönüyle tanıtan kapsamlı ilk Türkçe çalışma mahiyetinde. Kitabın 400 sene Osmanlı hâkimiyeti altında birlikte yaşadığımız bu topraklara ilişkin bilgi açığını kapatması ve yeni çalışmalara vesile olması en büyük temennim.
Lübnan ziyaretimde katkısı olan İHH İnsani Yardım Vakfı ve yöneticilerine, bilhassa Lübnan ile bütün bağlantıları kuran ve ziyaretler sırasında tercümanlık yapan İHH’dan Hasan Aynacı’ya, bana refakat ederek yorucu bir gezide yükümü hafifleten sevgili kardeşim Mehmet Zahid Kor’a; ayrıca röportajlar için gerekli randevuları alan ve zamanlarını ayırarak Lübnan’ı gezdiren Kalkınma İçin İnsani Yardım Vakfı İşletme Müdürü Talal Hüseyin Mustafa’ya, el-Wayy Kurumu Başkanı İmad İbrahim Said’e ve Hizbullah’ın Sayda bölgesi sosyal işler sorumlusu Nasır Harb’a müteşekkirim.
Ayrıca, kapak tasarımını yapan Anlayış dergisi Görsel Yönetmeni Salih Pulcu’ya; farklı haritaları bir araya getirmek suretiyle kitabın çerçevesine uygun bir Lübnan haritasını hazırlamamda teknik destek veren ve kitabın sayfa tasarımını yapan Anlayış dergisi görsel ekibinden Ayşenur Gönen’e; yayın aşamasında emeği geçen İHH Araştırma Komisyonu’ndan Ümmühan Özkan’a; kişi isimlerini ve yer adlarını Arapça orijinallerinden Türkçeye aktarırken istişarelerde bulunduğum İslam Araştırmaları Merkezi’nden Dr. Suat Mertoğlu ve Dr. Salime Leyla Gürkan’a; 2005 ve 2006 senelerinde Lübnan’daki faaliyetleri sırasında çektikleri fotoğraflarını paylaşan İHH mensupları ile Nehru’l-Bârid Mülteci Kampı fotoğraflarını veren Şâhid İnsan Hakları Kurumu İşletme Müdürü Mahmud el-Hanefî’ye teşekkürlerimi sunarım.

Zahide Tuba Kor
Ekim 2009, İstanbul


İÇİNDEKİLER

Giriş 1

GENEL BİLGİLER
Coğrafi Konum 7
Nüfus Yapısı 8
    Lübnan’a Ait Nüfus Verileri 9
    Mezheplerin Coğrafi Dağılımı 10
Sosyoekonomik Durum 11
    Sosyoekonomik Göstergeler 11
    İktisadi Faaliyetler 12
    İktisadi Yapının Toplumsal Hayata Etkisi 15
Kültürel Hayat 16
    Dil 16
    Kültür 17
    Eğitim Sistemi 19

TARİHÎ SÜREÇ
Osmanlı Öncesi Dönem 25
Osmanlı Dönemi 28
Fransız Mandası Dönemi 34
Bağımsızlık Sonrası Dönem 38

LÜBNAN İÇ SAVAŞI (1975-90)
İç Savaşın Sebepleri 47
İç Savaşın Safhaları 50
    İç Savaşın İlk Safhası (1975-76) 50
    İç Savaşın İkinci Safhası (1977-82) 53
    İç Savaşın Üçüncü Safhası (1982-90) 55
Taif Anlaşması ve İç Savaşın Sona Ermesi 64
İç Savaşın Etkileri 65

SİYASİ HAYAT
Lübnan’da Siyasi Hayat 71
    Siyasi Oluşumlar 75
    Cumhurbaşkanlığı Seçimleri 82
Son Dönemde Yaşanan Siyasi Gelişmeler 85
    2006 Hizbullah-İsrail Savaşı (Temmuz Savaşı) 88
    Hizbullah-İsrail Savaşı’nın Ardından Lübnan’da Yaşanan Siyasi Gelişmeler 92
    2009 Genel Seçimleri 96

İNSAN HAKLARI İHLALLERİ
Genel Durum 105
İç Savaş Sonrası İnsan Hakları İhlalleri 106
İsrail İşgali Altındaki Topraklarda Yaşanan İnsan Hakları İhlalleri 110
Bazı Temel Haklar ve Hürriyetler 114
Filistinli Mültecilerin Temel Hak ve Hürriyetleri 117

ULUSLARARASI POLİTİKADAKİ YERİ
Genel Durum 129
Suriye ile İlişkiler 130
İsrail ile İlişkiler 133
Lübnan’da BM Varlığı 136
Türkiye ile İlişkiler 138
İslam Dünyası ile İlişkiler 141
ABD ile İlişkiler 144
AB ile İlişkiler 147
Sonuç 151

EKLER

EK I: Biyografiler 157

EK II: Gezi Notları 165

EK III: Röportajlar 179
Selim el-Hoss: “ABD-İsrail ile İran-Suriye çatışması Lübnan’a yansıyor” 183
Muhammed Sammak: “Problemlerin temel kaynağı siyasi, mezhep ihtilafı değil” 189
Muhammed Raad: “İç ihtilafların çözümü için önşart, direnişin desteklenmesi ve ABD’den uzak durulmasıdır” 194
İbrahim Ömer el-Mısrî: “Suriye’nin en büyük hatası, Lübnan’ı istihbaratına bırakmasıydı” 200
Muhammed Nureddin: “Lübnan’ın istikrarı iç değil, dış dinamiklerden kaynaklanır” 206
Timur Göksel: “Lübnan bir iç savaş daha kaldıramaz” 210
Emel I‘tânî, Vâil Saad, Mu‘in Menna‘: “Lübnan devleti mültecileri güvenlik meselesi olarak görüyor” 220
Mahmud el-Hanefî: “Nehru’l-Bârid Kampı’nın yıkılması ikinci Nakba’dır” 225
Abdurrahim Ebu Husayn: “Lübnan’da Osmanlı tarihi yazımı siyasallaşmıştır” 233

Kronoloji 239
Kaynakça 249
İndeks 257
Lübnan Fotoğrafları 263



GİRİŞ

“Lübnan” ismini, dağlarının zirvesini kaplayan karlara atfen Sami dillerinde “beyaz” manasına gelen veya bu manayı çağrıştıran “leban” kelimesinden almaktadır. Ancak isminin aksine, bu ülkenin iç çatışmalar ve dış müdahalelerle dolu son iki yüzyıllık tarihine karların beyazı değil, kanların kırmızısı damgasını vurmuştur.
400 yıllık Osmanlı hâkimiyetinin ardından 1920’de Fransa himayesinde kurulan Büyük Lübnan Devleti, 1943 yılında bağımsızlığını ilan etmiş; ardından ilk olarak 1958’de, daha sonra 1975-90 yılları arasında iç savaşlarla büyük bir yıkıma uğramıştır. İçerideki bitmek bilmez siyasi çekişmelerin yanı sıra bölgesel ve küresel güçlerin Ortadoğu’daki nüfuz mücadelelerini Lübnan üzerinden yürütmeleri nedeniyle iç ihtilaflar ve dış müdahaleler âdeta vaka-yı âdiyye hâline gelmiştir. Zira tarih boyunca “istenmeyen” dinî grupların sığınağı olmuş ve farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu küçücük coğrafya, birbirinden farklı idealleri, beklentileri ve çıkarları olan on sekiz etnik grubun ve dinî mezhebin mensuplarını barındırmaktadır. 19. yüzyıldan itibaren Avrupalılar, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bölge ülkeleri arasında yaşanan nüfuz mücadeleleri nedeniyle dış güçlerin kozlarını paylaştığı bir alan hâline gelmesi, birliğe muhtaç bu topraklarda ayrılıkları daha da derinleştirmiş, düşmanlıkları arttırmıştır. Lübnanlı grupların, içerideki zayıflıkları nedeniyle dışarıdaki güçlere sırtlarını dayama ihtiyacı hissetmeleri de dış müdahalelerin dozunu arttırmıştır. Ortak “Lübnanlılık” kimliğine dayalı bir “ulus-devlet” olmaktan oldukça uzak, siyasi ve sosyoekonomik alanda paylaşımın adil olmadığı ülke, uyum ve işbirliğinden ziyade çatışma ve kaos dinamiklerini bağrında taşımaktadır. Bu hâliyle her an patlamaya hazır bir bomba gibidir.
Akdeniz’in doğusunda yer alan Lübnan, bölgenin önemli bir ticaret, turizm ve finans merkeziydi; hatta “Ortadoğu’nun İsviçre’si” olarak adlandırılmaktaydı. Arap dünyasında basın-yayın faaliyetlerinin öncüsü ve ilmî merkezlerden biriydi. Ancak sonu gelmez çatışmalar ve iç savaş, Lübnan’ın bu yönünü gölgede bırakmış; 1980’lerin sonlarına doğru uluslararası ilişkiler literatürüne yeni bir kavram girmiştir: “Lübnanlaşma”. Etnik ve dinî çatışmaların beraberinde getirdiği kaosu; siyasi, iktisadi ve toplumsal parçalanmışlığı ifade eden bu kavram, bugün benzer süreçlerle yüz yüze kalan ülkeler için de kullanılmaktadır.
Lübnan’da yaşanan hiçbir ciddi dönüşüm, küresel ve bölgesel gelişmelerden bağımsız değerlendirilemez. Nitekim Lübnan, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’dan koparak Fransız mandası hâline gelmiş, II. Dünya Savaşı sırasında bağımsızlığını kazanmış, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle on beş sene süren iç savaşa nokta konmuş ve “Taif sistemi” olarak da isimlendirilebilecek yeni bir döneme girmiştir. 11 Eylül (2001) saldırılarının ardından ABD Başkanı George W. Bush’un “teröre karşı küresel savaş” ilanıyla yaşanan küresel dönüşümden, Suriye’nin nüfuz alanı olan Lübnan da payına düşeni 2004 Eylül’ünden itibaren almaya başlamış ve hâlihazırda çökmüş bulunan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin en önemli ayaklarından birisi hâline gelmiştir.
2005-2008 döneminde suikastlar, Suriye’nin askerî birliklerini geri çekmesi, İsrail ile savaş, bir Filistin mülteci kampının ağır tahribatına yol açan çatışmalar, siyasi krizler ve Batı Beyrut’ta kısa ancak kanlı bir iç çatışmaya sahne olan Lübnan, iç savaştan bu yana en sıkıntılı günlerini yaşamıştır. Ülke, Batı’nın ve “ılımlı Arap” ülkelerinin desteklediği 14 Mart ittifakı ile Suriye ve İran’ın destek verdiği 8 Mart ittifakı arasında kutuplaşmıştır. Lübnan’da son bir buçuk senedir rahatlama söz konusudur. Ancak bu rahatlama geçicidir; çünkü Arap-İsrail çatışmasından ABD-İran/ABD-Suriye rekabetine, Sünni-Şii geriliminden Filistin meselesine kadar tüm bölgesel problemlerden etkilenen ve onları etkileyen, kısaca “Ortadoğu’nun bir aynası” olan Lübnan’ın kaderi, yine bölgede söz sahibi olmak isteyen dış güçlerin pazarlık masalarında şekillenecektir. Tıpkı Lübnan tarihi boyunca olduğu gibi…
Bu kitap, bitmek bilmez iç ihtilaflar ve dış müdahaleler sebebiyle maddi-manevi oldukça ağır bedeller ödeyen Lübnan’ı coğrafyası, nüfus yapısı, sosyoekonomik durumu, kültürel hayatı, tarihi, iç savaşları, siyasi hayatı, insan hakları ihlalleri ve uluslararası politikadaki yeri ile birlikte bir bütün olarak konu almaktadır. Ayrıca gezi notları ve fotoğraflar ile Lübnan’a içeriden bir bakış sunarken; bu ülkedeki siyasetçilerden akademisyenlere, gazetecilerden araştırmacılara kadar çeşitli isimlerle yapılan önemli röportajlara yer vererek bizzat Lübnanlıların kendi görüşlerini de yansıtmaktadır. Bu hâliyle kitap, “Ortadoğu’nun aynası” olan Lübnan’ı her yönüyle tanıtmayı amaçlamaktadır.
William Quandt’ın, ABD Başkanı Ronald Reagan’ın ilk döneminde (1981-84) Lübnan politikasındaki başarısızlığını ele aldığı, “Reagan’s Lebanon Policy: Trial and Error” başlıklı makalesinin ilk satırları oldukça dikkat çekicidir: “Lübnan hırslı bir öğretmendir. Onun karmaşık gerçekliğini görmezden gelmeye çalışanlar -ister İsrailli büyük teorisyenler ve Washington’daki yeterli bilgi sahibi olmayan iyimserler olsun, isterse Lübnanlı hırslı politikacılar-, ekseriyetle ağır bir bedel ödemek zorunda kalırlar…” Hakikaten farklılıklarıyla ve kendine mahsus özellikleriyle dikkat çeken Lübnan, kendi gerçekliğini dikkate almayan yerli ve yabancı bütün güçleri hep hayal kırıklığına uğratmış; kendisini kana bulayanlara zamanı geldiğinde bunun bedelini ödetmiştir. Ne Lübnan’ın karmaşık iç yapısını ne de Ortadoğu’daki gelişmeleri ve güç dengelerini göz ardı edenler, bu ülkeye dair isabetli analizler yapıp ürettikleri politikalarında hedeflerine ulaşabilirler.



RÖPORTAJLAR


Ziyaretimiz sırasında Lübnanlı siyasetçiler ve akademisyenlerin yanı sıra Filistinli uzmanlarla görüştük. Ancak görüştüğümüz bütün Lübnanlı şahısların Sünniler ve Şiiler olduğunu belirtmekte fayda var; zira Dürzi liderlerden Kemal Canbulat ve Hristiyan iki bakan ile olan randevularımız, 14 Mart günü öğleden sonra Beyrut’ta 14 Martçıların kutlama törenleri olduğu için, saatlerin ayarlanamaması nedeniyle maalesef gerçekleşemedi. Lübnan’da görüştüğümüz isimler şunlardı:

- Eski Başbakan Selim el-Hoss,
- Daha önce adalet ve eğitim bakanlığı yapan Devlet Bakanı Halid Khabbani,
- 8 Mart grubu liderlerinden ve Hizbullah’ın meclisteki grup başkanı Milletvekili Muhammed Raad,
- Eski Başbakan Refik Hariri’nin danışmanlarından, Hristiyan-Müslüman Diyalog Komitesi ile İslam Zirvesi Genel Sekreteri Muhammed Sammak,
- Cemaat-i İslami Genel Sekreteri İbrahim Ömer el-Mısrî,
- Barış gücü UNIFIL’in eski sözcüsü ve Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi Timur Göksel,
- Lübnan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Muham-med Nureddin,
- Ez-Zeytune Merkezi’nde araştırmacı olarak görev yapan Mu‘in M. Menna‘, Emel M. I‘tani ve Vail A. Sa‘d,
- Şâhid İnsan Hakları Kurumu’nun işletme müdürü Mahmud el-Hanefi,
- Sâbit Geri Dönüş Hakkı için Filistinli Örgütü’nden Ali Huveydi,
- Hizbullah’ın Güney Lübnan yetkililerinden Kâzım Harb,
- Lübnan eski Milletvekili ve Beytu’z-Zekât Başkanı Muhammed Ali Dunnâvî.

Lübnanlı siyasetçi ve akademisyenlerle Lübnan İç Savaşı’nı ve etkilerini; mevcut siyasi hayatı belirleyen Taif sistemini ve mezhepçi siyasi yapıyı; dış güçlerin müdahalelerini; Refik Hariri dönemini; 2005’ten bu yana yaşanan siyasi gerilimleri ve 8 Mart ile 14 Mart grupları arasındaki kutuplaşmayı; Suriye-Lübnan ilişkilerinin geçmişini ve bugününü; 2006’da Hizbullah ile İsrail arasında cereyan eden savaşı, Hizbullah’ın direnişine bakışlarını, silahsızlanma tartışmalarını ve Mayıs 2008’de Beyrut’ta yaşanan kanlı olayları; Haziran 2009’daki genel seçimlerin önümüzdeki siyasi sürece muhtemel etkilerini; Türkiye’nin Ortadoğu’ya ve Lübnan’a yönelik politikalarına ilişkin görüşlerini ve Lübnan sokaklarındaki Türkiye imajını vb. konuştuk. 1979’dan bu yana Lübnan’da yaşayan Timur Göksel, iç savaştan bugüne Lübnan siyasetine ve toplumuna dair değerlendirmelerini dışarıdan bir gözlemci olarak aktardı ve görev yaptığı BM barış gücü UNIFIL’i anlattı. Filistinli uzmanlara ise Lübnan devletinin geçmişten bugüne mültecilere yönelik politikalarını, Filistinlilerin temel problemlerini ve çözülememe sebeplerini, iç savaştan ve İsrail işgalinden nasıl etkilendiklerini, Lübnanlıların mültecilere bakışını, Nehru’l-Bârid Kampı’nda yaşananları sorduk.

Ayrıca bir sempozyum için İstanbul’a gelen Beyrut Amerikan Üniversitesi, Tarih&Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Abdurrahim Ebu Husayn ile de Lübnan tarihi ve Lübnanlıların Osmanlı’ya bakışı üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.




"LÜBNAN, ORTADOĞU'NUN BİR AYNASI"
Z. Tuba Kor ile söyleşi
Anlayış Dergisi, Sayı: 82, Mart 2010
Konuşan: Fatmanur Altun

 
Türk kamuoyu Lübnan’ı tanımıyor. Zihinlerde medyanın da desteğiyle oluşan, bombaların patladığı, yakılmış-yıkılmış binaların yer aldığı, karmakarışık bir Lübnan imajı var. Siz bu imajları aşan bir çalışma ortaya koydunuz. Lübnan’a olan ilginiz nereden doğdu ve neden böyle bir çalışma kaleme aldınız?
Yüksek lisansta Ortadoğu’nun klasik konularının dışına çıkma isteğimle bağlantılı olarak hazırladığım Lübnan İç Savaşı’na dair iki ödevle başladı Lübnan maceram. Araştırdıkça Lübnan beni kendisine çekti. Çünkü klasik ulus-devlet mantığıyla anlaşılamayacak, oldukça karmaşık ve farklı bir yapı, bir tezatlar ülkesi... Ardından İHH İnsani Yardım Vakfı’nın “İslam coğrafyası” serisi için yazdığım Lübnan: İç Savaşların Gölgesinde kitabı Mart 2006’da yayınlandı. 2008’de üçüncü baskı için güncelleme talebi geldiğinde, kitabı yeniden yazmayı tercih ettim. Çünkü bu süreçte Lübnan’a ilişkin kapsamlı bir Türkçe kitaba ihtiyaç olduğunu değişik vesilelerle defalarca müşahede ettim. Gerek dış politikada gerekse akademik camiada yıllarca ihmal edilmiş olmasının da etkisiyle Lübnan’a dair hatırı sayılır bir literatür oluşmamıştı, her ne kadar son birkaç senedir bu ülkeyi konu alan önemli bazı yayınlar yapılmış olsa da.
Ortadoğu’nun Aynası Lübnan’da bu ülkeyi coğrafyası, nüfus yapısı, sosyo-ekonomik durumu, kültürel hayatı, tarihi, siyasi hayatı, iç savaşları, insan hakları ihlalleri ve uluslararası politikadaki yeri ile birlikte bir bütün olarak ele aldım. Kitap çalışması bağlamında Mart 2009’da Lübnan’a bir ziyaret gerçekleştirmiştim. Hem Lübnanlı siyasetçiler ve akademisyenler ile Filistinli uzmanlarla yaptığım röportajlara hem gezi notları ile fotoğraflara yer vererek, okuyucuya içeriden bir bakış da sunmuş oldum.

Kitabınızın başlığı Ortadoğu’nun Aynası Lübnan. Lübnan neden Ortadoğu’nun aynası? Bu temsil kabiliyeti nereden geliyor?
Lübnanlıların bizzat kendileri ülkelerini “Ortadoğu’nun aynası” olarak nitelendiriyorlar. Aslında Lübnan’ın beni kendisine çeken özelliklerinden biri de buydu. Lübnan’daki her iç karışıklığın, bölgede bir karşılığı vardır mutlaka. Mesela son 5-6 yıldır Lübnan’da yaşanan bütün krizler ve çatışmalar, aslında Arap-İsrail çatışmasından ABD-İran/ABD-Suriye rekabetine, Sünni-Şii geriliminden Filistin meselesine kadar tüm bölgesel problemlerin ve kutuplaşmaların birer izdüşümü. Çünkü 4 milyon nüfuslu Lübnan, 18 etnik grup ile dinî mezhebe ev sahipliği yapıyor. Bu parçalanmış yapıda herhangi bir grup salt kendi gücüyle rakipleri karşısında ayakta duramayacağı için bölgenin ve uluslararası sistemin hâkim güçlerine dayanmaya çalışıyorlar ki bu da dış güçlerin birbirleriyle Lübnan üzerinden kozlarını paylaşmalarına neden oluyor.
Milliyetçilik ideolojisinin özellikle Ortadoğu’da çok yıkıcı etkileri olduğu artık tartışma götürmeyen bir gerçek. Lübnan özelinde milliyetçiliğin etkisi kendisini nasıl gösterdi?
Lübnan’da kimlik-kültürel aidiyet tartışmalarının da kaynağı olan iki tür milliyetçilik akımı söz konusu: Sünnilerin başı çektiği klasik Arap milliyetçiliği ile Hıristiyan Marunilerin ortaya attığı Lübnan milliyetçiliği. İlk akım, Lübnan’ın Arap dünyasına aidiyeti konusunda ısrarcı olurken ve hatta başlangıçta Suriye’yle birleşmeyi savunurken; diğeri, tarihî olarak Fenikelilerin, kültürel olarak da Batı’nın bir devamı oldukları iddiasındaydılar. Bu iki akım, manda döneminden itibaren uzun seneler ülkedeki gerilim ve çatışmaların temel kaynağı oldu.
Lübnan’ın son yüzyıllık tarihi içerisinde kaderini belirleyen birkaç dönüm noktasını ifade etmemiz gerekse hangi başlıklar öne çıkar?
Lübnan’ın bütün dönüm noktaları, küresel ve bölgesel çapta yaşanan önemli gelişmelerle birebir örtüşüyor. Bu bağlamda I. Dünya Savaşı sonunda Fransız mandası hâline geldi, II. Dünya Savaşı sırasında bağımsızlığını kazandı, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle 15 sene süren iç savaşa nokta kondu. 11 Eylül sonrasının yeni dünya düzen(sizliği) de Lübnan’ı 2004-2005’ten itibaren sarsmaya başladı. Özellikle iç savaş sonrası döneme başbakan olarak damgasını vuran Refik Hariri’nin 2005’te suikasta kurban gitmesi Lübnan’ı çok derinden etkiledi.

Lübnan’ın içinde bulunduğu durumu, 11 Eylül sonrası ABD’nin bölgedeki faaliyetleri çerçevesinden nasıl okumak gerekiyor?
11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin uygulamaya koyduğu “teröre karşı küresel savaş” stratejisi ve “Büyük Ortadoğu Projesi”nin Lübnan ayağında, Suriye’nin askerî ve istihbarat gücünü tasfiye etmek, Suriye yanlısı siyasi iktidarı değiştirmek ve İsrail’i tehdit eden Hizbullah ile Filistinli direniş örgütlerini silahsızlandırmak öngörülüyordu. ABD (İsrail)-AB-“ılımlı” Arap ülkeleri ekseni ile İran-Suriye ekseni arasındaki bölgesel nüfuz mücadelesi, Lübnan’a 2005-2008 döneminde iç savaştan bu yana en sıkıntılı günlerini yaşattı: Suikastlar, Suriye’nin askerî birliklerini geri çekmesi, İsrail ile savaş, bir Filistin mülteci kampının ağır tahribatına yol açan çatışmalar, siyasi krizler, Batı Beyrut’ta kısa ancak kanlı bir iç çatışma… Sonuç ne oldu derseniz, aşağı yukarı başa dönüldü. Herhangi bir grubu, hele de Hizbullah’ı dışlayarak siyasi istikrarın sağlanamayacağı; askerlerini çekse de Suriye’nin denklemden çıkarılarak Lübnan’ın istikrara kavuşamayacağı bir kez daha görüldü.
Obama sonrası dönemde Lübnan için neler değişti?
Mayıs 2008’de Beyrut’taki çatışmaların ve cumhurbaşkanlığı krizinin çözülmesinin ardından Lübnan zaten sakinleşmişti. Kritik aşama 7 Haziran 2009’da yapılan genel seçimlerdi ki Hizbullah ve müttefiklerinin galip çıkmaması ve statükonun değişmemesi, Obama yönetimine rahat bir nefes aldırdı. Obama’nın, ABD’nin Suriye ve İran politikasını yumuşatması ve ardından Suudi Arabistan ile Suriye arasındaki buzların erimesi sayesinde Lübnan’da Kasım ayında bir milli mutabakat hükümeti kurulabildi. Şu anda Lübnan’da tansiyon düşmüş durumda; ama İran’a yönelik muhtemel bir saldırı, Lübnan’ı bir kez daha karıştıracaktır.
İsrail’in özellikle son dönemde tırmanışa geçen saldırgan tutumu ve Gazze saldırısı sonrası oluşan yeni dengelerde Lübnan’ın durumu ne şekilde beliriyor?
Öncelikle şunu belirteyim, geçmişte de bugün de İsrail’in Suriye ve İran ile mücadelesinde kuzey komşusu Lübnan hep bir fiilî veya potansiyel çatışma alanı olageldi. Son yıllarda bölgede İran lehine değişen dengeler ve Tahran’ın nükleer güç olma yolunda ilerlemesi, İsrail’i çok rahatsız ediyor. Nükleer çalışmalarını bahane ederek İsrail, İran’a karşı herhangi bir çılgınlığa girişmek isterse eğer, öncelikle yanı başındaki temel tehdidi yani Hizbullah’ı bir şekilde bertaraf etmesi gerekir ki önceki girişimleri hep fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Geçen sene Lübnan’da görüştüğüm Hizbullah yetkililerinin, İsrail’in yakın gelecekte yeni bir savaş açacağı beklentisinde olduklarını da bu vesileyle vurgulamak isterim.

Kitabınızda Lübnan’daki insan hakları ihlallerine ilişkin müstakil bir bölüm mevcut. Lübnan’ın insan hakları çerçevesinden resmini nasıl görüyorsunuz?
İşgalin, savaşın ve iç çatışmanın vurduğu bütün coğrafyalar aslında insan hakları ihlalleriyle maluldür. Bu kaçınılmaz bir akıbet. 15 sene iç savaş yaşayan, 29 sene Suriye’nin ordusu ve istihbaratıyla perde arkasından ülkeyi yönettiği/yönetmeye çalıştığı, 18 sene bilfiil İsrail işgaline uğrayan Lübnan’da insan hakları ihlallerinin boyutunu varın siz düşünün... 2005’ten bu yana yaşanan istikrarsızlığa paralel olarak ülkede ihlaller yeniden arttı. Ama bugün Lübnan’da ihlallerin en ağırını, ülkenin istikrarına ve güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görülen ve bu nedenle hayat alanları iyice daraltılmış olan Filistinli mülteciler yaşıyorlar. Onların içler acısı haline kitapta genişçe yer ayırdım.

Bunca yıldır iç savaşların gölgesinde yaşayan Lübnan’dan ne gibi dersler çıkarılabilir?
Lübnanlılar 15 sene birbirleriyle savaştı; yüz binlerce kişi öldü, yaralandı ve ülke yerle bir oldu. Lübnan tecrübesi, ihtilafların -ne kadar derin olursa olsun- sahada silahla, kan dökerek çözülemeyeceğine; er geç masada müzakere edilmek zorunda kalınacağına dair bütün dünyaya bir ders mahiyetinde. Ayrıca Lübnan’ın yakın tarihi, dış güçlerden alınan destekle yola çıkanların, çatışanların er geç hayal kırıklığına uğrayacaklarına dair pek çok örnekle dolu. Yine de şunu eklemek isterim; Osmanlı tecrübesine rağmen Türkiye’nin her alanına sinmiş “tek tipleştirme” politikalarından ve “tekçi” anlayıştan sonra Lübnan’da çok-kültürlü hayatı incelemek gerçekten hoş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder